Dağda Nâzil Olan Kur`ân`ı Şehirde Nasıl Okuruz?
Tabiatın içinde yaşayan insanoğluna tabiat ortamı içinde nazil olan ve bugün beton yığınları arasında okuduğumuz kitabın, bizi faklı varlıkların dünyalarına da çağırdığını unutmamalıyız. Deveye veya tavuğa bakmak, açgözlü bir kurdun avını seyri gibi olmamalıdır.
Dünyanın manen karardığı bir dönemde şehirlerin anasında, dağın tepesindeki HİRA mağarasında, ilk vahiy; “Yaratan rabbinin adıyla oku!” diyerek geldi.
İçindeki ayeti celilelerde sıklıkla; dağlara, semaya ve mahlûkatın harikulade özelliklerine bakmaya çağıran Rabbimiz, kelamı ilahinin iç yüzünü, bir de tabiatta gizlenen esrarda okumayı istemiştir. Bizim için cansız ve duygusuz bir halde durdukları zannedilen bu yaratıklar, acaba ayetlerde nasıl yer bulmuş diye baktığımızda, aklımızı donduran gerçeklerle yüzleşiyoruz.
Ahzab Sûresi’nde bu kutlu emanetin göklere ve yere teklif edildiği ama onların bu yükün altından layıkıyla kalkamama endişesiyle bundan çekindiği haber verilir. Haşr Sûresi’nde ise, “Şayet biz bu Kur’ân’ı dağlara indirseydik, sen onların Allah’ın haşyetinden paramparça olmuş olduğunu görürdün” ifadesinde, bizim idrakten aciz kaldığımız ilahi bir ağırlığa dikkat çekilir.
Yer ve gök ise, Duhan Sûresi’nde haber verildiği üzere Firavun ve adamlarının arkasından ağlamamıştır. Demek ki güzel insanların arkasından ağlıyorlar…
Biz duymasak da Rabbini hamd ve tesbih eden ve onun emirlerine boyun eğen bir tabiatın varlığı, yeterince emre amade olamayan gafil insan için bir örnek olmalı. Zira Bakara Sûresi’nde bir taş tanımı ve tasnifi yapılır ki, insan bunun karşısında taş gibi donar kalır. Zira “Bazı taşlar yarılır ve içinden ırmaklar fışkırırken, bazısı da Allah korkusuyla yerinden düşer.” Ama taştan daha sert ve kaba bir kalbe sahip olan insan için durum böyle değildir.
Kazık gibi yerlerinde sağlam olduğunu sandığımız dağlar bir gün yürütülecek, renkli pamuk gibi atılacaktır. Onların Rablerine olan itaati yeni değildir. “Duman halinde olan göğe ve arza isteyerek veya istemeyerek gelin denilmişti, onlar da isteyerek –itaat ederek – geliyoruz” demişlerdir.
Allah, her gün gördüğümüz için sıradanlaşan bir kısım tabiat olaylarına (güneşin doğmasına, karanlığın basmasına, soluk soluğa koşup ayağından kıvılcım çıkaran atlara, zamana…) yemin etmiştir. Biz bu yeminlerde, hem yeminle teyit edilen konunun önemini, hem de yemin edilen şeyin değerini anlarız. Yıldızlar göğün kandilleri ve insanlar için yön bulma aracı olarak tanıtılırken, onların “şihab” yani yasak bölgelere girmeye kalkan şeytanların arkasına atılacak ateş topları olacakları da bildirilir.
Her gün karşılaştığımız ve sıradanlaşan hayvanlar ise bambaşka bir dünyanın habercileridir. Zira Allah, sıkça deveye bakmamızı emreder. Yaratılışındaki mucizevî özellikleri, Allah Rasûlü’nün önüne gelip, gözyaşı dökerek derdini ona hal lisanıyla anlatması, peygamber gören ve ona itaati örneklendiren akıllı bir canlı görüntüsünü sergiler.
Salih insanlardan ayrılmamayı kendine bir hedef bilip onlarla 309 yıl bir mağarada uyuyan ve salihlerle beraber olmanın eşsiz hazzını tarif eden köpek, Kur’an’ın özel olarak zikrettiği hayvanlar arasındadır.
Ebrehe ordusundaki fillerin Kâbe’ye doğru son hücumda yürümemeleri, Ebabil kuşlarının özel “siccil” taşlarını sahiplerine atmaları, Nemrut ve avenesinin sinek ordusu tarafından helaki, bize bildiğimizden öte bir âlemi işaret eder.
Hz. Süleyman’ın ordusunun geçiş esnasında karınca reisinin Peygamberi bilen ve tanıyan tavrıyla “Süleyman ve ordusu belki size bilmeden zarar verebilirler” diyerek kavmini uyarması, bir peygamber ve ona inanan “mümin kul” tanımlamasını da yapar. Zira onlar bilerek karıncayı bile incitmezler.
Tabiatın içinde yaşayan insanoğluna tabiat ortamı içinde nazil olan ve bugün beton yığınları arasında okuduğumuz kitabın, bizi faklı varlıkların dünyalarına da çağırdığını unutmamalıyız. Deveye veya tavuğa bakmak, açgözlü bir kurdun avını seyri gibi olmamalıdır. Müslümanca bir bakış, yaratılanın ardındaki hikmeti ve onu yaratanı görmek, ondan kendi hayatı ve ulvi vazifeleri için dersler çıkarmaktır.
Kendi üstünlük ve gurur gözlükleriyle hayata ve olaylara bakanlar için; kulluğun terki hayvandan da aşağı bir seviye ile derecelendirilecektir.
Haşim Akın'ın Yazısı.