Bir Bardak Çayla Gelen Hidayet
Macaristan’dan İletişim Fakültesi öğrencisi Ahmet Barışçıl ile…
Macaristan`da yüzden fazla kişinin hidayetine vesile olmuş biri ile röportaj yapacağımı haber alınca çok meraklanmıştım doğrusu. Nasıl birisidir, kimdir diye epey bir düşündüm. Ahmet Barışçıl ile buluştuğum ilk andan beri kendisindeki pozitif enerjiyi hissetmek zor olmadı. Röportaj sırasında cümle kurmakta zorlanması bile buna engel değildi. Tam 6 yıl Türkçe konuşacak bir ortam bulamamıştı ama bu yüreğinin zenginleşmesine engel olmamıştı. Ahmet Barışçıl ile geçirdiğimiz keyif dolu saat içerisinde Bingöl`den Macaristan`a uzanan, oradan da yüzden fazla kişinin hidayetine vesile olan bir hayat hikayesinin ayrıntılarını öğrendik. Buyurun beraber okuyalım.
Sizi tanısak?
Ahmet Barışçıl. 1980 yılında Bingöl`ün Genç Yavuzca Köyü`nde doğdum. İlk okulu Bingöl`de okuyup Bursa`ya geldim. Bursa`da Gemlik İmam Hatip Lisesi`nin ortaokuluna kayıt oldum.
Bursa`ya ailenizle mi gittiniz?
Tek başıma, babamın bir tanıdığı aracılığı ile oraya gittim. Okurken İmam Hatip yurdunda kaldım. Liseyi de aynı yerde okudum ve bitirdim. 1999 yılında mezun oldum ve 2000-2001 yılında Macaristan`a gittim.
Eğitimin devamı olarak mı gittiniz yani?
Evet.
Neden orası peki? Ne vesile oldu?
Orda bir arkadaşım vardı, onun aracılığı ile oldu. “Ahmet, güzel bir yer, tavsiye ediyorum, gel” dedi. Mezun olduğumda İmam Hatipler açısından büyük sıkıntılar vardı. Hala devam ediyor gerçi… Ben de peki dedim ama çok sevinerek de gitmedim. Üzülerek gittim aslında.
Niçin?
Kendi ülkende okumak varken neden başka ülkeye çıkayım ki dedim. Ama burada sorunlar bitmeyecek gibiydi. O zaman kararımı verdim ve gittim.Türk toplumu olarak da dışarı çıkmayı pek seven insanlar değiliz zaten. Karanlık bir fotoğraf gibi geldi ilk başta. Niye yurt dışına çıkıyorum ki diyordum.
Kalsaydınız ne yapmak istiyordunuz?
İletişim bölümünde okumak istiyordum. Ama nasip olmadı. Bizim bir planımız vardı. Allah`ın da bir planı vardı. Allah`ın planı her zaman galip gelir işte.
Ve Macaristan`a gittiniz. Eğitim nasıl devam etti ya da etti mi?
İlk sene dil eğitimi aldım. 2000 yılında. Daha sonra kamu yönetimine yazıldım.
Sonra?
Sonra kamu bitti ve iletişime yazıldım. Hala devam ediyor eğitimim. Aslında eğitim bir vesile artık. Oradaki insanlara faydalı olabilmek, yani bir hizmet götürebilmek amacım.
Macaristan’da ilk duygularınız, ilk izlenimleriniz nasıldı?
Macar insanları gerçekten güzel insanlar. Mülayim ve kibarlar. Nüfusu 10 Milyon. 2 milyonu Budapeşte`de yaşıyor. İlk 5 ay çok zor geçti. Orda bir çevre oluşturamıyorsunuz, çünkü dil yok. Bir de şöyle bir gerçek var. Avrupa’daki insanlarla iletişime girmek Türkiye`deki insanlarla iletişime girmekten çok daha zor. Macaristan`da diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha kolay olabilir ama yine de zor değil. Uzak duruyorlar insanlara. Bunun dışında ezan duymuyorsunuz mesela. Her zaman alışkın olduğunuz o çoğunluk psikolojisi yok artık.
Bakışlar, davranışlar farklılaşıyor mu ister istemez yani?
Kesinlikle öyle. Azınlık olmak çok güzel bir psikoloji değil.
Hep bir diken üstünde duruyormuş gibi mi hissediyor insan kendini?
Aynen öyle, hatta alt yapısı olmayan insanlar için bir kompleks bile doğabiliyor. Aşağılık kompleksi. Böyle sıkıntılı bir 5 ay yaşadık ilk zamanlarda.
