Carl Theodor bu kadar zahmete ve masrafa rağmen yazlık sarayına sadece beş saat uğramış. Tarihin akışı içinde Napolyon’un idarecilerine ev sahipliği yapmış. Konserlerde milyonlar girip çıkmış. Sokak köpeği bile yanımdan salına salına geçmiş ama saray sahibine yâr olmamış.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden doğan şehir hızla ayağa kaldırılmış. Bugün gezgin turistlerden daha çok fuara gelen işadamlarını ağırlıyor. Oysaki onun yaşlı bilge yüzünü tanımak için çok değil iki gün bile yeterli.

Ren nehrinin kenarında Altstadt (Eskişehir) tarihine uyumlu tekrardan inşa edilmiş. Düseldorf’un modernliğinden uzak ara sokaklarda gezinirken birden sadece yayalara açık olan Promenade’ye çıkıyorum. Yol sanat eserleri ve ceşitli sergilerle süslü. Kaldırımlar, sokağa taşan kahveleriyle nehrin kıyısında uzanıyor. Caddenin sonunda Burgplatz Kulesi görünüyor. Berg kontunun kalesi zaman içinde barok bir saraya dönüşse de bir yangınla toprağa karışmış. Ayakta kalan bu kulenin üst katındaki kahveye çıkmadan olmaz. Manzara görülmeye değer. Hemen yanındaki St Lombertus Basilika’nın kıvrık minaresi yükselir. Efsaneye göre minare düz inşa edilir. Masumiyetin simgesi beyaz gelinliği giyen ama hiç de buna layık olmayan gelinlerin fütursuzluğundan utanıp başını çevirir. Oysaki günümüzde olanlara baksa utancından yerle bir olurdu. Kulenin her camından şehrin farklı manzarasını görmek mümkün. Ren nehrine sıralanmış gezi botları, modern mimarisiyle semalara uzanan TV kulesi, karşı kıyıdaki lüks villalar. Fuar zamanı botlar nehir gezisine çıkmayı bırakmış, otel olarak şehre gelen iş adamlarını ağırlıyor.

Kule heryerde kule ama kültürler, dürtüler, coşkular farklı. Hani Galata’ya çıkarsın rüzgâr yalayıp geçerken yüzünü tüm enerjisini sana verir. Kız kulesinde tuzlu havayı içine çeker hafiflersin. Biz özgürlüğüne düşkün bir milletiz. Açık havayla bağlantımızı koparamayız. Almanların emniyet korkusuyla kapayıp kilit vurdukları camlar arkasından manzara seyretmek bize göre, hele bana göre hiç değil.

Düsseldorf’un popüler simgesi olan parande atan çocuklar sokakları neşelendirir. Hikayeye göre savaş sonrası zaferle dönen askerleri bekleyen çocuklara Berg Kontu seslenir: “Babalarınızın dönüşüne ne kadar sevindiğinizi gösterin.” Ve minikler parende atmaya başlarlar. Bunun anısına yapılan eski bir çeşme de hemen kalenin yanında yer almakta.

Bert Gerresheim’in yapmış olduğu City Monument şehrin tüm tarihini 1208’den başlayarak yapılan anlaşmalardan ayaklanmalara, üretilen yiyeceklerden kullanılan savaş gereçlerine kadar bir bronz heykelde anlatır. Biraz ilerde 16. yüzyıl tarihli belediye binası ve atının üstünden yıllara meydan okuyan Jan Wellem’in heykeliyle selamlaşıp eski şehirden ayrıldım. Şehrin modern yüzü olan Königsallee hemen bir sokak ötede. Tüm markalar sıra sıra dizilmiş yorulanların dinlenmesi için kafeler ve lokantalar hazır beklemekte.

Düsseldorf’ta şehir turları çok gelişmemiş. Bu yüzden Benrath sarayına tramvayla kendim gittim. Toplu taşıma saat gibi işliyor ve rahat. Sarayın bahçesi ulu ağaçlar, yeşillikle kucaklaşan havuz ve kuş sesleriyle muhteşem bir harmony oluşturmuş. Bahçenin girişinde beni ilk karşılayan gölette kuğular sarayın yansımaları arasında dans ederken, sonbaharın kokusu sarıp sarmalıyor etrafı. Yaprak yağmuru ıslatmadan sarı nehirler oluşturuyor bahçede. Sarayda simetri tüm ayrıntılara işlemiş. Kapı yapılmışsa hemen karşısına ikizi eklenmiş. Arkası duvar olsa bir işlevi olmasa bile önemli değil. Simetri bozulmamalı. Aynalar karşılıklı konulmuş. Aralarında durup baktığımda sonsuza uzanıyor ve bir adımda sınırlı dünyama geri dönüyorum. Carl Theodor’ un dairesiyle eşininki karşılıklı. Barok stili odolar birbirinin aynı döşemede farklılıklar gösteriyor. Hizmetlilerin odaları asma katla sarayın içine gizlenmiş. Duvarlar kapı olmuş. Çağrıldıklarında hemen gelip istenmediklerinde yok olabilmeleri sağlanmış. Carl Theodor bu kadar zahmete ve masrafa rağmen yazlık sarayına sadece beş saat uğramış. Tarihin akışı içinde Napolyon’un idarecilerine ev sahipliği yapmış. Konserlerde milyonlar girip çıkmış. Sokak köpeği bile yanımdan salına salına geçmiş ama saray sahibine yar olmamış.


Hande Berra'ın Yazısı.