Akif Vezir

Her zamanki işlerini gördükten sonra bilgisayarın başına geçti. İçinde o alışıldık ve tatlı heyecanla tekrar “online” olmak için gerekenleri yapmaya başladı. Tuşlara dokundu, bir yerlere tıkladı. Ekranın sağ alt köşesinden yükselen “Şimdi Online” yazısını görünce sanki dünya değiştirdi.

Bu mesajın bir anda kaç kişinin ekranında daha yükseldiğini düşündü. Ne kadar heyecan vericiydi. “Aleme akmıştı işte.” Biraz sonra mesajlar gelmeye başladı.

- Hşgldn!

- N’abersin…

- Ağaç olduk burada birader!

Ayrı ayrı cevap yazmaya girişti. Herkese üslubunca yazıyordu. Kutucuklar arasında gidip gelirken, kaç kişilik değiştirdiğini düşünemeyecek kadar meşgul gözüküyordu.

- Hşbldk! (Yurtdışından, saygılı bir arkadaş. Fazla laubali olmayı sevmez. Resmi ama içten bir tarzı var. Bazen gündemle ilgili iyi bilgiler verir.)

- İiidir, sen? (Geçen yıl beraber staj yapmıştık. Bu yaz da yine birlikte bir yerlere baş vurmayı planlıyoruz.)

- Btr ol! (okuldan kankam. Her gün beraber olduğumuz yetmiyormuş gibi, burada da sürekli beraberiz. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Tabii, sanal dünyada gezdiğimiz ve konuştuğumuz da…)

“Beter ol!” anlamındaki ifade ağır kaçabilir diye bir de gülümseme gönderdi. İşaretleri kısaltmalar, sembollerle örülü tamamen bu dünyaya has bir dille konuşurken bir an duraksadı. Baktı, o ana mahsus yeni bir şey üretmişti. “Bu tutabilir, evet, evet bu tutabilir.”

Tutacak olanın neyi götürdüğünü ya da neyi feda ettiğini hiç düşünmedi. Düşünemezdi de zaten, vakti yoktu.

Bu arada kim “online”, kim değil, bunu kontrol etti. Listesindeki 78 kişiden 19’u “oturum açmıştı.” “Bugün maça takılmış millet…”

Dışarıdan bakan birisi için görüntüsü gayet sıradandı aslında. Bilgisayarının başında sakin bir şekilde oturuyordu. Meşgul olduğu halinden belliydi. Ama acaba o anda içinde kaç kişilik taşıyordu? Sonra gerçekten orada mıydı? “İşte bunu seviyorum” diye düşündü: “Yahu bu online sohbet ortamı yokken ne yapardık biz, nasıl vakit geçirirdik acaba?”

Bu arada gözü masaüstündeki bir gün evvel ….. takma adlı arkadaşı ile yaptığı sohbete takıldı. Sohbet uzayınca konuşmalarını kaydetmişti. Çift tıkladı ve açtı. Diyalogu baştan okumaya başladı. Ne heyecanlı bir tartışma yapmışlardı. Topa mermi yerleştirdikten sonra atış düğmesine basmış gibi “enter”la gönderdiği diyalogları yeni baştan hatırlarken hayal kırıklığı yaşamaya başladı. Allah Allah! Ne kadar da boş konuşmuşlardı böyle? Hani derler ya, incir kabuğunu doldurmaz bir mevzuya nasıl da saatlerini harcamıştı, bir türlü aklı almadı. Konuşurken çok önemli gördüğü konunun, bir gün sonra ekranda yazılı metin olarak yansıyan hali –ki sapla saman denecek kadar bayağı bir konuydu- hafif bir pişmanlığı beraberinde getirmişti. Ama o kadar…

Aslında biraz daha irdelese sohbet diyerek geçirdiği vakitlerin ne kadar da boş ve gereksiz yere harcanmış olduğunu fark edecekti. Ama fark edemezdi, çünkü vakti yoktu.

Online sohbet neden bu kadar hoşuna gidiyordu acaba? Bu sanal sohbet ortamının içinde yitip gitmek, gerçek hayatın sıkıntılarından ya da sıkıcı ve tekdüze akışından kurtulmak… Aynı anda onlarca kişi ile konuşabilmek… İstediğine geçit verip, istemediğini engelleyebilmek… Tanımadığı yeni insanlarla tanışmak… Ülke, sınır ayırımı olmaksızın herkesle iletişim kurabilmek… Can sıkıcı tanışma merasimlerine katlanmadan, kendi olma zahmetine girmeden ve başkalarına katlanmaya mecbur olmadan muhabbet edebilmek… Bir anda birçok kimliği taşıyabilme ya da kimlikler arasında gezebilmenin dayanılmaz hafifliği gibisi var mıydı? En önemlisi de, uyurken bile orada birilerinin kendisini beklediğini bilmekti herhalde. Bir çeşit aile gibi… Sanal aile… Evet, evet sanal bir ailesi vardı burada.

