Emine`nin Kocası Neden Ağlıyor?
Ahmed Hamdi Ayyıldız
Üsküdar’ın çok değerli insanlarından biri olan Kemalettin Altıntaş Hocamız anlatıyor:
Beşiktaş`ta imamlık görevini deruhte ettiğimiz dönemde fakirhanemiz caminin gasilhanesinin hemen üzerindeydi.
Gasilhanede beş altı kişiyi misafir edebileceğimiz buzhane vardı. Gecenin bir vaktinde bir bakarsınız kapınız çalar, trafik kazası gibi muhtelif sebeplerle birkaç cenaze birden getirilirdi. Bu sebeple hemen her sabah bizim evin önünde bir bağırtı çağırtı olurdu. Alışmıştık buna. Yine böyle bir sabah bir bağırtı geliyordu gasilhanenin önünden. Yaşlı bir adam "Eminem, Eminem" diye feryat ediyordu. Pencereden baktım yakınları adamı teskin etmeye çalışıyor, ama nafile, adam bağırdıkça bağırıyordu. Kendisini teskin edenlere "Bırakın ağlayayım, siz bilmiyorsunuz, bilseniz siz de ağlayacaksınız" diyordu. Belki benim sözüm tesir eder düşüncesiyle yanına yaklaştım. Bana da "Hocam bırakın lütfen, bilseniz siz de ağlarsınız” dedi. “Öyleyse anlat da biz de bilelim" deyince içini boşaltmaya başladı.
Hocam ben gençliğimde ormandaki en vahşi hayvanlardan çok daha vahşi biriydim. Ben, kavga etmediğim, dövmediğim, dövülmediğim günü hayattan saymaz idim. Beraber yaşadığım annem de benim gibi aksi biriydi. Annem vefat etsin öyle evlenirim diyordum. Bizimle kimse durmaydı çünkü. Ama annem vefat etmedi. Nihayet evlenmeye karar verdim. Evleneceğim ama her gün boks yapacağımızı düşündüğüm için öyle cılız bir hanım istemiyorum. Nihayet bir hanım bulduk ve evlendik.
Eşim Emine Hanım, evlendiğimiz günden itibaren anneme tarifi imkânsız hürmet ve saygı gösteriyordu. "Senin hizmetine geç kaldığım için beni bağışla" diyerek o yaşlı annemin gönlünü fethetmişti. Annemin tüm hizmetini görüp onu hanım hanımcık bir hale getirdi. Ben o zaman içimden "Yağcılık yapıyor" diye düşünüyordum. Bir ay iki ay geçti ama anneme karşı olan hizmetinde, saygısında en ufak bir azalma olmadı.
Eve kafam gözüm yarılmış olarak gelirdim. Bana; "ne duygusuz, ne merhametsiz insanlar var. İnsan hiç dövülür mü, insan sevilir" diye karşılık verirdi. Ben de; "Hanım sen merak etme, onlar üç dört kişiydiler. Ben onları tek tek yakalayacağım, ağızlarının payını vereceğim" dedikçe bana; "Hayatım sakın sen onları dövme. İnsan dövülmez. Çünkü senin döveceğin insanların annesi, babası vardır. Eşi, çoluk çocuğu vardır. Ama öfkeni dindirmek için illa birisini dövmek istiyorsan sen beni döv. Ama kimseyi dövme. Ben sana hakkımı helal ederim. Onlar sana hakkını helal etmezler "derdi. Bir iki böyle devam edince ben artık böyle bir insan mı olur diye kendimden utanmaya başladım. Ama bir şey söyleyemiyordum kendisine.
Yine bir gün dışarıdan gelmiştim. Beni yine güler yüzüyle karşıladı. Kapıdan içeri girerken kapının arkasında bir sopanın olduğunu fark ettim. Hanım bu ne deyince. "Hayatım benim huysuzluğum tutacak seni üzeceğim. Sen de haklı olarak beni döveceksin. Beni dövecek bir şeyi buluncaya kadar senin öfken geçer. Bu sopa burada dursun, lazım olursa kullanırsın!" deyince artık dayanamadım. "Hanım sen ins misin cin misin, gökten inmiş melek misin? Böyle insan olur mu?” diye başladım ağlamaya. Dedi ki bana, "Hayatım bu benim iyiliğim değil. Ben takvim kâğıdının arkasında okudum. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, "Beyi kendisinden razı olan hanım cennette sâlihlerle, âbidlerle beraber olacak. Bu bizim dinimizin güzelliği hayatım. Benim güzelliğim değil." Anladın mı hocam şimdi ben niye feryat ediyorum…
Ben buradan yola çıkarak diyorum ki, Emine Hanım, bir vahşiyi hangi yolla ıslah etti, tatlı diliyle ve güler yüzüyle. Eğer biz insanlığa hizmet etmek istiyorsak, çünkü Cenab-ı Allah sadece Müslümana hizmet edeceksin demiyor, böyle bir iyilik gösterebilsek, acaba ne kadar insan kazanabiliriz?
Burası da çok önemli. Böyle olursa, insanlara başka türlü hiç kabul ettiremediğiniz şeyleri kabul ettirirsin. Ama dik bakarsan, “sen öylesin, böylesin, bir defa söyledim zaten yapmadın, senden insan olmaz" deyip ittiğimiz insanları bir daha kazanmak mümkün değildir. Bu çoluk çocuğumuz ve ailemiz için de geçerli. Biz babayız diye çocuğumuzun tepesine dikiliyoruz. Bu İslâmi bir eğitim değil. Onun için insani ve İslâmi ölçülerden yola çıktığımız zaman, kendimiz her türlü fedakârlığı yaptığımız zaman çok daha faydalı oluruz.
Not: Kemalettin Altıntaş Hocamızla yapılan röportajdan alınan bu bölümün devamı, ALTINOLUK Dergisinin Mart 2013 sayısında…
GENÇ'ın Yazısı.