Bomboş Olmasa da Boş Evler
Cihan Aktaş
Bomboş olmasa da boş, bir işleve ve anlama dönük olarak boşaltılmış evler peygamberlere aittir, filozoflara, dervişlere ve sanatçılara seslenir. Hareket etmek, hareket ve düşünce alanını genişletmek amacıyla da, daha fazla zaman ve ışık kazanımı için de eşyalardan boşaltılmıştır evler.
Duvarları tıkış tıkış olan evler vardır; kopya tablolarla, aile fotoğraflarıyla, takvimlerle, saatlerle doludur duvarın yüzeyi. Amaçlanan sanki duvarı boşluktan kurtarmaktır yüzeyini kaplayan tablolarla, resimlerle. Dadaist sanatçıların kelimeleri karıştırırken gerçekleştirmek istediği belki de buydu: Hazıra konmaktan kurtularak görüşüne emek vermek, görebilen bir bakış kazanmak... Tıpkı Merleau-Ponty’i de bir kaygı olarak öne çıktığı gibi, kendi görüşümüzü oluşturmak, bunun için algılarımızı tabiatın renkleriyle, sesleriyle yıkamak üzere duvarları boşaltarak işe başlarız.
Zarefet sadeleştirme, basitleştirme ve yoğunlaşmadır; dolayısıyla asla ‘karmaşık ve karışık’ olarak nitelendirilmeyen şey. Camille Paglia’nın dediği gibi, zarafet, boş, yalın ve ince hatlıdır. (1) Hazreti Muhammed’in (Sav.) Mekke’de yaptırdığı mescit, gayet basit bir şekilde yapılıp bitirilmişti. Sergisi kum, çatısı hurma dalı, direkleri hurma gövdelerinden ibaretti. İşte bu basit ve mütevazı bina namaz farizasıyla irtibatlı bir eğitim bürosuydu. Namaz safları ahlak ve gelenekti. İslam’ın özü de buydu ve fakat, Muhammed Gazali’nin ifadesiyle insanlar nefislerini yüksek ahlak ile donatamayınca, bu ruhtan ayrılarak namaz kılanları içinde yitiren büyük mescitler yapmaya başladılar. (2)
Sade olmak zordur ve zorakilikle elde edilebilir bir erdem olmaktan uzaktır. ‘Sade ve az malzeme, kolay ve az detay ama coşkulu bir ana forma yönelmek, gerek tasarıma yaklaşımımızın gerekse yaşamdaki davranışlarımızın anlamı olabilir. Ayrıntıdan, yaşamda ve tasarımda korkarım veya bir ölçüden sonra ayrıntı öze zarar verir endişesi taşıyorum’ diye yazıyor hatıralarını anlattığı kitabının sunumunda, mimar Şevki Vanlı. (3) Yeni zengin ve yeni güçlülerin, sahip olduklarını vurgulayan tantanalı sunumları, sadeliği ve tevazuyu hayatta başarılı olamayan insanların avuntuları olarak kaydederler. ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diye sorarlar önlerine engel çıkartan kapı görevlilerine. Ve eşyalar da eve gelen konuklara sanki ev sahipleri adına dile gelerek, ‘Sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun?’ diye soran birer statü ve gösterme ifadesi niteliğini kazanırlar.
Zenginler bazen paranın daha uyumlu olmalarını sağladığı şeyleri biriktirirler; çöp evler ise, daha çok yoksul evleridir,. ‘İçleri boşaldıkça insanların, evleri kalabalıklaşır. Yoksulluk içimizde’ diyordu ya Mustafa Kutlu... ‘Yoksulluk’ bir hayat tarzıdır bu bakış açısıyla ve bu, ‘Fakirliğin Kültürü’ başlıklı kitabında Oscar Lewis’in anlattığı fiziksel, lumpenproleteryayla ilgili yoksulluk değil, seçilen bir hayat tarzının sıfatıdır. Fakirliğin kültürü, kültürün fakirliğidir, dermiş Lewis, Oğuz Atay’ın günlüğünde aktardığına göre. Seçilen yoksulluk, bu seçme bilincini yansıtan oturmuş renkleriyle, kapitalizme ve tüketim ideolojisine karşı soylu bir duruşu ifade etmiş olurdu. Bu durumda naylon değil keten olurdu kullanılan kumaş, altın yerine gümüş, otomobil yerine bisiklet, margarin yerine ayçiçeği yağı yeğlenirdi. Yoksullaşma bu anlamda suni ve katkılı olandan, tabii ve katkısız, saf olana bir sıçrama.