O sıralar dil eğitimi alıyorsunuz ve Türk arkadaşlarınızla kalıyorsunuz değil mi?
Evet. Ama 5 ay sonra orda küçük bir Türkiye oluşturmanın doğru bir düşünce olmadığına karar verdim. Çünkü dili geliştiremezsiniz ve başka insanlarla tanışamazsınız. Bunun üzerine özellikle Müslüman olmuş Macar insanları bulmaya karar verdim. Erich adlı bir arkadaşla tanıştım, Müslüman olmuş ve Yasin adını almış. Onunla tanıştım. Ve çok kısa sürede dili geliştirmeye başladım. Çok sıcak çok samimi bir arkadaştı. Onunla kalmaya başladım.
Macaristan’a gittiğinizde sizi en çok şaşırtan neydi?
İmam hatip camiasında yetiştiğimiz için, özellikle dindar insanlarla iletişime giriyorsunuz. Daha çok onlarla görüşüp onlarla buluşuyorsunuz. Macar gençlerinin %80’den fazlası ise hiçbir dine bağlı değil. Ne Hıristiyan, ne Yahudi ne de başka bir şey. Şunu diyorlar: “Mutlaka vardır bir tane güç. Ama o bana karışmasın ben de ona karışmayayım. O kendi hayatını yaşasın ben kendi hayatımı yaşayayım.” Bunları çok okumuştuk ve dinlemiştik ama orda karşılaşınca çok tuhafıma gitti. Böyle bir şeyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. İkincisi bireysellik. Herkes kendi için yaşıyor. Bunu da görmek çok farklı bir tecrübe olmuştu.
Bir başıboşluk söz konusu yani?
Evet, hatta dini bir konuyu konuşmak bile abestir gençler arasında. Şöyle bir anlayış vardır: dinle ilgilenen dinle uğraşan insanlar genellikle zayıftır. Hastadır, sıkıntılıdır. Kendi ayakları üzerinde duramamıştır, din aracılığı ile ayakta kalmaya çalışıyor. Çünkü güçlü doğası olan güçlü yapısı olan insanların dine ihtiyacı yoktur. O müstağnidir diye düşünürler. Bu bana çok eğlenceli gelmişti.
Peki bu atmosfer ortasında hizmet etme duygusu nasıl gelişti?
Dini hakir gören insanların pratik hayatta kendilerine tezat bir yaşayış içinde olduklarını gördüm. Yani güçlü zannediyorlar kendilerini ama güçsüzler; çünkü mutsuzlar, huzursuzlar, yalnızlar. Güçlü gibi görünmeye çalışıyorlar ama güçlü değiller. Bunu görünce kızamıyorsunuz onlara, belki de acıyorsunuz ve ben bu insanlar için ne yapabilirim diyorsunuz içinizden. Tabii eğer böyle bir derdiniz varsa.
Nereden başlıyorsunuz peki?
İçlerinde yaşadığım için rahat tanıma imkanım oldu. Birden bire gel ben sana dini anlatayım diyemezsin, hatta dinden bahsedemezsiniz. Özellikle Yehova Şahitleri vs, o tür insanlar zamanında kapıları çalıp bunu denemişler. Ve bıktırmışlar dinden. Bu yüzden insanlar dinlerden uzak kalmak istiyorlar. İnsanların dinden uzaklaşmalarında Hıristiyan din adamlarının vs. payı çok büyük orada. Papazlar hakkında hiçbir güzel şey söylenmez mesela.
Resmi dini Hıristiyanlık değil mi?
Öyle amma, bir kiliseye giderseniz ne olduğunu anlarsınız. Adı var kendisi yok. Bir kaç tane çok yaşlı insan vardır o kadar. Komünizm dolayısıyla biraz daha soğuklar dinlere karşı. Macarlar çok uzak kalmışlar.
Peki İslam? Ne geliyor akla İslam deyince Macaristan`da?
Medyanın yaptığı tahribat çok büyük. Düşünemeyeceğimiz kadar büyük bir tahribat. Bu sorun her yerde var. Şöyle bir dipnot düşmek istiyorum, Macaristan’da yaklaşık 200 bin Yahudi var. Hatta ikinci İsrail diye bahsederler. Bunlar ticaret, ekonomi, eğitim, kültür, sanat, medya alanında çok güçlüler ve neredeyse bu alanlar tamamen onların elinde. Çıkıp da tabii böyle bir medyada İslam güzel bir dindir diye yayın yapmazlar. Tabii çok fazla da aşırı saldırmıyorlar, çünkü bir din tehlikesi yok. Zaten Müslümanlar da çok az.
