Toskana zevkin, zarafetin ve sürprizlerin vadisi. Üst üste yığılmış tepeleri, yeşilin her tonunu barındıran bitki örtüsü, kıvrılarak akan nehirleri ve göz alıcı tarihi villalarıyla çok çekici. İtalyan sofrasının sıvı altını bu vadide üretiliyor.

Toskana’ya sonbahar gelmişti. Ressamlara ve mimarlara ilham veren Ekim ışıkları toprağa düştü. Vadinin yeşil tonları sarardı. Kışa hazırlandı yapraklar. Mevsimlere meydan okuyan ağaçlar yemyeşil uzandı gökyüzüne. Güneş zeytinleri olgunlaştırdı. Üzümler sirke, başaklar saman, zeytinler yağ olduğunda portakallar renklendirdi vadiyi.

Siena’nın merkezine arabayla girmek yasak. Demir bariyerler konulmamış, betondan kaldırımlar yok sadece duvarda küçük bir işaret. Eski şehrin içinde bir otelde kalıyorsanız yayaların şaşkın bakışları arasında kapıya kadar gidebiliyorsunuz. Avrupa’nın en büyük meydanlarından birine sahip Siena çok güzel bir şehir. Floransa’da başlayan Rönesans bütün İtalya’yı kasıp kavururken Siena’nın gotik stili bu akıma yenilmemiş. Köşeler tamamen yok olmadan karanlıklar renklenmiş.

Siena ihtiyaca göre gelişi güzel genişlemiş bir Ortaçağ kenti. Taksi bulmak imkânsız ama her yere yürüyerek ulaşmak mümkün. Duomo İtalya’nın en görkemli katedrali. Taş zemin, halı titizliğiyle döşenmiş, mermer incecik nakışlanmış. İncil’den sahneler, alegorik betimlemeler görülmekte. Sadece katedral değil hastane, müze ve vaftizhanesiyle bir kompleks. Meydanlar İtalyanların buluşma noktası. Romalılardan kalan bu alışkanlık hâlâ devam etmekte. Ferforje balkonlar, evlerin kapısı, geniş pencereler yüzlerini meydana dönmüş. Panjurlar açık. Yarım ay şeklindeki meydanın etrafı kafelerle çevrili. Kahverengi ve kızıla çalan sarı renkler hâkim Siena’ya. Karşımda Palazzo Publico hükümet binası. Attığım ekmekleri güvercinler kanat çırparak kapışırken, rüzgârı yüzümü yalıyor. Güneş sivri kulelerin arkasında kaybolduğunda kahvemin kokusu her şeyi unutturuyor.

Yüksek tavanlı, kırmızı panjurlu bir otelde kalıyorum. Sabahın ilk ışıklarıyla panjurları açtım. Sakin ışıklar süzüldü odaya. Rüzgâr kırların kokusunu taşıdı. Doumo’nun kubbesi parladı. Kiremit taşlı bazilikadan kuşlar havalandı. Vadiye uzanan evler uykuda. Akşam tek tük dolu olan teraslar boş ve sessiz. Vadiye güneş ulaşamadan bir kuş daha uçtu.

Toskana zevkin, zarafetin ve sürprizlerin vadisi. Üst üste yığılmış tepeleri, yeşilin her tonunu barındıran bitki örtüsü, kıvrılarak akan nehirleri ve göz alıcı tarihi villalarıyla çok çekici. İtalyan sofrasının sıvı altını bu vadide üretiliyor. Her sabah bavullarımızı kiralık arabaya yükleyip akşamları farklı otellerde kalarak vadiyi geziyoruz. San Galgano’da katedral yıkıntılarını gezdikten sonra zeytin yağı üreticisinin tarihi villasına vardık. Sadece on iki odası olan bu otel sıra sıra dizilmiş selvili yolu, çimlerin üstündeki demir bankları, sütunlarla çevrili terası ve vadiyi seyreden balkonlarıyla yüz yıl evvelini yaşatıyor bize. Terasta gece yakılan fenerlerin yerini sabah kır çiçekleri alırken taze pişmiş ekmek kokuları yayılıyor etrafa

Bağlarıyla ünlü Chianti tepelerinden ortaçağın gökdelenler şehri San Gimignano’ya doğru yol alıyorum. Surlarla çevrili minik bir kasaba. Ara sokakları sürprizlerle dolu. Tüccarların ve aristokratların kuleleri mistik bir hava katmış. Camlardan sarkan renkli çiçekler, kemerli kale kapıları ve meydanın ortasındaki kuyu şehir yaşamını tamamlıyor. Küçük yerel dükkânları incelemeyi çok severim. Toskana’ya ait tahta tepsilere desen çizen genç bir kızla, rengârenk mumları bahar dallarına dönüştüren anneanne ve torunuyla, babasından öğrendiği dondurma tarifini sır gibi saklayan Alfredo’yla tanışma fırsatım oldu. Gezip görerek tanımak yetmez bir kasabayı. Bir muma şekil vermek, dondurmaları lezzet ustasıyla beraber tatmak gerekir. Çileğin, limonun ve bademin hikâyesini anlatır ama karamelin tarifini asla vermez.


Hande Berra'ın Yazısı.