Fatih Gazioğlu

Ufuk açıcı sohbetleriyle bilinen, son dönemin ismi parlayan akademisyenlerden biri olan Dr. Mehmet Çelik, sosyoloji, medeniyet analizleri, felsefe ve şiir üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. Ülke TV’de yayınlanan Meksika Sınırı programıyla hatırı sayılır ‘genç’ bir izleyici kitlesi de bulunan kıymetli hocamızla ‘popüler kültür’ ve ‘muhafazakârlık’ üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Doç. Dr. Mehmet Çelik Kimdir? 1969 Van’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.1992 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne (YYÜ) Araştırma Görevlisi olarak girdi. 1998 yılı Nisan ayında İstanbul Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsünde doktorasını tamamladı. Yazı ve şiirleri birçok dergi ve gazetede yayınladı. 1994 yılında çıkmaya başlayan “Hazan” dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Siyaset, ekonomi, sosyoloji, medeniyet analizleri, felsefe ve şiir üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınmaktadır. Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Almanya Essen Üniversitesi, Kemerburgaz Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Halen Bahçeşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Çok iyi derecede Almanca, Farsça ve Arapça biliyor.

opüler kültürün olumsuz etkileri karşısında gençler kendilerini sizce nasıl korumalı? Gençler, dünya insanı mı olmalı yoksa sadece geleneksel değerlere mi bağlı kalmalı?

Önce popüler kültürü tanımlamamız lazım. İrfanî olmayan, tüketim malzemesi haline getirilmiş olan bir pop bilgidir. Bu pop bilgide, pop bilgisiyle klasik irfan arasında ne fark vardır? Örneğin kağıt mendil diye bir şey var. Yüzyılın büyük icadıdır mesela, kullanılıp atılmak içindir. Ona hiç kimsenin saygı duyduğu falan yok. Eskiden Anadolu’da genç kızlar yavuklularına mendil işlerlerdi. Ve o işlenen mendil de, koyunda hıfz edilir, koklanır ve bir hatıra olarak saklanır. Bir şey hatırlatmak, bir yakınlığı, bir aşkı bir mutlu anı hatırlatmak içindi. Hatta onunla ilgili türküler vardır “Yârin çevresine sardılar beni” diye... Çevre dediğimiz şey burada, genç kızların kendi saçlarıyla mendilin etrafına işledikleri nakışlı mendile denir. Kağıt mendile yani sil ve at mantığına gelindiğinde tabii ki popüler kültür gelip geçici muvakkat ve zamanı silip götürdüğü, irfanî derinliği olmayan bir alet kültürüdür. Çünkü epistimologlar yani bilgi teorisyenleri derler ki, bilgi arttıkça bilgelik azalır. 1945’ten 1990’a kadar geçen 45 yıllık süreçte insanlık tarihinin 20 bin sene içinde ürettiği bilginin 40 katı üretilmiştir. Ama bu dönem içerisinde dünyayı yerinden sarsacak bir bilge, bir yüce, bir filozof ya da çok büyük bir arif dünyada görülmemiştir. Nedeni, çünkü bu bilgi alet bilgisidir ve insanı çeldiren bir bilgidir bu. Sadece Japonya’da yılda üretilen icatların 60 bini bulduğunu varsaydığımızda; 60 bin yeni kelimenin kafaya girmesi ve kafanın bir ‘kusmuk’ bilgisiyle dolması manasına gelir. Bu 60 bin yeni kelime insanı tüketimin çok güzel bir malzemesi haline getirir.

Bir ‘muhafazakârlık gençlik’ kavramıdır gidiyor. Peki, gençler neye göre muhafazakâr olmalıdır? Batılı anlamdaki muhafazakârlık kavramı ne demek?

Batılı anlamdaki muhafazakârlık konservatizm, bir defans ideolojisidir. Bir ihtiyar ideolojisidir. Kendini sürekli suçlu hissetmedir. İslam alemi 200 yıldan beri net olarak çok büyük bilgi üretemediği için, batının ürettiklerine reddiyeler yazarak kendini ifade etmeye çalışıyor ki bu bir defans ideolojisidir. Oysa İslam dinamik bir dindir. Muhafaza edilmesi gereken İslami sabitelerdir. Yoksa muhafaza edilmesi gereken ‘din’ diye algılanmış olan gelenek değildir. Elbette sahih gelenek çok önemli ve gerekli bir kültürel gelenektir. Sahih gelenekten kurtulmamak ondan kopmamak gerekir.

ÇAĞA GÖRE DİN OLMAZ

İslam dininin her döneme ve her çağa söyleyecek bir sözü mutlaka vardır. Buradaki temel sıkıntı şu; çağa göre din olmaz. Çağın getirdiği problemleri, meseleleri dine göre açıklamak diye bir maksat hasıl olabilir. Çağa göre din demek, dinin sabitliğini bir yerde baltalar. Akla göre din olmaz. Bilime göre din olmaz. Çünkü bunlar değişkenlerdir. Bilim her gün kendisini yeniden kurguluyor, birçok kere kendini yalanlıyor. Birçok kere kendini yanlışlıyor. Dolayısıyla ebedî ve ezelî bir hakikat olan dinin çağın gereklerince yorumlanması bir din tahribatına yol açar. Çünkü mücedditlerin hiçbirisi reformist değildir. Mücedditler restore işine girmişlerdir.

İslami jargonda reform ile restorasyon arasındaki fark nedir?

Şöyle bir fark vardır. Restorasyonda yıkılan bir eser ya da zarar görmüş bir eser kendi içerisindeki parçalarla onarılır. Dışarıdan parça alınmaz. Yoksa dışarıdan alınmış parçayla bir yama yapmak şekli ile formu bozulmuş bir müesseseyi canlandırmaya çalışmak, reformdur. Reform da İslam için gerekli bir şey değildir. Çünkü Bakara Süresi’nin 56’ıncı ayetinde Hak Teâlâ ‘Yaş ve kuru ne varsa bu açık kitabın içindedir’ diye buyurur. Kur’ân’ı Kerim Allah tarafından korunacağı vaadiyle indirilmiş bir kitap olduğu için, Tevrat ve İncil’in başına gelen tahrifata ve bozulmaya da şükürler olsun uğramadı, bu yüzden de İslam’ın bir reforma ihtiyacı yoktur. Çağın bir reforma ihtiyacı vardır. Çünkü çağ ruhunu kaybetmiş bir çağdır.

‘YARADANDAN ÖTÜRÜ, YARADILANI SEVMEK’ HÜMANİZM DEĞİLDİR

Dünya vatandaşlığı sahte bir kavramdır. Ve adına hümanizm denilen olgu bizim toplumumuza ait bir kavram değildir. Bizim toplumumuz insanı severken hümanist olmaz. Bizim insanımız sevdiğinde Allah’ı sevmek için insanı sever. Bizdeki ‘Yaradandan ötürü, yaradılanı sevmek’ sözü bir hümanizm değildir. Çünkü hümanizm, Hıristiyanlıktaki insanın günahkar doğduğu fikrinden hareketle insanı ‘Tanrı’ya karşı savunmak amaçlı bir şeydir.


GENÇ'ın Yazısı.