İslam`dan ilk bahsettiğiniz zaman aldığınız tepkilere vereceğiniz ilginç örnekler var mı?
Usame Bin Ladin`i resmen tanıyıp tanımadığımı soranlar oldu. (Gülüyoruz)
Yasin`e dönecek olursak tekrar, o evde mi başladı ilk hizmetler?
O ev merkez oldu. Ama o zamanlar İslam`ı anlatacak kadar bir dil birikimim yoktu. Ama şunu fark ettim ve tecrübe ettim ki İslam`ı anlatmak için dilinin olmasına gerek yok.
Hal mi?
Kesinlikle. Belki de öyle bir dönemdi o. Allah özellikle yaşamamızı istedi. İslam’ı anlatmak için dili her şartta kullanmak mecburiyet değil. Gerek yok. Mesela karşılıksız ikramda bulunmak insanlara. Arkadaşlarla buluşuyoruz muhabbet ediyoruz çay içiyoruz. Bir hal transferi oluyor.
Burada sınıfta bir yabancı öğrenci olsa, ona rağbet çok olur. Sizin oradaki durumunuz buna benzer değil miydi?
Orada yabancıların bir albenisi pek yok. Ama yine de yabancı diye insanlar merak edebiliyor. Ve bir muhabbet oluşuyor. Dediğim gibi İslam`ı anlatmak için her zaman dile ihtiyaç yok. Belki bazen konuşmak da gerekebilir. Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin çok hoşuma giden bir sözü var: “Söylemediğin zaman ahirette hesaba çekileceksen söyle.” Aslında biz Müslümanlar bunu prensip haline getirsek çok başarılı oluruz. Çünkü söyleyen insanın, çok konuşan insanın yapma gücü azalır. Ama her zaman yapan insan da çok konuşmaz. Kendini vakıf haline getirir. Öyle bir insanın kendini anlatmasına ihtiyacı yoktur.
Okuma oranı yüksek bir toplum bildiğimiz kadarı ile. Kitap konusunda bir çalışmanız oldu mu?
Evet okumayı seviyorlar. Kitap konusu şöyle gelişti: Ahmet Taşgetiren Beyi tanıyorduk gazetelerden, kitaplardan. Onunla 2003 yılında tanıştık. O da bize Osman Nuri Topbaş Hocanın İslam İman İbadet kitabını hediye etti. Biz de ilk olarak o kitabın çevirisi ile başladık. Halime Hanım (Dinler arası diyalog toplantısında tanıştığı Macar çevirmen. Toplantı akabinde İslam’la şereflenmiş) ile birlikte çalışmalara başladık. Bu kitap orada belki de İslam`ı anlatan ilk kitap oldu. İslam ile ilgili kitaplar vardı ama karalama amacı güden cinstendi. Bu kendi alanında bir ilk oldu elhamdülillah. Ve iyi de okundu diyebiliriz bu kitap.
O zamanlar Macaristan`a iyice alışmıştınız değil mi?
Evet, artık birçok arkadaşımız olmuştu. Sadece kitap çevirileri değil müzik çalışmalarımız da oluyordu. Konser verirdik.
Söylüyor muydunuz?
(Gülümsüyor) Söylüyorduk, çalıyorduk
Sosyal hayatın dışında değildiniz hiçbir zaman. Şimdi sırası gelmişken hidayet hikayelerinden bahsedelim isterseniz. En çok sizi şaşırtan bir iki örnek verebilir misiniz?
Fizikçi bir arkadaşımın hikayesi var. O bana kendi hikayesini şöyle anlatmıştı: “Ahmet ben her şeyi bilim üzerine kurmak istiyordum, Öyle bir niyetim vardı, bilime iman ediyordum. Ama üniversiteye gittiğim zaman gördüm ki bilim beni yarı yolda bıraktı. Tüm hayallerim yıkıldı. Çünkü iman ettiğim şey sorularımı cevapsız bırakıyordu. Seni yarı yolda bırakan bir şeye nasıl iman edebilirdin ki?”
