Çarşıdan dönerken yol kenarındaki dolmuş durağında beklediğini gördüm. Arabayla yanaşıp içeriden kapıyı açıp buyur ettim. Gideceği yere götürmekteki kararlılığımı anlayınca arabaya bindi ve hemen elime 3-5 yer fıstığı tutuşturdu.

“-Çok hareketlenmeden yeyiver yavrum.” dedi.

Bu ara kalabalık çarşı trafiğinde, arabayı hareket ettirmiştim. Fıstıkları, parmaklarımın arasında sürtünme ile soydum ve o çok ince kabuklarını bir an nereye koyacağımın şaşkınlığıyla kendi kapımı açıp aralayarak usulca asfalta bırakıverdim..

Ömrünün 40’tan fazla yılını kılı kırk yararcasına yaşamaya çalışmış Ali Hocam’ın şu cümlesiyle yüzüm en az o kabukların kırmızısı kadar kızarıverdi: “

-Oğlum bunu biz yapmayacağız. O hiçbir sıkleti olmayan küçücük kabuklar, bizim elimizden çıktığı için toprağa pek ağır gelir. Allah da sevmez, istemez bunu..”

Yine bir gün, yazın sıcağında, hararetli bir hâl ile odama girdi. “

-Bir suyun var mı bre yavrum?” dedi. “

-Hemen hocam!.. Rahatsızlığınız yoksa soğuk getireyim mi, normal mi alırsınız?” dedim.

Başını eğdi, üç-beş saniye kadar düşündü, sonra birden:

“-Nefis soğuk istiyor, sen normal getir..” deyiverdi..


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.