Bir zamanlar izbe bir gecekonduda oturan orta yaşlarda bir kadın tanımıştım; astımı vardı, buna karşılık evinin içi insanın içini daraltacak kadar tıklım tıklım eşyayla doluydu. Kapı arkalarında halı ruloları istiflenmişti, çekyat depolarında yorganlar çarşaf takımları, girdilerde çıktılarda kutular dolusu tencere setleri biriktiriliyordu. Astıma, suyu kıt gecekondu hayatına karşılık eşyaların evde kapladığı yer, gecekondunun eğreti yaşantısının yol açtığı bir tutunma biçimiydi. Bu tutunma biçimi kent düşkünlerinde çöp biriktirme şeklinde de kendini gösteriyor. Bu nedenle de Ettore Sottsass, boş evlerin ‘hiçbir şeyi olmayanların’ evleri olduğuna inananların yanılacağını söylemiştir ya... (4)
Boş evler, az dolu dolaplar yoksullara ait olmadığı için de yoksulların başının bu denli kalabalıklaşması bir sorundur. Kalabalık eşya ve ıvır zıvır, sahiplerini de yanıltmaktadır çünkü. Bomboş olmasa da epeyce boş görünen evler ise, gerçekte, kafası karışık insanların eseridir. Fikirlerin, tasarıların, eleştirilerin harmanlandığı zihin, boş bir duvara bakarak dinlenmek ister. Kendimizi yenileyemiyorsak, eşyamızı yenileyerek bir süreliğine teselli buluruz. Sottsass haklıdır: Boş evler, kendi iradesiyle yoksul olabilecek (ya da öyle görünebilecek) kadar kendilerine ve tesadüflere hakim olan, kısacası, genel olarak hayatta kalma içgüdüsünün her normal varlığı az ya da çok ittiği ve bağlı kıldığı rekabetin günlük gösterisinden ne zaman, ne kadar ve nasıl kurtulabileceklerine karar verebilecek kadar cesur, ayrıcalıklı ya da şanslı kişilere aittir. Dolayısıyla boş evler, zorunlulukla boş öğrenci evleri ya da henüz ıvır zıvırla doldurulmaya başlanmamış fukara evleri değildir. Genç çiftler de artık boş evlerde hayata başlamak istemiyor, bu nedenle de erteliyorlar evlilik tarihini. Boş evde oturmanın da bir çaba gerektirdiğini düşünmek olanaksız gibidir, mevcudiyetleri boş zamanı artırmaya bağlanan eşya listesi uzayıp giderken.
Bomboş olmasa da boş, bir işleve ve anlama dönük olarak boşaltılmış evler peygamberlere aittir, filozoflara, dervişlere ve sanatçılara seslenir. Hareket etmek, hareket ve düşünce alanını genişletmek amacıyla da, daha fazla zaman ve ışık kazanımı için de eşyalardan boşaltılmıştır evler. Mekanla ilgilenen doğu felsefelerinin her türlü kablo ve halıfleks gibi eşyadan arındırılmış evleri, negatif enerjiyi en aza indirgeyecek bir şekilde döşenmelidirler. (Mutfakta fırını buzdolabının karşısına koymamak gerekir; aksi takdirde evde kavga çıkabilir...)
Boş hatta elektrik kablolarından bile boşaltılmış evler Abdülkadir es-Sufi’nin de idealiydi; Gariplerin Kitabı’nı yazdığı dönemlerde. Evini yüklerinden arındırmaya çalışan Es-Sufi’nin –söylentilere göre kente ve teknolojiye dönüşle sonuçlanan- bu girişimi, 80’li yıllardaki İslami hayat tarzı arayışı açısından dikkate değer bir modeldi. Şu var ki İslamcılık işte böyle bir dalgaydı: Gerçekten evini boşaltmaya çalışan insanlar vardı, Hazret-i Muhammed’in (Sav.) hasır seccadesinden aldıkları ilhamla. Bu evler bir bakıma kalabalıkları buluşturacak sohbetler için de boşaltılmışlardı.
Dinin sunduğu kardeşlik ilişkilerinde bulunuyordu, kentte kurulamayan mekan. Ne köylü ne kentli olunabilen bir tarzın ifadesi, bir açıdan zorunlulukla hayatlara giren plastik eşyalar, naylon ağırlıklı giysiler. Para kazanıldığında naylonun yerini İtalyan taklidi oymalı kakmalı, saray konak özentili goblen oturma takımları, cafcaflı Versace markalı giyim-kuşam, eşarp kravat gibi aksesuarlar kuşam aldı. Fiskos masaları moda olduğunda, Ümraniyeli kadınlar da bu masalar için ideal olan dantelli örtüler örmeye başladılar. Leopar desenli kemerler moda olduğunda, Sultanbeyli’deki tesettüre bürünen kadınlar da bunları kullandı. Ucu ana gövdesi kadar uzun ayakkabı modasına başörtülü kızlar da tabi oldular.
Hobilerle ilgili bir yazımda değindiğim gibi, hayatı daha doğru yaşama adına basitleştirmeyi amaçlayan eğilim, hayatı daha iyi yaşama adına karmaşıklaştıran bir koşuşturmaya yerini terketmiştir. Bu durumda evin beyi önce bıyıklarını kesecek, sonra karizma dersleri alacak, ardından varlığı imam nikahıyla meshedilen oksijen sarısı saçlı bir sevgili bulacak, derken ‘islamcı’ olmadığını ilan edecektir. Ne kadar değiştirirse değiştirsin görünüşünü, yine de geçmişinden kurtulamadığı için eşyaların ve kelimelerin kullanımında abartmakta sınır tanımamaya devam edecektir. Evin kadını oksijen saçlı rakibinden geri kalmamak için başörtüsünü türbana benzetecek, ardından bir kez daha –ilki, İslamiyeti yaşamak adına bir tavırdı- ev işi yapmayı küçümsediğini ilan ederek direksiyon, diksiyon hat ebru tezhip dersleri alacak, sergi müzayede dolaşacaktır.
1-Camilla Paglia, Cinsel Kimlikler- Nefertiti’den Emily Dickinson’a Sanatta Dekadans, sf. 71, Epos, 2004.
2-Muhammed Gazali, Fıkhu’u Sir-Resulullah’ın Hayatı, e, sf. 195. Risale, 1987.
3-Şevki Vanlı, Mimarlık Sevgilim, sf. 13, İletişim, 2002.
4- Ettore Sottsass, Boş Evler Kime Ait, Cogito, sayı 18.
GENÇ'ın Yazısı.