Namuslu bir entelektüel olmanın çok ötesinde, Edward Said, Batının akademik paradigmalarını sorgulayan ve kadim elsefeciler geleneğinde bir “düşünce ekolü” ortaya koymuş olan bir dehadır”!

“Ölmeyeceğim, çünkü ölmemi isteyen çok kişi var.”
(Prof. Dr. Edward Said)

ir insanın hem akademisyen hem de aksiyoner; hem entelektüel hem de enerjik; hem kalem hem de kelam ehli olması, model diye önümüze sunulanlar bağlamında müşahede ettiğimizde zordur. Amerika’da “öteki” olmak, kanser olduğunu öğrendiği zaman “daha söyleyecek çok şey var” diyerek çalışmalarını daha da hızlandırmak, İsrail Savunma Gücü tarafından “nazi” olmakla suçlanmak, kimliği belirsiz kişiler tarafından aranıp küfürler yağdırılıp tehdit edilmek, üniversitedeki bürosu yanıp ve bir çok defa ondan nefret eden Amerikalı Yahudiler tarafından üniversiteden atılması için baskı uygulanmasına rağmen, eğilmeden bükülmeden yola devam etme kararlılığını ve cesaretini göstermek, kolay bir şey değildir. Edward Said işte bunları yaptı...

Edward Wadie Said, 1935 yılında Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kudüs’te dünyaya geldi. 1948 yılında Filistin’in İsrail tarafından işgali üzerine ailesiyle birlikte göçmen olarak Mısır’a yerleşti ve eğitimine Kahire’deki okullarda başladı. 1951’de Mısır’daki okuldan haylazlık nedeniyle disiplin cezası alarak uzaklaştırılınca, babası tarafından eğitimini sürdürmek üzere Amerika’ya gönderildi. Amerika’nın en önemli liselerinden birisinde okuyan Said, Princeton Üniversitesi’nde lisans eğitimi, Harvard Üniversitesi’nde ise yüksek lisans eğitimini tamamladı ve 1963 yılında New York’da Columbia Üniversitesinde ders vermeye başladı. İngilizce ve Arapça dışında Fransızca da biliyordu. Hayatının son dönemlerini lösemi olarak geçirdi. Türkçeye çevrilen eserleri; Oryantalizm (Boğaziçi, Pınar ve Metis), Filistin’in Sorunu (Pınar), Haberlerin Ağında İslam (Pınar), Kültür ve Emperyalizm (Hil), Kış Ruhu (Metis), Entelektüel, Sürgün, Marjinal, Yabancı (Ayrıntı). Çarşamba gecesi New York hastanesinde 67 yaşında öldü.

2000 yılında Lübnan’a giderek İsrail’e sembolik bir taş attı. Bu hareketi sadece Batı basınını değil, “ılımlı” denilen Arap gazetecileri de kızdırdı, “Arapların saldırgan insanlar olmadıklarını ispat etmek için onca uğraş veren bir akademisyenin bunu yapmaması lâzımdı” dediler, o hiç umursamadı, “taş atarken çok hoş duygular yaşadığımı inkâr edemem. Galiba bir tanesini de isabet
ettirdim.” diyerek tiye aldı. Üniversitenin rektörüne baskı yaptı siyonistler, hocalıktan alınması için, rektörden “biz hocalarımızın attığı taşa değil, verdiği derse bakarız. İşinize bakın!” cevabını aldılar.

Kendisine asıl ün kazandıran çalışması, Oryantalizm ismiyle (1978) yayınladığı kitabıdır. Doğu bilimi olarak geçen Oryantalizm’i, Batı’nın Doğu’yu tanımak istemesi gibi masumane bir niyetle başlayan, sonrasında Batı’nın Doğu’yu kendi gördüğü gibi tanıtması, tanımlaması, şekil vermesi ve hakim olmak istemesi gibi bir vahşiliğe dönüşen durumu; çok geniş bir çerçevede, hakkaniyetli
bir yaklaşım, entelektüel bir üslup ve sağlam kaynaklara dayandırarak ele aldı. Öyle ki, kendisinden sonra Oryantalizm hakkında bir şey söyleyecek olanları, kendisine selam vermek zorunda bıraktı. Doğu’nun ötekileştirilmesini irdeleyen bir kitap olarak Oryantalizm, 36 dile çevrildi hâlâ tartışılıyor… Sosyal Bilimler ve Uluslar arası İlişkiler okuyan ya da bu alanlara az çok ilgisi olan kişilerin mutlaka kütüphanesinde bulunması gereken bir kitaptır, diye notumuzu da düşelim.