Aslında bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bir şeyin önünde secdeye kapanıyoruz. Ama senin sorularına cevap vermeyeni, seni bırakanı, Hz. İbrahim`in dediği gibi bırakıp gidenleri sevmiyorlar ve sonuçta bırakıp gidiyorlar. Aslında bu insanlar Hz. İbrahim gibi arayış içindeler. Batıp gidenleri sevmiyorlar ve aramaya devam ediyorlar. Sahte ilahlar bırakılmaya mahkumdur. Arkadaşımız devamında şunları söyledi: Devam ederek şunları dedi o arkadaşımız: “Doğrudan İslam`la uğraşmak bana biraz fazla gelirdi. İslam ile ilgili bildiklerim medyadan gördüklerimdi. Savaşlar, bombalamalar vs. Ama tasavvuf ile ilgilenmeye başladığımda, İbn-i Arabi gibi, Mevlana gibi mutasavvıfları okudukça, tüm sorularımı iki kelime ile cevapladıklarını gördüm. Ahmet sorusu biten bir insan ne yapar bilir misin? Yere kapanır ve secde eder.”
Gerçekten çok etkileyici. Bir arayış ve sonunda hidayet…
Müslüman olmuş bir Macar arkadaşımıza, Türkiye`den gelen doğma büyüme Müslüman bir kişi şöyle demişti bir keresinde: “Yahu sen niye Müslüman oldun ki, niye İslam, siz çok mutlusunuz, çok özgürsünüz, istediğiniz gibi yaşıyorsunuz, bizim hayal ettiğimiz hayat şekli bu, niye kendinizi sınırlandırıyorsunuz ki?”
O Macar arkadaş çok güzel bir cevap verdi: “Aslanım dedi, biz yolun sonuna kadar gittik ve gördük ki yolun sonunda uçurum varmış. Sen de boşuna gitme. Senin hayal ettiğin o hayatın sonuna biz gittik zaten. Uçurum olduğunu görüp, atlamadan geldik. Benim sana tavsiyem boşuna o yolu bir daha gitme.”
İşte böyle. Bu, fizikçi Abdurrahman kardeşimin Müslümanlığı ve aşkı yanında inanın ben kendimden utanıyorum. Geceleyin bazen kalkıyor namaz kılıyor. Namazdan zevk alıyor. Zaten insanlar zevk alarak ibadet ettiği zaman Allah onları seviyor anlamına geliyor. Üzerinde bir yük varmış gibi, o yükü bir an önce atması lazım gibi ibadet ediyorsa o insanın ibadetinde biraz sorun var demektir.
Hidayete eren insan sayısı ne kadar yaklaşık?
Yüzün üzerinde Müslüman olan arkadaşımız var Elhamdülillah. Haftada iki gün dersimiz oluyor. Muhabbet şeklinde, sohbet şeklinde oluyor.
Şuur seviyeleri nasıl? Hani sonradan Müslüman olanlar daha hevesli ve şevkli oluyorlar denir ya, durum orada nasıl?
Genelde şuur seviyeleri iyi. Her zaman çok aşklı ve şevkli olmasalar da tutarlılar. Ama çok büyük örnek eksiğimiz var. Yani örnek bir Müslüman görebilmeleri lazım ki ona uyabilsinler. Kitaptan okuyoruz ama öğretmene mutlaka ihtiyaç var. Biz bu açığı kapatmak için arkadaşları Türkiye`ye getiriyoruz fırsat buldukça. Burada en azından bir ay kalmalarını sağlıyoruz. İnanın ki arkadaşların hepsi burayı görünce bir köşeye oturup ağlamışlardır.
Nelerden etkileniyorlar mesela?
Yeri de gelmişken ikinci hidayet hikayesini anlatayım. Macaristanlı bir çift var tanıdığım. Bir gün Türkiye`ye gelmişler. Bir lokantada yemek yemişler. Yemeğin ardından lokanta sahibi ikram olarak çay söylemiş onlara. Şaşırıp kalmışlar. Bize niye çay ısmarlasın ki diye düşünmüşler. Çünkü alışkın oldukları bir hadise değil. Halbuki çay ne ki? Ama onları çok etkilemiş. Ardından lokanta sahibi masaya gelmiş, biraz muhabbet etmişler. Lokanta sahibi bunların böyle sıcak kanlı olduklarını görünce bir de tatlı ikram etmiş. Olayı anlatan arkadaş, orada, kız arkadaşının yanında ağladığını söyledi bana. Bir insan tanımadığı bir insana niye ikramda bulunuyor diye düşünmüş. Olayı bir türlü idrak edememiş. Kendime anlatmaya çalıştım, anlatamadım dedi. Daha sonra bize de bu çift ile Budapeşte`de tanışmak nasip oldu. Bu olayın oluşturduğu zemin ile bu çift bir sene içinde Müslüman oldular. Düşünün, onların İslam`a karşı sempati duymalarının sebebi İstanbul`da bir lokantacının onlara sadece ikramda bulunması. Ve o lokantacı bunu bilmiyor.