Ailesine eskisi gibi vakit ayıramadığını bir fark etse belki sanal aile fikrine bu kadar sıcak yaklaşamayacaktı. Ama yapamazdı, vakti yoktu.

Vazgeçti. Burası hiç boşalmayan, sürekli açık kalan bir kafe gibiydi. Sanal kafe… Herkesle istediği gibi konuşabiliyordu. Ama istediği kadar ve istediği zaman… Kimseyle çayı bitinceye kadar oturmak zorunda değildi. Birisinin masasına oturmak ya da oradan ayrılmak için izin istemesi de gerekmiyordu. Kafasını şişirecek, canını sıkacak muhabbet oldu mu basıp gidebilirdi. Buna vakti yoktu zaten… “Bu yüzden seviyorum” dedi. “İstediğin an, istediğin kadar ve istediğin kişiyle… Kimse kafamı ütüleyemez.”

Birden ekranın üst sol köşesinde birisinin kendi listesine eklenmek istediğini belirten mesajı belirdi. Tanımıyordu. Kim kimi doğru dürüst tanıyordu ki zaten bu dünyada… Sahte kimliklerle yürütülen sahte bir oyundu bu… Saatlerin dakika olduğu sahte bir avuntu ya da… Ama yine de heyecan vericiydi işte. Geçici de olsa, heyecan verici… Her yeni gelenle tarif edemediği bir merak hissine bürünürdü. Hele karşı cinsten gelen davetlerle sanki içine karıncalar hücum ederdi. Arkadaşlarının çoğunun sanal sohbeti bu iş için kullandığını biliyordu. Doğrusu sanal muhabbetin en kışkırtıcı ve cazip tarafı bu tür ilişkileri kolay ve zahmetsiz bir şekilde başlatmasındaydı. Ama kendisi bunun için kullanmıyordu ki… Tamam, belki birkaç defa bu tür sohbetlere girmişti ama arkadaşlarına göre bu devede kulak bile sayılmazdı.

Mesane bu MSN değil diyen bir dindar arkadaşı geldi aklına. Mesane mi? O kadar da kötü değildir canım dedi kendi kendine. Daha fazla düşünemezdi zaten, vakti yoktu.

Daveti hemen kabul etti. Biraz sonra konuşmaya başlamışlardı bile. Bir kaç dakika sonra gelenin aslında dinini anlatmak isteyen bir yabancı olduğunu anladı. Hiç işi olmazdı böyleleri ile… Bombardıman gibi hiç ara vermeden sürekli konuşan bu kişiyi engellerken bir an durdu. “Kapışsam mı ki şununla?” Müslüman mahallesinde salyangoz satmak da neyin nesiydi? İçinden deminden beri “müjdeli haberler” veren bu papaz bozuntusuna haddini bildirmek geçti. Belki çoğundan olumsuz cevap alıyorlardı ama muhtemelen ikna ettikleri de oluyordu. “Dur dedi, şuna bir kılçık atayım.” Zihnini yokladı. Ne biliyordu ki? Ne söyleyecek, nasıl bir açık yakalayacaktı ki? Sonra? Sonrasında ne cevap verecekti? Bir an “Google”ı kullanarak cevap yetiştirebileceğini düşündü. Ama güvenilir bilginin sanal dünyada hala altın gibi kıymetli olduğunun farkındaydı. Bir çok şey hala “çöp” hükmündeydi. Vazgeçti. Çabuk hareketlerle kendisinden cevap bekleyen muhatabını engelledi: “Hadi sen sağ ben selamet…”

Biraz daha düşünebilse, adamla kapışabilmek için kendisinde olması gerekene neden yoğunlaşamadığını fark edecek, bu da belki içinde güzel bir derdin filizlenmesine neden olacaktı. Ama yapamazdı, vakti yoktu.

