Engel Olduğumuz Canlar
Ülkemizde, engellilerin toplumsal hayata katılmalarının önündeki engellerin fazlalığı, bizim onları gündelik hayatta görme sıklığımızı da derinden etkiliyor.
Geçtiğimiz ay akülü aracıyla kaldırıma çıkamadığı için yoldan giderken, o sırada yanından geçmekte olan çöp arabasının altında kalarak hayatını kaybeden insanımızın haberi, hepimizi derinden üzdü. Her ölüm haberi ile farklı duygu ve düşünce boyutlarına dalıyoruz. Ölenin bir engelli olması, bu durumun ihmalden ve bir yok saymadan kaynaklanıyor olması, insanın merhamet duygularını acıyla dağlıyor.
Engelliler, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal hayatın gereklerine uyamayan kişilerdir. Türkiye’de engelli sayısı ile ilgili birçok rakam ve istatistik mevcut. Konsensus Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nin Nisan 2002 yılında hazırladığı rapora göre 2000 yılı nüfus sayımına göre, Türkiye nüfusu 67.844.903 kişi ve Türkiye’nin hane halkı büyüklüğü 4,64 kişi olarak hesaplanmakta. Buna göre Türkiye’de 15.204.227 hane bulunmakta. Yapılan araştırmaya göre her 100 haneden 5,4’ünde yani 821.028 hanede engelli vatandaş olduğu saptanmış. Bu hanelerdeki ortalama engelli sayısı 1,12 kişi. Buna göre, Türkiye’de 922.202 engelli vatandaş olduğu hesaplanıyor. Bu rakam, o tarih için Türkiye nüfusunun %1,4’ünü ifade ediyor. Ülkemizde, engellilerin toplumsal hayata katılmalarının önündeki engellerin fazlalığı, bizim onları gündelik hayatta görme sıklığımızı da derinden etkiliyor. Engellilik sadece bu sorunu yaşayan kişiyi değil, ailesini ve yakın çevresini ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak da etkileyen bir mesele. Engellilerin yarısının 34 yaşından küçük olması, eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin yanında bir işe yerleştirmeleri açısından da önem arzediyor.
Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanı üstün kılan kriterler fiziki değil manevi özellikleridir. Onları dışlamak, onlara ilgisiz kalmak, yardım etmemek insanî ve ahlakî değerlerle bağdaşmaz. Hz. Peygamberin engellilere önem ve değer verdiğinin en güzel örneği onlara kamu alanında görev vermiş olmasıdır.Böylece onları topluma kazandırmaya çalışmıştır.
Hz. Peygamber, görme engelli olan ve hicretten önce Medine’de Kur’an öğreticisi olarak görev yapan Abdullah b. Ümmi Mektûm’u, Mescid-i Nebevî’de müezzin olarak görevlendirdiği gibi, Veda haccına ve Uhud savaşına gidişi de dâhil çeşitli zamanlarda Medine dışına çıktığında 13 kez yerine vekil bırakmış, namazları o kıldırmıştır. Yine Hz. Peygamber’in önde gelen sahâbîlerden Muaz. b. Cebel’i ortopedik engeli olmasına rağmen Yemen’e göndermesi kayda değer bir olaydır. Topal/ortopedik engelli bir sahâbî olan Amr b. el-Cemûh, yükümlü olmadığı halde azimet yolunu tercih ederek Hz. Peygamber’den savaşa katılma izni almış ve şehit olmuştur. Hz. Peygamber savaş esnasında onu görmüş şöyle demiştir: “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken görüyor gibiyim.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 299.)
Bu örnekler, engellilerin toplumdan tecrit edilmemeleri, yeteneklerine uygun alanlarda istihdam edilerek üretmeleri, ideallerini gerçekleştirmeye yardımcı olunması için hikmetli göstergelerdir. Nitekim günümüzde de, pek çok engellinin arzu ettiği şey budur ve onlar toplumun kendilerine acımalarından rahatsız olmaktadır. Birçoğu tüketici olmayı değil, kendilerine verilen imkânlar nispetinde üretici olmayı tercih etmektedir. Birincisinde çoğu zaman hayata küsme, kabuğuna çekilme söz konusu iken, ikincisinde kendilerini daha mutlu ve umutlu hissetmektedirler.
Ali Can'ın Yazısı.