Belki anlatmadı, belki pek fazla bir şey yapmadı ama hal bambaşka etkilemiş değil mi onları?
Kesinlikle, kesinlikle. Onun için İstanbul`a gelen turistler denizi görmek için, argo olacak ama kızları görmek için gelmiyorlar. Buraya gelen turistler İstanbul`un manevi gücünü görmek istiyorlar, aslında hepsi bir arayış içerisinde. Ne kadar gizleseler de, soğuk dursalar da arayış içindeler. Bizim onlara soyulacak adam gözü ile bakmamamız gerekiyor. Ben bu insana ne verebilirim düşüncesinde olursak çok faydalı olacak inşallah.
Hidayet elbette Allah`tan ama sizin bir çalışma yönteminiz var mı?
Mutlaka olmalı. Olmazsa olmaz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, bana ne, ben hayatıma bakarım da diyebilirsiniz. Mesele dert edinmekte. İslam`ı aslında İslam için değil, İslamsız insanlar için dert edinmek lazım. Çünkü onlar sıkıntıda, onlar huzursuz. Derdi olan bu insanların derdiyle dertlenmek lazım. Düşen bir insana bana ne deyip geçerseniz aslında bir çok şeyi kaybetmişsinizdir de haberiniz yoktur. Karşında İslamsız insanlar var. Bunlar bir çok sorunla karşı karşıya. Bu sorunları ancak İslam’ın çözeceğine dair bir inancın da var. Buna rağmen bunlara kayıtsız kalırsan İslam`ınızda bir kalite düşüklüğü söz konusudur. Bütün mesele dert edinmekte. Dert edinmek insana motivasyon gücü de veriyor aslında. Dert edinmiyorsan motivasyon da yoktur, hedef de yoktur.
Peki hiç dara düştüğünüz ya da pes ettiğiniz oldu mu?
Zorluk olmadan olmaz. Zorluk her zaman var. Şimdi Bingöl`den geliyorum. Annemin elini öptüm, duasını aldım. Duasını aldıktan sonra zorluk olmaz. Tabii bu bir yönü, bir yönü de sorunlar sıkıntılar olmadı mı, diyeceksin ki ben nerde yanlış yapıyorum ki sorun yok. Ben burada sorun arayalım mantığında değilim ama bu işin normali bu, çile olacak, meşakkat olacak, sabır olacak.
Sizi en çok ne rahatlatıyordu bu çileli ve sabırlı yollarda?
Mesela bir insanın hidayete ermesi bütün yükümü sanki sıfırlıyordu. Bir insan daha inşallah ahiretini kurtardı diyorsun vs. Bizler misyoner değiliz; hamdolsun Allah`a, bizler İslam`ı yaşamak isteyen insanlarız. İnsanlara bir şey anlatırken ahiretimizi kurtarmayı düşünüyoruz.
İlerisi için hedefleriniz neler?
Altınoluk dergisinin hepsini olmasa da bazı kısımlarını Macarca’ya çevirme gibi bir düşüncemiz var. Oradaki hadiseleri de buna ekleyip Altınoluk Macarca’yı çıkarmayı düşünüyoruz. Ama esas hedef olarak Allah`a layıkıyla kul olmak var. Bundan daha büyük bir hedef yok. Benim çok hoşuma giden bir hadise var. Macaristan`da Osmanlı`nın bıraktığı son Buda Valisinin şöyle bir hikayesi vardır: Osmanlı kalesi düşmek üzere. Askerlerin hepsi şehit olmuş nerdeyse. Sadece valinin bir kaç adamı kalmış. Adamları diyorlar ki: “Paşam siz teslim olun, siz Osmanlı insanısınız size bir şey yapmazlar ve Osmanlı`ya dönmenize müsaade ederler, biz de şehit oluruz inşallah. O paşa da diyor ki: “Osmanlı buraya beni Buda`yı teslim etmek için göndermedi.” Ve çarpışıp şehit olmuş. Bugün hala mezarında şöyle yazar: “Kahraman bir düşmandı, ruhu şad olsun.” En büyük hedef Allah`a kul olmaktır.
Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.