Yapacaklarımızla Yaşıyoruz
En güzel tarifi, Ankara gezimiz sırasında görüştüğümüz Bilkentli Zahit yaptı: “Yaptıkları ile yaşayanlara yaşlı, yapacakları ile yaşayanlara genç diyoruz.” Doğrusu, üçüncü sayıyı da çıkardık ama henüz yaptığımız bir şey yok. Ya yapacaklarımız? Buna sınır çizebilene aşk olsun! Önce kendimiz dersek, zannederim anlaşılır. Gerisi? Kendiliğinden gelecek. Gerçeğin göz kamaştıran manzarası ile gözümüz arasında ufacık bir yaprak var. Bize ait bir yaprak bu… Adı “ben” olan bir yaprak… Gayret göstereceğiz, dertleneceğiz, aşacağız kendimizi. Çekilecek o zaman yaprak aradan, düşecek, kayıp gidecek; hissettirmeden, gittim demeden ve bildirmeden… Sonra gözlerimiz kamaşacak. Ama çok sürmeyecek bu. Bir müddet sonra göreceğiz önümüzde görülmesi gerekenleri. Yolları… Yürünecek, izlenecek, takip edilecek yolları… Yollarımızı… Bize yazılan, bize çizilen ve bize yar edilen yolları… Var olmamıza sebep… Biz olmamıza vesile… Öteye beriye değil, sonsuzluğa uzanan yolları… Her menzilinde ayrı bir coşkunluğun, aşkınlığın ve başkalığın olduğu… Yürüdükçe sol göğsümüzün altındakini genişleten…
Bir çok okuyucumuzdan gelen “Nasıl yazılar yazmalıyım?” sorusunun cevabı işte burada. Yazdıklarınız, çizdikleriniz, gördükleriniz kalbimizi/kalbinizi genişletsin. Bazen dertlendirerek, bazen sevindirerek, bazen coşturarak, bazen hüzünlendirerek… Kalbiniz hep işin merkezinde yer alsın. Oraya kıymet verin. Ora merkezli yaşayın. Orası, merkez çünkü… Orası, üzerine kir düşmesin diye hep itina göstermemiz gereken kaşıkçı elmasımız…
***
Bazen GENÇ’i uzayda hayat olup olmadığını anlamak için biteviye sinyaller gönderen bir çılgın gibi düşünüyorum. Dibi bucağı olmayan bir âleme frekanslar gönderiyor gibiyiz. Kime gider? Giden ne alır? Aldığında ne düşünür? Aldığı aradığı mıdır? Cevap verme ihtiyacı hisseder mi? Gönderdiği cevap bize nasıl gelir? Geldiğinde biz ne anlarız? Anladığımız umduğumuz mudur?
İki sayıdır gönderilen frekanslara cevaplar alıyoruz. Çok umutlandığımızı belirtmem gerek. Yalnız değiliz. Biz olan, bizim kendileri olduğumuz, “dertdaşlarımız” varmış. Ümit de var o zaman, diye seviniyoruz. Henüz iki sayı oldu, daha neler neler olacak diye heyecanlanıyor, yeni ümitlere salınıyoruz. Frekanslar, etkisi artarak yayılmaya devam ediyor. Lütfen alıcılarınız hep açık olsun.
***
Anadolu gezilerimiz devam ediyor. Her gittiğimiz yerde dostlarla buluşuyor, özellikle üniversitelerde GENÇ’i temsil edecek öğrenci kardeşlerimizi belirliyoruz. Ankara GENÇ temsilcileri bu konuda başı çekiyor. Gayretleri, diğer üniversitelere örnek olacak bir model oluşturmalarına vesile olacak diye ümit ediyorum.
***
İkinci sayıdaki kapak konumuza güzel tepkiler aldık. Ama en güzeli herhalde İstanbul’dan Taci Seymen’inkiydi: “İki dakikada külhanbeyi olursun ama kırk senede efendi olamazsın.” GENÇ, kırk senede bile erişildiği şüpheli efendiliğin peşinden koşan bir dergi. Gönlü genç ama bedeni yorulmuş büyüklerimize sesleniyoruz: Artık adları bile unutulmuş terbiye, nezaket, nezahet, incelik ve görgü nerede ise, biz oradayız efendim. Gençlerde ümit yok demeyin, GENÇ oldukça ümit hep olacak; efendilik de hep yaşayacak.
***
Size de olur mu bilmem? Zaman zaman bir nağme, bir söz, bir beyit gelir sebepsiz, apansız takılır ağzıma… Geçenlerde Sivas’tan yazan bir GENÇ dostun mektubunun başına aldığı şiirin ilk dörtlüğü o günden beri beni hiç bırakmadı:
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Sizi üçüncü tohumla baş başa bırakıyor, bizimle irtibatı sürekli tutmanızı istirham ediyoruz.
Allah’a emanet olunuz.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.