Adamlar nasıl kullanıyorlardı bu alemi, hayret! Aslında etkili kullanıldığında iş yapacak bir ortamdı burası. Yeter ki bir fikrin olsundu, her türlü propaganda için gayet elverişli imkanlar sunuyordu. Burada saatlerini geçiren milyonlarca insan vardı. Milyonlarca, neyi niye aradığını bilmeden dolaşan, kim bilir belki de gerçek hayattaki yenilgilerini sanal bir dünyada galibiyete dönüştürmek için gezip duran kimi gerçek, kimi sahte kişilikler… Sanal sohbet odaları, çağdaş dünyanın Hyde Park’larıydı aslında. İsteyen, istediği zaman istediğini, istediği kişiye söyleyebilirdi.

Bir an söyleyecek sözü olanların sanal dünyada ne işler başarabileceklerini hayal etti. Zihnine doğanların çokluğu karşısında hayret etti. “Bunları bir derlesem bir şeyler çıkar aslında.” Yapamazdı ki…Vakti yoktu.

Annesi içeriden sesleniyordu. “Kaç kez söyleyeceğim, yemek hazır...” Kaç kez mi? İlk kez duymuyor muydu? Demek, dalıp gidince bir şey de duyulmaz oluyordu. Kendisini “Meşgul”e alıp mutfağa geçti. Yemekte hiç konuşmadığını, aklının içeride, o sanal ailesinde olduğunu fark edince şaşırdı. Başını kaldırıp anne babasına baktı. Onlar da konuşmuyorlardı. Hallerini, hatırlarını sormak istedi. O gün ne yaptıklarını, nasıl vakit geçirdiklerini… Tam konuşacakken, üç dört kişinin birden “online” olduğuna dair sesli mesajları duydu. Alelacele kalktı, içeri bilgisayarın başına geçti.

Sanal aile yine daha ağır basmıştı. Ama bunu fark edemezdi, vakti yoktu.

Gelen mesajları cevaplamaya girişirken kendisi ile gurur duydu. Ne kadar çok yere yetişiyordu böyle… Kimse onun, aynı anda dört-beş iş yaptığını fark edemezdi herhalde. Çünkü herkese bir şekilde yetişiyordu. Hem üç kişi işe konuşuyor, hem en komik videoları seyrediyor, hem hazırlayacağı ödev için kes-yapıştır malzeme topluyor, hem de yeni indirdiği mp3’leri dinliyordu.

O kadar çok şey yapıyordu ki, neyi niye yaptığını fark etmesine imkan ve ihtimal yoktu. Sorgulayamaz, neden, niçin diye soramaz, kuşkulanamazdı bile. Çünkü…

Hiç vakti yoktu.


Şeytan Şimdi Oturum Açtı

Ayşegül Genç

I.bölüm; Küçük Savaş

Üstümüze düşmeyen bomba ancak kelimelerimizi acıtır… içimizde gezinen o acı bilinçsiz, alışkanlık hücreleri tarafından hemen yenilenir ve onarılır, birkaç dakika sonra kaybolur… kalbin duvarlarına tutunarak yürüyen acı, yerini; bir imleç-çarpı işareti buluşmasıyla parlak reklamlara bırakır. Durmaksızın değişik ses ve görüntülere maruz kalan beyin; gelişimini tamamlayamayan araz çocuklara döner…

II.bölüm; Büyük Savaş 

Ama biz tenhalaşmıyoruz ki dedi genç kız gözlerini yere indirirken… Biz sadece sohbet ediyoruz.. konuşuyoruz güncel mevzulardan, yazıdan ve kelimeden, gidişattan... zaman zaman havadan ve sudan… bazen derinlemesine, bazen öylesine… ama saatlerce…

Tenhalaşmıyoruz dedi genç kız ısrarla… oysa neydi tenhalaşmak; kötü karakteri şeytan olan üç kişilik bir film seti… ya da iki kişinin şeytana yol haritası çizdiği bir yarışın en önde seyreden otomobili…bir yalnızın iki olabilmek adına nefsinde verdiği "kalbim temiz" brifingleri... kimine göre bir kapıyı kapatmak kadar basit bir eylem... kimine göre tüm kapalı kapıların üstüne kilitlendiği yarı karanlık bir sofa...

