Akif Vezir

Rap, kökenleri 1970`lerin getto Amerika`sına dayanan bir müzik türü. Basitçe ritme uyarlanan kafiyeli sözlerden oluşuyor. Rap, Hip Hop kültürünü oluşturan başlıca dört unsurdan biri. Diğer unsurlarsa; grafitiler (duvar resim ve yazıları), breakdance ve DJ`lik. Hip-hop kültürü ve rap müziğine zihnimizdeki kategorilerin dışında, ön yargısız yaklaşabilir miyiz? Kim bilir belki de bu işte uzun vadede ekmek vardır. Çoğunun küçümseyerek ya da nefret ederek baktığı bu dal, tebliğ kaygısı ve birilerine bir şey söyleme, söz ulaştırma davası olanlar için fırsatlar barındırıyor olabilir. Bir diğer ifade ile hip-hop yeşil renge bürünebilirse hizmet edilebilir bir alana dönüşebilir.

Tarihi binanın kocaman salonunun ortasına kurulmuş bir sahne. Üzerinde efendi görünümlü, beyaz takım elbiseli üç genç bizdeki ilahi tarzına benzer (İngilizce konuşan Müslümanların tabiri ile nasheed) parçalar seslendiriyorlar. İlk sahne alışları olduğu için midir bilinmez, biraz tutuklar. Haliyle onları dinleyenler de… Salonun yan tarafında onları seyreden organizatör kulağıma eğiliyor: “Birazdan Native Deen çıkacak. Sen o zaman gör, sahne performansı nasıl bir şeymiş.” Sahne performansı mı? Nasıl bir şey acaba? Çok alışık olmadığımız ya da görmediğimiz bir şey muhtemelen… Konuşarak coşturmayı rahatça anlayabiliyoruz belki ama şarkı ile coşturmak nasıl olur? Sonra coşan nasıl coşar? Coştu mu ne yapar? Bekleyip göreceğimiz bir şey ya… Sustum ve bekledim.

Biraz sonra kendilerine Native Deen adını veren grup çıktı ve gerçekten de gösterdi sahne performansının nasıl bir şey olduğunu. Tabii salonda coşmanın nasıl bir şey olduğunu da ben gördüm. Peki, bunu size nasıl anlatmalı? Aslında anlatmakla anlaşılmaz, yaşamak lazım gibi bir şey bu. Tatmayanın bilemeyeceği bir atmosfer... Salonda bulunan, çoğu İslami hayat tarzlarına mensup insanın bu kadar “coşabilmesi”ni aktarmak zor o yüzden. Yine de deneyelim.

Ne mi oldu? Bir kere orada bulunan üç yüz kişiyi aşkın kalabalık üç siyah Amerikalıdan oluşan grubun verdiği elektrikle sanki sahneye doğru çekildi. Onlarca genç kız ve erkek ellerinde cep telefonu, grubun görüntülerini almak için ön tarafa hücum ederken yerlerinde oturanların en sakin duranı, ritimlerin etkisi ile başını sallıyordu. Gerisini varın siz düşünün. Düşünmenize şöyle yardımcı olayım: Diğerleri vücudu sallamaktan, ayağa kalkıp dans etmeye kadar uzanan çeşitli faaliyetlerin içerisindeydi. Boş duran yoktu yani. Ya ben? Ben de boş durmuyormuşum. Bunu sonradan fark ettim. Gayrı ihtiyari sahneye ne kadar çok yaklaşmışım böyle? Fark etmemle kendimi toparlayıp biraz geri çekilmem bir oldu. Kendime geldim ve seyircileri gözlemeye başladım. Artık işin mahiyeti üzerinde “genellemeler” yapabilecek, bu işin vahameti ya da fırsatları üzerine ahkâm kesebilecek bir pozisyondaydım. Affetmedim tabii… Hem vahameti gördüm, hem de fırsatları…

