Arzuhâlcinin Hâli
Vaktin birinde, Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi, Ankara’ya teşrif ederler. Burada bir güzel insanın evinde misafir olurlar. Ev sahibine, Ankara’ya, askerlik vazifesinde arkadaşlık kurdukları ve kendilerine faydasının dokunduğunu söyledikleri bir arkadaşlarını ziyaret maksadıyla da geldiklerini bildirirler.
Ev sahibi, derhal Hazret’in o arkadaşını aramaya koyulur. Öğrenir ki o şahıs, Adliye önünde küçük bir masa üzerindeki daktilosuyla ekmeğini kazanmaya çalışan bir arzuhalcidir.
Durumu ona haber verir ve kendisini evlerine, Sami Efendi ile görüşmeye davet eder. O kişi, bu teklife üzgün bir yüz ifadesiyle şu cevabı verir:
“-Ben öyle büyük bir zâtın huzuruna böyle nasıl geleyim? Siz bana adresi verin, müsadenizle ben eve gidip bir boy abdesti alayım, üzerimi değişeyim, öylece geleyim..”
Aynen öyle yapılır. İki eski arkadaş, misafir kalınan evde buluşurlar. Ev sahibinin ister istemez kulak misafiri olduğu bu kısa görüşmede tâbiri câizse, havadan sudan, eski hatıralardan konuşulur. Sami Efendi, mevzu arasında arkadaşına sadece namazla ilgili bir iki cümle tavsiye niteliğinde bir şeyler söyler. Bir müddet sonra, arzuhalci arkadaş, binbir teşekkürle müsaade isteyip gider.
Sami Efendi’nin Ankara’dan ayrılmasıyla, kendilerini misafir eden ev sahibi, hemen birkaç gün sonra, o arzuhalci ile yakınlık kurmak maksadıyla tekrar Adliye’nin önüne gelir. Bir de bakar ki onun bulunduğu masada daktilo yok ve sandalye ters çevrilip masanın üzerine yatırılarak zincirlenmiş.
Merakla oradakilere o arzuhalcinin nerede olduğunu sorar. Aldığı cevap kendisini hayrete düşürür: “
-Bir iki gün oluyor; sizlere ömür, kaybettik onu..”
O an, o büyük zâtın, vefâ duygusunun yüceliğinin de idraki ile sevinci de hüznü de bol, tarif etmesi zor duygular yaşar.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.