Bazen bir kadın ve bir erkeğin diğer tüm beşerin soluk alıp vermesi kadar çok bahaneyi “doğru düşünce ve prensip” duvarlarına vurması, çarpması, kırması ama yok edememesi… 

Bazen de “biz iki olgun insanız, biliriz kendimizi” diyerek çiftlerin dağların zirvesinde, ya da ormanın gölgesinde, yahut ırmağın akışında, tenha adına en tenha neresi varsa orada bile tenhalaşamaması…yani yok edememesi o kesin hadis-i şerifi… sorumluluğunu buharlaştıramaması… o sorumluluk ki kadın ve erkeği saçından yada eteğinden kavrayıp kalabalıkların içine çekmeye muktedirdir…

Ama biz tenhalaşmıyoruz dedi kız üstüne basa basa… oysa ona göre sadece bir odada yalnız bırakılmışlık haliydi tenhalaşmak… bir bay-bir bayan; masa, koltuk ve sehpa, duvar, halı ve pencere…vs… oysa yaşanan neydi; bir bay-bir bayan; ekran, kablo ve teller, kodlar, 01 ler, adresler…vs…

Bu açıdan bakmayı sevmedi genç kız “seslerimizi duymuyoruz mesela” dedi … oysa ses, havanın ses tellerini titretmesi ve dilin beyinden aldığı emirle o çıkan tınılara hükmetmesi demekti; ya dilim elime inip, parmaklarıma yürürse... mesela tuşların her biri ses teli hükmüne geçip, parmaklar dil gibi ona hükmediyorsa… öyle ya dile hükmeden akıl, parmağı başıboş bırakmaz değil mi?

Ama bakışlar yok dedi kız... gözler, anlamın ruhtan süzülerek ışıldadığı tek yerdir dedi... "kaş ve göz yok!"dedi … oysa bakış; bir anlık iletinin yanıp sönen sarı lambasından sadece birkaç “an” daha fazla yaklaştırır günaha… camların önünde sevdiğinin bir bakışını yakalamak isteyen insanın duyduğu iştiyakın belki yüzde kaçını, muhabbet ve ünsiyet kurduğu bir kişinin “oturum açıldı” panosunu görünce de hissedebilir insan dediğin… söz bakıştan daha tehlikelidir bazen... aşık olduğu kişinin gözlerine yanıp yakılan bir insan iş muhabbete gelince dumura uğrar bazen.. yine ve daha fazla sözleri kalbi güneş gibi saran bir insanın gözlerini görmez olur aşık…yani söz o bedenin gözü, saçı, eli, ayağı oluveririr…

Ama harama giden bir ayak, harama uzanan bir el yok ki dedi kız; oysa bazen tüm küçük adımları koca bir adıma sığdırıp tek adımda bulaşırız günaha… ve elin tek bir hareketi ve bazen masum bir “tık” sesi ; bazen o kadar da masum ve yalın olmayabilir… illa günah sıcak ve akıcı mıdır…seni alıkoyan her günah ister millerce uzağında olsun, ister ışık hızı yakınında olsun senin ceza sebebindir…

Bir başka mütedeyyin bey ben eşimi aldatmam ki dedi özelindeki 12. bayanla konuşurken… biz nitelikli sohbet ediyoruz... sözüm ona beyin fırtınaları estirmektedirler… içeride yan odada çocuklarına laf anlatmaya çalışan hanımsa kendisine ne zaman sıra gelecek diye bekler durur… beklesin bey irşad etmektedir, cihad yazıları yazmaktadır…

Normal yaşantısında tek bir beyle bile kişisel muhabbete girmeyen dindar bayanların adres defterinde onlarca bey ve bilgisayar başında geçen onlarca saat… “kendin”leştirirsin yazıyı ve imgeleri.. komiksindir… cazipsindir… denksindir.. ama çoğu kez Allah’a yalan söylersin… ben sadece din adına yazıyorum, öğrenip-öğretiyorum dersin… "kardeş" dersin ama bunun şimdilik olduğunu bilirsin…

Velhasıl; insan gittiği her yeri kendileştirir… sanalı da, hayali de… içindeki isyankar yanına bir rumuz takar, isyan eder sinirlendiği konu başlıklarına… içindeki saldırgan yanına bir isim takar sevmediği şahıslara saldırır… kalbine hapsettiği aşık yanına bir isim takar ve site site maşukunu arar… bazen gününde değildir mütevazı takılır… ama asla ve asla kendi ismini kullanmaz.. kendi ismi mütevazi olamayacak kadar dik, saldırgan olamayacak kadar asildir…

Aman canım sanal ortamdayız dedi kız son koz olarak… unutmayalım ki; tüm yaratılmışların ve tüm buudların, bildiğimiz-bilmediğimiz tüm alemlerin ve dahi sanal alemin ilahı yine Allah (CC) tır. Ve şeytan kendini götürdüğün her yerde ya eline ya parmağına musallat olmaya devam edecektir…

Ve son söz kendimedir.