Bu gibi konserlerde ihtilat büyük sıkıntı. Bu mevzuyu aşmış görünenlere diyecek bir şey yok. Ama haremlik selamlık kaygısı olan, tesettür meselesini çok boyutlu algılayıp, buna riayet etmeye çalışan her duyarlı inanan bu tür toplu gösterilerde ortaya çıkan sahnelerle ilgili rahat olamaz; olmamalı da. Özellikle, ritimli parçalarda neredeyse dans edecek şekilde şarkıya iştirak etmenin ne anlama geldiğini ve bu esnada ortaya çıkan görüntülerin hangi hayra vesile olduğunun izahını yapabilecek varsa buyursun gelsin. Pop konserlerinde görmeye alışık olduğumuz tipleri aratmayacak bir hale bürünmenin ne edeple ne de vakarla ilgisi var. İslami heyecan mı? Bu ithal zevk ve taklit görüntülerle İslami heyecanı ya da İslami heyecandan arzulanan ne ise onu (eskimez ifadesi ile ecr ü mesubatı) temin etmek hayal gibi bir şey. Yine eskimez ifadesi ile usulsüzlük bu; vusul muhal yani… Boşalmak, rahatlamak? Bu daha kötü ya. Zaten umumi bir dertsizlik derdi var, bir de bizimkilerin böyle dert boşaltma platformları kurup rahatlamaları anlaşılabilir bir şey değil. Dertlenmek lazım, boşalmak iş değil.

Vahametin ikinci şıkkında bu işin ithal bir kültür ürünü olması var. Hip hop; pop ya da rock gibi başkalarına ait bir müzikal form. İlhamını bizim dünyamıza yabancı olan dert ve sıkıntılardan alıyor. Bize yabancı yani. Siyahların ABD toplumu içerisinde kendilerini ifade etme çabaları sonucu ortaya çıkan sosyal çalkantıların bir ürünü. Bize ait heyecanlar, arzular, istekler, dertler bu ağyara ait form ile ne kadar dile getirilebilir ki? Hem bizim ilahilerimiz, anamızın sütü gibi temiz türkülerrimiz ve dahi koca bir imparatorluğun bakiyesi sanat musikimiz orada sahipsiz ve keşfedilmeyi beklemiyor mu? Hadi keşfedilmiş diyelim bunlara yönelik ilgiyi artırmak daha münasip ve hayırlı bir yol değil mi? İlla musiki olacaksa buyurun bizim ürünlerimizle yapalım. Elin sokağında, eşitsizlik ve varolma kavgasının sonucu, düzene başkaldırı olarak ortaya çıkmış bir formun bizi ve bizden olanı ifade edebilmesi ne kadar mümkündür? Kaldı ki özünde küfür, argo, müstehcenlik ve şiddet barındıran bu kültürün Batı dünyasında bile aşağılandığını biliyoruz. Gençlerin karşı cins, uyuşturucu ve zevk ü safa eksenine sıkıştırıldığı bu kültürün en önemli taşıyıcısı MTV. Burada yansıtılan hip hop görüntülerine bakarak, bu kültür ve bu kültürün müziği hakkında olumlu düşünebilmek neredeyse imkânsız. Varılabilecek hüküm belli: Zengin beyazlara benzemek uğruna her şeyini feda ettiği her halinden belli, limuzinli, etrafı çıplak kızlarla dolu, altın zincirli, purolu zencilerin yaptığı bir sapkın müzik bu.

Doğru ilk bakışta böyle ama bir de “ama”sı var. Kendilerinden uzun vadede çok şey beklenebilecek samimi hip-hopçuların da istediği bu zaten. “Ama”yı söyletmek. Onlar da MTV’nin taşıyıcılığını yaptığı sapkın hip-hop kültüründen hazzetmiyorlar. Onların derdi bu işin usulünce yapılabileceğini insanları inandırmak. O yüzden “ama”dan sonrasını da dinlemek gerekiyor.

Önceden söylediklerimizi unutmadan bu işte “hayırlı” ve “faydalı” bir tarafın da olabileceğine inanabilir miyiz? Bu sorunun maksadı belli: Hip-hop kültürü ve rap müziğine zihnimizdeki kategorilerin dışında, ön yargısız yaklaşabilir miyiz? Kim bilir belki de bu işte uzun vadede ekmek vardır. Çoğunun küçümseyerek ya da nefret ederek baktığı bu dal, tebliğ kaygısı ve birilerine bir şey söyleme, söz ulaştırma davası olanlar için fırsatlar barındırıyor olabilir. Bir diğer ifade ile hip-hop yeşil renge bürünebilirse hizmet edilebilir bir alana dönüşebilir. Nasıl mı?

