Sait Aktaş / Genç Haber Merkezi

“Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi” adlı sempozyum 17-19 Mayıs tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi’nin denetiminde gerçekleşti. İslâmcılık düşüncesinin bir sistem olarak ortaya çıkmasından günümüze İslâmcılık çok çeşitli yönleriyle tartışıldı. Tartışılan konu başlıklarını şu şekilde özetleyebiliriz: İslâmcılık düşüncesinin tarihsel gelişimi ve bu gelişimde rol oynamış kişilikler, onların İslâmcılık merkezli temel görüşleri, İslâmcı düşüncenin edebiyata, kültüre, etkileri ve İslâmcılığın milliyetçilik, sağcılık, muhafazakârlık ile etkileşimi…

Sempozyuma iştirâk eden konuşmacılar; Prof. Dr. İsmail Kara, Prof. Dr. M. Fatih Andı, Yusuf Kaplan, Ruşen Çakır, Yıldız Ramazanoğlu, D. Mehmet Doğan, Hakan Arslanbenzer, Fırat Mollaer… Bu isimler sadece bir kısmı. Konuşmacı olarak katılanların sayısı kırka yakın. Yukarıda kısaca zikrettiğimiz isimlerden yola çıkılırsa konuşmacılar akademik, düşünce ve edebiyat-sanat çevresinden insanlardan oluşmakta. Yani geniş bir kurul oluşturulmaya dikkat edilerek değişik çevrelerden konuşmacılar seçilmiş; az da olsa farklı düşünce kesiminden de konuşmacı seçilmeye dikkat edilmiş.

Sempozyumda ilgi çekici fikirler de öne sürüldüğünü öğreniyoruz. Buna bakarsak “İslâmcılık” kavramını ilk olarak Ziya Gökalp tarafından kullanıldığını ve bu kavramın sadece Türkiye’ye özgü olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Fırat Mollaer’in belirttiğine göre Nurettin Topçu’nun bir şeriat İslâmcısı değil de hakîkat İslâmcısıdır. Ruşen Çakır’ın beyanatı ise İslâmcı düşüncenin durumunu özetler gibi: İslâmcılık ölmemiştir, yeniden doğuşun eşiğindedir.

Sempozyum geçen gün sona erdi. Bunun akabinde hem sempozyumda öne sürülen düşüncelerden hareketle hem de kendi gözlemlerimizden harmanlayarak değerlendirme yapmak lüzumu doğuyor. Ruşen Çakır’ın beyanatını durumun özetlemesi olarak aktarmıştık. Çakır’ın öne sürdüğü sav ne kadar gerçekçi? Bunu ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Ama ben Çakır’a büyük ölçüde hak veriyorum. Yeniden doğuşun eşiğinde olmasa bile İslâmcılık günümüzde göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir düşünce akımı. Özellikle 1980’li yıllardan sonra İslâmcı düşünce başta siyâsi, toplumsal alanlarda önemli noktalara ulaştı. Burada 90’lı yıllara kadar etkisini yoğun bir şekilde hissettiren devrimci-sosyalist hareketin başta anavatanı Rusya’da olmak üzere dünya nezdinde bir çöküş yaşamasının da önemli payı oldu. Bu paydan Türkiye’de nasibini aldı ve İslâmcı düşüncenin güçlenmesine zemin hazırladı. Türkiye’de yükselişe geçen İslâmcı düşüncenin diğer İslâm ülkelerine etki yaptığını söylememiz mümkün. 90’lı yıllara kadar sosyalizmle bir savaşım halindeki emperyalist güçlerin bundan sonraki hedefi İslâm dünyası oldu.

İslâmcı düşüncenin önemli gelişme sağladığı mecrâlar gibi biraz cılız kaldığı mecrâlar da var elbet. Yaşanan bu gelişmelere rağmen İslâm düşüncesinin hem Türkiye’de hem etkileşim içinde olduğu diğer İslâm ülkelerinde sağlam bir politik düzen kuramaması şimdilik en büyük boşluk olarak göze çarpıyor. Bir de sağlam bir geleneğe sahip olmasına rağmen edebiyat, düşünce, kültür-sanat mecrâlarının biraz ham kalması düşündürücü. Hâlbuki geçmiş birikimden yararlanılarak günümüz dünyasına özgü bir kültür, düşünce, sanat vb. ekolü pekâla oluşturulabilirdi. Bu alanlarda da aşama kaydedildiği takdirde daha güçlü bir düşünce akımıyla karşı karşıya gelebiliriz. İşte artıları, eksileri, aşama kaydettiği noktalarla İslâmcılığın bir düşünce olarak hâl-i ahvâli bu şekildedir. Her şeye rağmen güçlenmekte olan bir düşünce akımı olduğunu söylersek her halde yanlış olmayacaktır. 


M. Sait Aktaş'ın Yazısı.