Umarım Ayşe Genç sen eriyip tükenmezden evvel sahip olduğun tüm plastikler eriyip kaybolur... ve sen bulduğun tek kömür parçasıyla ağaç kabuklarına yazı yazmaya mahkum edilirsin….


 MSN: Mesane

Prof. Dr. Ali Köse

Maalesef her yeni teknolojik imkan bizleri yeni problemlere doğru taşıyor. Yıllar önce ilk defa televizyonla başlayan bu macera şeklimizin yerini yeni kalıplar alıyor. Televizyon başlangıçta insanoğlu için büyük bir nimet olarak algılandı. Ama yıllar sonra onu icat edenler “aptal kutusu” demeye başladılar, televizyondan bahsederken. İnsanı, özellikle de kendisine fazlaca bağladığı çocukları aptallaştırdığını iddia edenler yine onu icat eden Batılılar oldu. Bugün ABD’de haftada bir gün televizyon açmama grubu oluşturan insanlar var. Artık televizyon birçok Batılının gözünde insanın hem vaktini çalan hem de onu düşünmemeye sevk eden, pasifleştirici bir aygıt… 

Cep telefonu olayında da aynı tecrübeyi yaşamadık mı? Telefonu haberleşme aracı olmaktan çıkarıp sohbet aracına dönüştürdük. Sohbetin insan teması, göz teması gerektiren özelliğini unuttuk. Hem de cep telefonunun sağlığımıza ne kadar zararlı olduğunu bile bile...

Bugün aynı tecrübeyi maalesef MSN (Messenger) denen teknolojik imkanla yaşıyoruz. Anlık haberleşme için mükemmel bir araç bu. Ama biz onunla yetinmedik. Özellikle gençlerin saatlerini yiyen bir araç haline dönüştü bu imkan. ADSL’nin artık her eve ulaşabilmesiyle aile bireylerini birbirleriyle temassız hale getiren bir mekanizmaya esir düştük. Çocuklarımızı chat odalarında bilmediğimiz birilerine teslim ettik. Ben bu nedenle evime ADSL almadım. Çocuklarımı benden uzaklaştıracak bir mekanizmaya teslim etmek istemedim. Problem sadece bundan mı ibaret? Hayır! Geçen gün bir arkadaşım laf arasında MSN’den bahsederken laf olsun diye MESANE dedi. MSN harflerini kalın hecelerle okuma hevesiyle söylemişti bu sözü. Arkadaşımın bilmeden zikrettiği bu ifade MSN’nin behimi duyguların tatmin aracı haline getirildiğine, artık birçok insan tarafından psikolojik MESANE olarak kullanıldığına işaret eden bir buluştu. Bana kalırsa bir başka kavrama daha ihtiyacımız var MSN’i tanımlamak için. Çünkü artık her gün, MSN’in nice aile facialarına, nice cinayetlere ve nice kandırılmalara yol açtığını anlatan yeni bir haber duyar olduk.


Sanal İletişim Gerçekten Koparıyor Zararı Faydasından

Psikolojik Danışman Maruf Beçene

Çok Değişimle beraber yaşamımıza yeni kavramlar girmektedir. 10- 15 yıl öncesine kadar bir çoğumuzun ismini dahi duymadığı Chat; bilişim teknolojilerinin hızlı bir biçimde değiştiği, geliştiği bu dönemde insanın olağan iletişim ihtiyacını gidermenin en kolay ve görece ucuz yollarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cansız olan her nesne fayda ve zarar açısından nötr bir işleve sahiptir. Bilgisayar da, donanım dediğimiz birçok elektronik aygıtın bir araya gelmesiyle belli bir takım işlevleri yerine getiren bir nesneler bütünlüğüdür. Bu açıklama bilgisayarı kullanmak yararlı mı zararlı mı sorusunun cevabı olarak düşünülebilir. Kişinin oto kontrolü, hayata yüklediği anlam, inancı ve inancının yaşamındaki etkisi, aile ilişkileri, gelecek tasavvuru, chatin başında geçen süre… vb chatleşmenin zararları hususunda belirleyici faktörlerdir. Yaygınlığını ve kullanıcıların eğilimini göz önünde bulundurarak şu anki yapısıyla büyük bir zararı olduğunu söylemek mümkündür. Elbette yararları vardır. Ancak yarar ve zarar açısından karşılaştırıldığında zararının etkisi daha büyük bir orana sahiptir. İlk zamanlar gençler ve zamanı bol olan kişiler arasında yaygınlaşan Chatleşme zamanla yetişkinler, ev hanımları, çocuklar, eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında da yaygınlaşmıştır. Artık zamanı kısıtlı olanların vaktini bile alan bir tüketim kültürüne dönüşmüştür.