Her şeyden önce böyle bir rüzgâr var. Etkisi artarak devam edecek bu rüzgârın nerede estiği de önemli. Ne topçu ne de popçu gençlik arasında esiyor bu rüzgâr. Hip-hop, daha muhalif, daha isyankâr, ama daha dertli, kabiliyetli elemanların, uzun vadede iş yapacakların rağbet ettiği bir müzik kültürü. Graffitisi, break dansı ve rap müziği ile bu kültürün müdavimleri kaliteli çocuklar. Bir şeylerin derdine düşmüş ya da düşebilecek kıvama sahipler. Öyle de olması gerekiyor, çünkü bilmeyenin “vurmalı müziğin üzerine (beat deniyor buna) konuşmayı ekliyorlar, müzik mi bu?” diye burun kıvırıp küçümsediği bu kültürün müziği (rap) öyle eften püften güftelerle götürülebilecek bir tarz değil. Bir kere çok farklı konuları var. Diğer müzik türleri gibi sadece aşk, sevgi ve karşı cinse tutku gibi sonuçta nereye götürdüğü ya da neyi amaçladığı belli konulara sıkışmış değil. Siyasetin en alası, eleştirinin ve hicvin en cafcaflısı ve zekâ pırıltıları ile parıldayanı burada. Çevre konuları, insan hakları, mesela Bağdat yine burada. Aşağıdaki dizeler meşhur bir Türk rapçisi, Sagope Rajmer’in “Bağdat” şarkısından:

Mermi İcat Oldu Mertim Bozuldu Ve Merhumlar Evin Duvarında

Meçhul Gazi. Mayın Şehit Taburu, Mayısta Kan Yağmuru, Düşman

Uyku Mahmuru, Dünya Kin Mağduru, Solumda Katliam, Nerede

Sağduyu? Mevzileri Nöbet Alan Fevziler, Feyz Alamadan Fethettiler

Ahireti, Mektupları Kayıp, Cinayet Ayıp, Ve Kültürler Bombalandı,

Kimse Sallamadı, Bağdat Ateş Aldığında Kalbim Durgun Yedi, Güneş

Doğudan Battı. Mumlarınızı Yakın, Yorgun Düştü Uçaklar, Tebessüm

Etti Tüm Sanıklar, Tankları Tanımlar Tanıklar, Yanıklarla Dolu

Topraklar Karamparça Bulutlar Ve Savaş! Yavaş Ölüm Kaderinin Hız

Kaynağı, Telaş Pazarı, Can Kumarı, Çıkar Savaşları, B52`ler Yarıda

Kesti Pişen Aşları Ve Dünya Kan Deryası, Geleceğin Bedeli Pahalı,

Duygular Yamalı, Suçu Gelin Etseler de Kimse Güvey Girmeyecek,

Bilirim Bu Tarih Değişecek Ve Tekerrüre Dayalı Imha Tarihçesi,

Kurak Sevgi Bahçesi Suya Hasret

Sonra hip-hop, yine diğer müzik dallarına göre dili anlamayı, onunla tabiri caizse oynamayı gerektiren bir tarz. Bu ise bilmekle, okumakla mümkün. Türkçe’den haberi olmak, araştırmak, gündemi takip etmek, dahası bir şeylerin gidişatına karşı söz söyleme derdini taşımak gerekiyor. Bir de zeki olmak… Eleştirebilecek, hem de kıyasıya eleştirebilecek bir hiciv mantığına sahip olmak da cabası.

Hip-hopun en önemli özelliği muhalif olması. Muhalefet ise hayatın tüm alanları için geçerli olabilir. Bugün 12 Eylül öncesinden ağız yanmışların aman uğraşmasınlar diye siyasetten geri tuttuğu gençlerin kendilerini –ama istedikleri gibi- ifade edebilecekleri yegâne mecralardan birisi. Daha doğrusu ifade ettikleri ama büyüklerin çoğunun haberi bile olmadığı, kendi aralarında paslaşarak götürdükleri, yabancının giremeyeceği kendilerine mahrem bir alan. Tabiatı gereği, hemen her şeye eleştirel yaklaşıyorlar, ama bir şeyleri dillendirebilmek için de bir dünya görüşüne yaslanmaları icap ediyor. Rap müzik, bunu yapabilenin çok sıkı laflar edebileceği bir ortam sunuyor. İşte İslami mesajları öne çıkaran Sabotaj’ın “Sınav Hayatı” isimli parçasından bir bölüm:

Hayat nereye gider böyle

Söyle, dinle sakın ola sevinme

Sınav hayatı tabiatın kuralı

Geçmek kolay mı

Kanalı ve de kara toprağı

Tabiata gelmek yeşermek ve de ölmek kuraldır.

Yalandır, bundan başkasına kanan haraptır

Şaraptır sizi kör eden, yere deviren, yoldan çeviren ve de sizi yok eden

.........................

