Kucağımda tuttuğum kedicikten oradakilere bahsetmeye başlayınca, içlerinden biri sözümü keserek îmâlı bir soru sordu: “-Evden mi getirdiniz, sokaktan mı?” “-Sokaktan alıp bakılan kedilerin içinden ayağı hasta olanı getirdim.” deyince, hepsinin sevindiğini hissettim..

Bir yakınıma, yeni satın aldıkları köpeklerini görünce, merakımdan fiyatını sordum. “-Bedâva!” dedi.. Şaşırdım.. “-Belediye’nin Hayvan Barınağı, talepte bulunanlara hemen beğendiğini veriyor.” diye devam etti.. İşin biraz ayrıntısını sordum; duyduklarım, içimi burktu.. Kafama koydum sonra; “-İnşallah oraya gideceğim..” dedim..

Yakın bir zaman sonra, bir başka dostum, sokaklarından evlerine aldıkları birkaç yavru kediden birinin arka sağ ayağında bir sıkıntının oluştuğunu, kendilerinin de tedaviye muktedir olamadıklarını söyledi..

Siz, yeter ki bir hayra niyet edin.. Allah derhal onu işlemeniz için sebepler yaratıveriyor..

Önce, temin ettiğim telefon numarasını çevirip, barınağı aradım.. Görevliye, hem bir maruzatımın olduğunu, hem de orada bulunan hayvanları ziyaret etmek istediğimi söyledim. “-Buyurun.” dedi, adres tarif etti kendince.. “-Hayvanlar müsait değil mi? Rahatsızlık vermiş olmayayım.” deyince, önce anlamadı, sonra gülüştük..

O kediciği aldım ve sora sora, biraz da arayıp bularak, şehrin dış kısmındaki belediyenin hayvan barınağına gittim.. Büyük kafeslerin önünde park ettiğim arabadan inince, gözlerim doldu birden.. Zaten nâdir gelen yabancı insanları görünce, ayaklanıveriyor onca kedi köpek.. Özellikle, sokaklardan alınıp getirilen köpeklerin dışındaki hemen her köpek kafes tellerine tırmanmaya çalışıp sevgi, güven ve rica aromalı havlamalarıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyor size..

Sonra kediler.. Sırnaşık tavırlarla içeriden size doğru yöneliyor ve cilve içerikli miyavlamalarla, size sanki, terkedilmişliğini anlatmaya çalışıyor.

Aslında hepsinin yediği önünde, yemediği arkasında.. Ama onlar, hevesine mağlup insanlar tarafından bir müddet el bebek gül bebek bakılmış, sevilmiş, büyütülmüş, sonra gerek yaşlandıkları için, gerekse heves kayıplarından ötürü ya sokağa bırakılmış, bu işin bilincinde olan insanlar tarafından buraya getirilmiş, ya da her nasıl bir şekilde olduysa bu kafeslerin içine dahil edilmiş.

Hayvan Barınağı, birkaç dönüm alanda kurulu aslında.. 1000’den fazla köpeğin, 240’tan fazla kedinin, Akdeniz’in kıyılarında bakıma muhtaç düşmüş kimi uzun, kimi çukur gagalı iri kuşların, şahin ve kartalların da aralarında bulunduğu her bir cins için mümkün mertebe hayat şartlarına uygun koşullar oluşturulmuş.. Kafesler, kulübeler, gölgelikler, çeşitli eğlencelikler… Ama, hayvan için bile olsa, o özgürlük dediğiniz şey, alanı kabul ediyor da, sınırı pek sevmiyor işte..

Kucağımda tuttuğum kedicikten oradakilere bahsetmeye başlayınca, içlerinden biri sözümü keserek îmâlı bir soru sordu: “-Evden mi getirdiniz, sokaktan mı?” “-Sokaktan alıp bakılan kedilerin içinden ayağı hasta olanı getirdim.” deyince, hepsinin sevindiğini hissettim..

“-Demek ki, barınak, insanların, hayvan teslim etmeleri gereken bir yer değil.” diye geçirdim içimden. Orası, sahipsiz, hasta, bakıma muhtaç hayvanların tedavi, hatta ameliyat edilebildiği, bir sahipleneni çıkmazsa orada ömürlerini geçirmeleri imkanının sağlandığı bir yer..

İnsanları düşündüm sonra.. Hayvanları düşünen insanları.. Onları düşündüğü için değil, zevkini, sefasını, eğlencesini düşündüğü için kedi köpek sahibi olanları.. Sonra hayvanları hiç düşünmeyenleri düşündüm.. Gerçi hoş, insan kitlelerini tek bir düğmeyle ortadan kaldıracak kadar zalimleşmiş sözde insanların ısıttığı bir dünyanın kaynayanıyız ama biz, bize göre biz değiliz bu konuda şu an..

“Evin içinde köpek besleme!” diyen inancımız, ‘başka yerde besleme’ demiyor, bilakis, alâkaya teşvik ediyor.. Ecdâdımıza bakıldığında, kış günlerinde yiyecek bulamayarak açlıktan ölme tehlikesi yaşaması muhtemel vahşi hayvanlar için bile dağa, taşa ormana hayvan yiyecekleri bırakma âdeti, şu an hâlâ tüyleri diken diken etme hissiyatını tâze tutuyor.

Gönüllülük faaliyetlerinin her birinin prim bütçelerini git gide genişlettiği bu devirde, sokak köşelerine konulmuş kaplara iliştirilen “ağzımız var dilimiz yok” türünden hayvan edebiyatına ciddi bir şekilde kulak asmaktan başlayıp, kuş evlerini tekrar bu hayatın bir parçası hâline getirmek, bir kediyi sahiplenmek, bir köpeğe “ikramda bulunmak”, balıkları bile düşünmek, bize, kuşkusuz, o hep bahsettiğimiz “kendimiz”e dönüş yolunda hatırı sayılır bir mesafe kazandıracaktır.

Ki öyle değil mi? Daha önce ilgilenilen ayağı rahatsız bir köpeğin, bir zaman sonra ayağı rahatsız başka bir köpeği, kendisiyle ilgilenene getirdiği menkıbesini biz hep okuyacak veya dinleyecek miyiz?


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.