Chatleşme Geçici doyum için vazgeçilmez bir ortamdır. Artık birçok insanın hayatında sanal sohbet bir yaşam tarzına dönüşmüştür. Gerçek yaşamda güçsüz ve aciz olan kişiler, internet ortamında daha cesur olurlar.

Sanal iletişim bastırılmış duyguların önünü açar, karşılıklı olması halinde karşıdaki insanın, mahremiyet sınırlarını ihlal etmesine göz yumar. Sanal dünyada gerçek yaşam ile sanal yaşam yer değiştirir. İkisinin arasına kalın bir duvar girmiş olur. Hakikati yansıtmayan, kişinin gerçek benliğinden uzak ve yapay sahte duygu ile geçici rahatlamalar yaşanır. Bu rahatlamalar kalıcı alışkanlığa dönüştüğünde kullanıcıları kendisine mecbur bırakır. Bu durum gerçekten kopuş ve kendisinden kaçış gibi derin patolojilere sebep olabilir. Ayrıca zihinsel kirlenmenin yanında zaman israfı, aile ilişkilerinde yalnızlaşma, duygusal ilişkilerde eşiyle yetinememe, var olan eş yerine daha farklı alternatifler arama ve bulma gibi olumsuzluklara sebep olmaktadır.

Gençliğin dinamizmi, enerjisi ve potansiyeli sohbet odalarında karşılığı olmayan bir tüketime dönüşmektedir. İnternet ve sanal sohbet çoğu zaman kullanıcıların hoşuna gider. Ancak iletişimin gerçek yaşamda ve gerçek mekânlarda devam etmemesi durumunda kalıcı bir olumlu benlik imajının oluşmasına etkisi yoktur. Amerika`da yapılan bir araştırma, Chat’ın geçici bir hoşluk yarattığını ama uzun vadede yalnızlık hissini ve depresyonu arttırdığını ortaya çıkarmıştır.

Sohbetin yapıldığı zaman için doğrudan zarardan bahsetmek her zaman mümkün olmayabilir. Ancak, İnsan yaşamı bir süreçtir. Bu sürecin bugünü, yarınını oldukça etkilemektedir. Dolayısıyla sanal sohbetin bir yaşam tarzı haline gelmesi gerçek hayata adaptasyonu zorlaştırır. Suni gündem oluşturur, yapay ilişkilere ve gerçekle bağların zayıflamasına sebep olur. Üniversiteyi kazanabilecek zihinsel yeterliliğe sahip olan bir genç, bu potansiyelini sohbet odalarında harcadığı için geleceğini heba etmiş olur. Yüksek zihinsel potansiyele sahip bireylerin reel karşılığı olmayan bu tüketim kültürüne bulaşmaları ülkelerin ve insanlığın üretim potansiyelini de olumsuz etkilemektedir.

Chatleşmenin toplumsal etkisi konusunda şimdilik çok fazla şey söylemek mümkün değildir. Çünkü toplumsal etki bireysel etkinin yaygınlığına ve nesiller üzerindeki etkisine bağlıdır. Bir olgunun toplumsal etkiye dönüşebilmesi için 15-20 yıllık bir zaman diliminin geçmesi gerekebilir. Bu süre içinde sanal ortamda tanışan ve evlenen ailelerin çocukları olacaktır. Bu çocukların sanal iletişime yükleyecekleri anlam elbette farklı olacaktır. Bu farklılık yavaş yavaş bir yaşam tarzına dönüşecektir. Gençliğin dinamizmi, enerjisi ve potansiyeli sohbet odalarında karşılığı olmayan bir tüketime dönüştüğü için toplumların insan gücü kaybı yaşanacak. Bu durum gelişmenin en büyük handikaplarından biri olarak durgunlaşmaya, gerilemeye ve tehdide dönüşebilir.

 Msn Hakkında Ne Düşünüyorlar

Lostfair

MSN’e günde 7 saat giriyorum. 7 saat boyunca konuştuğum insanlar hep aynı kişiler değil. Çoğuyla ilk kez MSN’de tanıştım. Onların beni eklemeleri buna vesile oldu. Beni MSN listelerine ekleyenlerin çoğu karşı cinsten. Adresimi nerden bulduklarını sorduğumda bazı sitelerde adresimin kötü başlıklar altıda yayınlandığını öğrendim. Hesabım birkaç kez “hack”lendi ama bir dostum vasıtasıyla geri aldım. MSN’de konuştuğum kadar ailemle konuşmuyorum. Çünkü ailem realist davranıyor, ufuk sahibi değiller; beni etkilemesini bilmiyorlar.