Çok iyi tarih, felsefe, edebiyat ve müzik bilgisi vardı. Belki bundandır her kitabının insana yaşama sevinci vermesi. Onun kitaplarını çerez niyetine okuyamazsınız. Ona özel vakit ve ortam hazırlamanızı zorunlu kılar kitapları. Uzun cümleleri; şaşırtıcı ve hayran bırakıcı tahlilleri sindirebilmek için, sessiz bir ortama ve 3-5 saate ihtiyacınız vardır... Entelektüel olmak isteyenler, entelektüel ile otorite arasındaki bağlantıyı merak edenler için iyi bir başvuru kitabıdır, Entelektüel isimli kitabı.

Said’in incelemelerinde Türkiye ve Türkler yoktur. Afganlılar, İranlılar vardır ama Oryantalizm’in belki de en mağdur edilmiş muhatapları Türkler yoktur! Bunu çeşitli yönleriyle açıklamaya çalışanlar olsa da bence bu durum “Edward Said bu kadar büyük yanlış yapmış olamaz” diye Said’in bile tasvip etmeyeceği bir yaklaşımla Said’i okuyanların sonuçsuz çabasıdır. Said Oryantalizm incelemesinde Osmanlı’yı dikkate almamıştır ve bu cidden eleştirilecek bir yöndür.

Ölümünün ardından The Independent da Robert Fisk imzalı yazıda kendisi hakkında “Edward nadir bulunan bir kuştu. O hem bir ikon hem de bir put kırandı” deniliyordu. Yine ölümünden kısa bir süre sonra Alev Alatlı kaleme aldığı yazıda “Türkiye’deki imajının saygın olmakla birlikte, “Filistinlilerin dünya çapındaki avukatı” olmaktan pek de öteye gitmemiş olduğunu biliyorum ve bu bana acı veriyor. Edward Said, ne mazlum halklar için adalet talep eden bir Bernard Lewis’tır, ne de bir Justin McCarthy. Namuslu bir entelektüel olmanın çok ötesinde, Edward Said, Batının akademik paradigmalarını sorgulayan ve kadim felsefeciler geleneğinde bir “düşünce ekolü” ortaya koymuş olan bir dehadır” diyecekti.

Cemil Meriç’in, “Bu kitabı biz yazmalıydık!” demesi vardır bir de. “Oriyantalizm” isimli kitabın “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” şeklindeki üst başlığını koyan da Cemil Meriç’tir. Alev Alatlı “İktidarım olsa, liselere zorunlu ders kitabı olarak yerleştireceğim: Oriyantalizm ile Kültür ve Emperyalizm’i. “Bilgi”nin nasıl “üretildiği”ni, nasıl “manipule edilebildiğini” gözler önüne sermesi bakımından bir dehanın eseridir çünkü” diyerek yetkililere sesini duyurabilmiş midir acaba?

14 yıl Said ile birlikte çalışmış olan Dr. Zaineb Istrabadi “Hıristiyan bir ailede dünyaya gelmesine karşın kendisini daha çok Arap–İslam medeniyetinin bir parçası olarak hissediyordu” demişti. Said, İslam’ın olağanüstü ‘içtihad’ geleneğinin kaybolmasını, zamanımızın en büyük kültürel felaketlerinden biri olarak tanımlar. Bu teşhisi, durup düşünmeliyiz derim... Gönülden arzu ediyorum ki, Said bu diyardan İslam üzere göç etmiş olsun, kim bilir belki Alev Alatlı “mekanı cennet olsun” derken bir şeylerin bilgisine sahipti. Bize düşen Edward Said gibi, cesur, kararlı, yılmayan; hikmetle hareketi birlikte götüren, hem orjinal hem de marjinal olabilen, hem çağın çocuğu hem de tüm çağların çocuğu olabilen Genç’ler olmak ve bu şekilde olabilecek insanları yetiştirecek ortamı oluşturmaktır. Çünkü biz ne Batı’nın hegemonik yapısıyla dikte ettiği elbisenin içine girebiliriz ne de Doğu’nun mistik hayat algısını kabullenebiliriz. Hasılı Necip Fazıl’ın ifadesiyle “çağlar üstü bir rejim olan İslam’’ın önünde diz çökmekten başka hakikatimiz yok!


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.