Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi

Bugün gibi aklımda, 17 Nisan 1993 Cumartesi. Ertesi gün Üniversite imtihanının ilk ayağı olan ÖSS’ye gireceğim. O vakitler Üniversite imtihanları ÖSS ve ÖYS olmak üzere iki safhadan ibaretti. Önce seçip sonra yerleştiriyorlardı. Evde televizyon seyrediyorum. Hemen hemen her genç gibi ben de televizyon hastasıyım. Başından ayrılamıyorum. Birden ekranda bir altyazı geçmeye başladı, “Cumhurbaşkanı Turgut Özal Kalp Krizi Geçirerek Vefat Etti.” İşte buna benzer bir şey.

O andan itibaren bütün ülke halkı gibi ben de çok mühim bir devrin sona erdiğinin farkındaydım. Bir tarih göçmüş ve kimsenin elinden bir şey gelmemişti. Ecel Özal’ı henüz görevinin başındayken yakalamıştı.

Nitekim o andan itibaren milletçe en az bir ay boyunca kendimize gelemeyecektik. Öyle ki, ertesi gün, üniversite sınav mahalline varmak için yola çıktığımızda, hemen hemen her yüzde okunan hayret ve dehşet ifadesi çok ibretengiz bir görünüm arz ediyordu.

Biz seksenli yılları yaşamış kimseler için Turgut Özal çok mühim bir ayrıcalığa sahiptir. O yıllarda, bizler deyim yerindeyse Özal’la yatar, sabahleyin de Özal’la kalkardık. Onsuz, onu anmadan geçmiş bir gün eksik bir gün hükmünde kalırdı.

12 Eylül’ün hemen ardından ezici bir çoğunlukla iktidara gelmiş, daha ilk günden farklı tavırları, nevi şahsına münhâsır fikirleriyle basının dikkatini çekmeye başlamıştı. Her sözü olay olur, günlerce tartışılırdı.

Aslında bir günah keçisi aranıyordu ve aranan kan bulunmuştu, Özal. Yazılı Basın onu kalemine dolamıştı bir kez (İşitsel ve Görsel Basının böyle bir şansı yoktu. Çünkü TRT zaten iktidarın güdümündeydi). Bir gün zampir olarak manşetlere çıkarılıyor, başka bir gün o dönemin meşhur filmi “Şampiyon”a atfen “Zampiyon” olarak, her şey oluyordu da, çok şükür “Zampara” olmuyordu.

Elbette bir yerlerde bir kuzu bile kaybolsa, Hz. Ömer’den hesap sorulurdu, ama bu kadarı da biraz abartı değil miydi? Konu sıkıntısı çeken ne kadar mizah dergisi varsa, can simidi misali Özal’a sarılıyordu. O dönemin bütün neşriyatını tarayın, hayretler içinde kalırsınız.

Ve ne komikti biliyor musunuz? Özal’ın tam karşısına Erdal İnönü’yü koymuşlardı? Özal şişman mı şişman, İnönü tam aksine zayıf mı zayıf. Alın size Türk usulü Lorel-Hardy seyirliği.

Son zamanlarda bir zehirlenme iddiasıdır gidiyor ya, bana sorarsanız bunlar hep lâf-ı güzaf, boş laf yani. Yeri geliyor, genç bir insanın bile kalbi duruveriyor artık şaşırmıyoruz da, Özal gibi 66 yaşında defalarca kalp ameliyatı olmuş, by-pass ameliyesinden geçirilmiş, üstelik de kilolu mu kilolu bir insanın kalp krizi sonucu vefat etmesine hiç şaşırmamalıyız.

Ölümünden sonra, Özal’ın adı pek çok okula, sokağa, caddeye verildi. Okuma, araştırma meraklısı olmayan kimi gençler şimdi bu tabelaları görünce, “Özal da kimdi yahu” diyorlar. Bizde böyledir. Her yere bir isim veririz sonra da o isimleri unuturuz. Esasen, bizde herkes sözlü kültürde, yazıya dökülmemiş hatıralarda yaşar, dillerde nâm salar.

Özal dönemi benim çocukluk hatıralarımda çok mühim yer tuttuğu için, o yıllara ait başka ilginç konuları da başka yazılarda paylaşma ümidiyle diyerek yazıma şimdilik üç nokta koyuyorum… 


GENÇ'ın Yazısı.