Correal

MSN’e günde 5 – 6 saat giriyorum. Okula genelde gitmediğim için arkadaşlarımdan ödevleri öğrenmek için MSN’i kullanıyorum. MSN “hack”lemeyi öğrendikten sonra yaklaşık 20 kişinin sitesini “hack”ledim, geneli bayandı. Adres defterlerinde kimlerin olduğunu merak ettiğim için yaptım bunu.

Hell-in

MSN ilk çıktığı günlerde girmeye başladım. Günlük 6 saat giriyorum. Listemde toplan 500’ün üzerinde insan var. Çoğunluğunu tanımıyorum. MSN’de kullandığım resmim genelde ilgilerini çektiği için beni listelerine ekliyorler. Her ne kadar farklı amaçlar için yapıyor gibi gözüksem de amacım ideolojimi yaymak. Benim ideolojim kötülüğün kazanacağını bilmek. Her zaman kötüler kazanıyor. Bende herkese kötü olmalarını öğütlüyorum.

WCG_3MR3

Kankalarımız var. Arkadaşlarımız var. Sınıf arkadaşlarımız var. Bazen kızlar oluyor. Kızlarla konuşuyoruz. Uzak akrabalarımız oluyor. Onlarla bazen konuşuyoruz. İki senedir görmediğim arkadaşımı MSN`de gördüm. Bu tür muhabbetler… Nick`lere yazılan laflar da çok eğlenceli olabiliyor.

RAP34_112

Kızlarla konuşurken yüzüne söyleyemediğimiz şeyi MSN`de rahatlıkla söyleyebiliyorsun. Bazen bir grup kurup bir çocuğa yükleniyoruz. Laf atıyoruz mesela. Sinirlendirmek için. Bir de sapıkları var bu işin. Kız nick`iyle girip MSN`de kız arkadaş arayanları işletiyoruz.

İhsan

Messenger iki anlam ifade etmekte benim için. Birincisi ticari amaçlı işlerde söz uçar yazı kalır sistemi. Benim açımdan çok iyi; hem sürekli konuşabiliyorsun hem de konuşulanlar ücretlendirilmiyor. Uzak Doğu ile iş yaptığımda çok faydası oldu, çünkü ne dediklerini pek anlayamıyorsun ve mail yoluyla hemen cevap alamadığın için gerçekten daha etkili oluyor. Ücretsiz olması da süper. İkinci anlamı ise arkadaşlık ilişkilerinde süper. Ben çok faydasını gördüm tavsiye ederim. Muhabbet kurmak için cep numarasına gerek kalmıyor. Daha karizmatik sanki. :) Günde işim yoksa bir iki saat geçiririm. Bağımlılık yapacak ölçüde kullanmıyorum.

İlker Kıvcı (27 Yaşında)

MSN güzel bir olay. Düşünsenize, görüşemediğiniz arkadaşlarla MSN vasıtasıyla sanki yan yana oturmuş gibi havadan sudan ve gerçek olaylardan her şeyden konuşabiliyorsunuz. Bu açıdan güzel ama diğer açıdan bakarsak henüz gelişim çağında olan çocuklar ya da gençler için zararlı olabilir. Eğitimlerini okulda geçirmesi gerekenler Messenger`da ya geyik yapıyorlar ya da arkadaş bulma uğruna zamanlarını su gibi harcıyorlar. Geçmişte ben de Messenger ilk çıktığı yıllarda bu işlere bulaşmıştım. Nasıl arkadaş bulacağız ya da bizimkilerden birini işleteceğiz diye zamanımız akıp gitmişti ve bağımlılık haline gelmişti. İşin özü şu ki MSN iyi amaçlar için kullanılırsa çağın önemli iletişim aracıdır.

