Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi

Bu siteyi ekseriyetle gençler takip ettiğine göre, evvelâ gençlere sesleniyorum: Memleketimizde ilk gazetenin isminin takvim olduğunu biliyor muydunuz? Olayların düzenlenişi gibi bir mânâ ifade eden Takvim-i Vekayi ilk resmî gazetemiz olma hüviyetine sahip.

Takvim kelimesi düzeltme, doğrultma anlamına gelir. Esasen, bu ilk gazeteden ilham alarak olacak, duvar takvimleri de yüz yıldan fazla zamandan bu yana bir nevî gazete işlevi görmektedir.

O eski tarihî takvimlerden kala kala bir Maarif Takvimi kaldı. Bu takvimi basan Maarif Kütüphanesi Cağaloğlu’nda hâlâ faal. Takvim de basılıyor. Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye inerken, Takvim-i Ragıp’ın tabelasını da görebilirsiniz başınızı çevirip yukarı baktığınızda. Eh işte hepsi bu. Geriye pek bir şey bırakmamışız anlaşılan.

Bizde takvim geleneği oldukça köklüdür. Bugün bile her sene başında harıl harıl takvim basılır. Bir heves duvarlara asılır. Ama gelin görün ki, gerek günlük hayatın hay huyu, gerek okuma özürlü bir millet oluşumuzdan ekseriyetle duvarda nisyana terk edilmiş bir nesne olarak kala kalır o güzelim takvimler. Sütunlar arasında, o gün doğan çocuklara isimler tavsiye edilir; o günün yemek menüsü verilir; özlü ve ibretli sözler neşredilir; gel gelelim, kimse bu sözlerden ibret almaz. Hâlbuki eskiden öyle miymiş acaba? Kim olumsuz hislerce kuşatılsa, o ân takvimdeki ibretli bir söze, bir hadis-i şerife göz atmasıyla şöyle bir hizaya gelmez miymiş?

Takvim biriktirmeyi severim. Yıl başında gelen takvimleri sayfalarını hiç koparmadan bütün olarak saklar, yıl boyunca kitap gibi açar açar okurum. Arşivimde bol miktarda eski tarihli takvim sâhifecikleri de bulunur ki, bunlar içinde en kıymetlisi 25 Nisan 1925/25 Nisan 1339 tarihli takvim parçasıdır.

Belki çağ değişti, takvimler hâlâ bolca neşrediliyorsa da, o eski hava kalmadı; belki o mahur beste çalmıyor artık; öfkelenince içinden ona kadar say deniyor yüze kadar saydım bana mısın demedi de diyor olabilirsiniz.

Aslında istisnasız hepimiz takvimlerin tâyin ettiği, onların şekillendirdiği bir hayatı yaşıyoruz. Yaşanan her vaka, takvimlere bir malzemedir artık. Büyük acılar gitmiş, yaraların yüreklerdeki sızısı bile yok olmuş ve olaylar artık takvimlerde birkaç satırlık yazı olarak kalmışlardır.

İsterseniz elinize herhangi bir takvimi alın ve önümüzdeki Mayıs ayını baştan sona tetkik edin. Son yüzyılda, Yüce Yaradan’ın ebediyet mefhumunda bir nokta kadar kıymeti olmayan ama biz âciz kulların tarih idrâkinde uzun mu uzun bir müddeti ifade eden şu son 100 senede, takvime ne çok vaka eklendiğine şaşar kalırsınız.

1 Mayıs, 14 Mayıs, 19 Mayıs, 27 Mayıs vs. bizler için aslında ne ifade etmektedir; bu tarihler anılınca, beynimizde nasıl çağrışımlar uyanmaktadır? Yoksa bütün bunlar bir oyun muydu?

İnşallah, önümüzdeki ay bir takvim titizliğiyle bu vakaları işleyip kendi yorumumla sizlere sunmak istiyorum. Şimdilik hoşça kalın. 


GENÇ'ın Yazısı.