Pinhan

Son dönemlerin en hızlı en iletişim şekli MSN aynı zamanda en sanalı! MSN’nin bağımlılık yaptığı iddiasını hariçten tespit ile değil, bizatihi şahsımda tecrübe ederek belirtebilirim. Bununla beraber hayra kanalize edilerek de kullanılabileceğini dikkate almak lazım diye düşünüyorum. Teknolojinin yakın vadede çok fazla avantajları olduğu gibi uzun vadeye yayarak fark ettirmeden alıp götürdükleri de var. Mesela insan enerjisinden uzak bir diyalog. İnsanlarla iletişimimiz kalpten çıkan enerjiyi sanal aleme kurban ederek devam ediyor. İletişim diyoruz, uzaktaki ile iletişim kurabiliyoruz. Fakat en yakınımızdakilerden kopuyoruz. Adı iletişimse neden uzun süre bilgisayar başında vakit geçirildiğinde anti sosyallik tehlikesi ortaya çıkıyor? Bir de; msn ile kadın, erkek birçok kişiye ulaşmak çok kolay. Bu, bazı kıstasları unutturarak normalleştirebiliyor. Mesela normal hayatta erkeklerle muhatap olmamaya dikkat eden bir hanım MSN’de bir süre sonra rahatsız olmayarak erkeklerle konuşabiliyor. İşte uzun vadede getirdiği zararlardan biri de bu sanırım.

Sceante

Benim için önemli olan MSN değil, web sitelerinden faydalanıyorum. MSN bana çok sıradan geliyor. Burada tanıştığım insanlar bana yeni bir şeyler vermiyor, hayat ufkumu genişletmiyor, karnımı doyurmuyor, paylaşımı yeterince yaşayamıyorum. Bundan dolayı MSN’yi önemsiz buluyorum. Gerçek hayat konuşmalarını önemseyen biriyim. A.G.T. MsN’yi gurbetteki ailemle hasret gidermek için kullanıyorum. Bunun dışında yazıyla ilgilendiğim için ilgili sitelerden arkadaşlarla tanışmama vesile oluyor. Hanım olduğum için hanım arkadaşlarla konuşuyorum, erkekleri eklememeye çalışıyorum. Bilgisine ve kültürüne inandığım bana faydalı olabileceğini düşündüğüm beyefendiler de var, ama çok az sayıda.

Yesrib

MSN’yi daha çok Türkiye’deki ailem ve akrabalarımla görüşmek için kullanıyorum. Arkadaşlarım da var. Uzun süre MSN başında duramıyorum; önemli ve gerekli olduğu zamanlarda kullandığımı düşünüyorum. İstesem de uzun sohbetlere vaktim yok zaten. Zararları da var elbet, her ne kadar kolay iletişim kurulsa bile bizden çok şeyleri aldığını düşünüyorum.

V.K. MSN

benim için iletişim imkanı sağlayan önemli işleve sahip bir aygıt gibi. Neredeyse bütün görüşmelerimi karşılıyor. İyi, diyeceğim MSN için, elzem hatta. İletişim deformasyonu bakımından da atlanmaması gereken bir sorun olduğunun da bilincinde olarak söylüyorum bunları tabii.

Mizan

MSN`yi sadece ihtiyacım olduğu zaman kullanıyorum. Vakit geçirmek için kullanmayı fuzuli ve gereksiz görüyorum. Hatta yeri gelince tehlikeli buluyorum. Çünkü gençler MSN’yi, eski adıyla chat’i tehlikeli gençlik arzularını tatmin aracı olarak kullanıyorlar ve sosyalliklerini öldürüyorlar. Düşünme yetilerini zedeliyorlar, hayatı sanallık olarak algılıyorlar, gerçek hayattan uzaklaşıyorlar.

Çetin Erden

Yıllar önce bir heyecandı, teknolojinin yeni bir armağanı. Şimdi düşünüyorum da sanal bir yazışmaydı; resimler ve bazen de sesler ve dosyalar paylaşıldı. Paylaştıkça çoğaldı sandık. Tükettiklerimizi hiç düşünmeden... Şimdi muhasebesini yapıyorum da kendimce neler kazandım neler kaybettim. Dost kazandım sanıyorum kaybettiklerime bakınca. Neler mi çaldı benden hiçbir şey vermeden? Başta ailemi, sonra yüreğimi ve sonrada vakti mi ve benliğimi… Oysa sanal ve ucuz bir iletişimdi bu yazışma, ailemle daha iyi iletişim kuracaktım. Uzaktaki arkadaşlarımla her şeye rağmen bilgi paylaşımımız devam edecekti, artık bilgi paylaşmak için, artık sevgiyi paylaşmak için çok paralar vermeyecektim çok zamanlar almayacaktı benden. Hepsi gitti hepsi yalanmış meğer. Şimdi yeniden istiyorum satırını kokladığım, duygularını yaşadığım mektuplarımı, kendimi ararken kaybettiğim benliğimden.


GENÇ'ın Yazısı.