Hadi evlat mikrofonun başına göster gücünü, göster düşünceyi, göster asıl olan ivmeyi

Görsünler, dinlesinler nasıl olurmuş İslamik hip-hop kudurturmuş di mi!

Asi gençlerin birliği, el emeği, göz nuru,

Bu iş alnımızın akı, ahiret pasaportu

Sırtımızı dayadık tek bir kurala, tek bir nizama,

Tekbir Allahu Ekber sesleri yurdumun üzerinde inler.

Rap’in söz ağırlıklı bir müzik tarzı olması müzikal kaliteden daha ziyade mesajların öne geçmesini sağlıyor ki bu da hip-hop kültürü ile ilgili fırsatlar hanesine yazılabilecek bir nokta. Caizliği noktasında tartışma olduğu için müzikal enstrüman kullanmayan Amerikalı hip-hop grubu Native Deen örneği bu açıdan ilginç. Bu grup üyeleri rap müzikle pekâlâ tebliğ yapılabileceğini söylüyorlar. Grup üyelerinden Joshua bunu şu şekilde ifade ediyor:

“Çok fazla rock ve pop işi yapmıyoruz. Bir de yaptığımız işin hem kendimize hem de başkalarına verdiği faydayı gözlemleyebiliyoruz. Herhangi bir şarkımızı dinledikten sonra namaza başladığını söyleyenler oluyor. Bizden sonra gece kulüplerine gitmeyi terk edenler ya da başka müzikler dinlemeyi bırakanlarla karşılaşıyoruz. Bunu gören imamlar bize “Bizim de yapmaya çalıştığımız zaten bu” diyorlar. “Sizler bana yardımcı oluyorsunuz, bu şekilde devam edin” diyorlar.”

Sonuç olarak hip-hop bereketli bir mecra görüntüsü veriyor. Özellikle de yerli gençler için… Burada sıkı bir duruş sergileyenin tüm hip-hop söylemini –en azından Türkiye için- kendi rüzgârına takması işten bile değil. 11 Eylül sonrası gelişen ortamda ABD gizli servislerinin Müslüman hip-hop artistlerinin sanatlarını “cihada bilinçlendirmek için bir alet” olarak kullandıkları ve “ulus” kavramını dışlayarak ümmet kavramın gençler arasında popüler hale getirdiklerine dair raporları basında yer almıştı. Amerikan gizli servisleri boşa rapor yazacak değil ya, var bir bildikleri herhalde?

Hakikaten Sabotaj’ın dediği gibi Hip-hop ahiret pasaportu olur mu?

Zaman gösterecek.


Hip-hop: Muhalif Zenci Hareketi

Sinan Özgenç

Rap, kökenleri 1970`lerin getto Amerika`sına dayanan bir müzik türü. Basitçe ritme uyarlanan kafiyeli sözlerden oluşuyor. Rap, Hip Hop kültürünü oluşturan başlıca dört unsurdan biridir. Diğer unsurlarsa; grafitiler (duvar resim ve yazıları), breakdance ve DJ`liktir. Rap kelimesi “Rhtym (ritim) and (ve) Poetry (şiir)” kelimelerinin ilk harflerinin yan yana getirilmesiyle oluşturulmuş bir kısaltmadır. Ancak çoğunlukla muhalefeti susturmak anlamında kullanılıyor. Bu anlamda “Rap”in Türkçe`de karşılığını “sert dille eleştirmek” olarak açıklayabiliriz.

Rap aslında bir arka sokak müziğidir. Gençlerin grafitilerle donattıkları sokaklarda, breakdance yaparak dinledikleri bu müzik, zamanla müzik hüviyetini aştı ve kısa sürede bir hayat tarzı haline geldi. Çok sayıda siyah gence yükselme imkanı sağlayan bir müzik endüstrisi doğuran bu hayat tarzı her ne kadar siyahlar arasında doğan bir kültür olmuşsa da bugün Amerika`da 45 milyon kişiye hitab eden bu müziğin dinleyicilerinin %80`i beyaz. Ayrıca rap deyince ilk akla gelen isimlerden biri olan “Eminem” bir beyaz Amerikalı.

Türkiye`de Rap ve Türkçe Rap

Türkiye`de rap akımını başlatan isimler genel olarak, başta Almanya olmak üzere Türkiye dışında yaşayan gurbetçi gençlerden oluştu. Karakan, Cinai Şebeke, Erci-E, Sirhot, Sagopa Kajmer, Ceza, Maho-B, Rapor 2 bunların başlıcaları. Bu isimlerin çoğu, Türkçe sözlü rap akımı başlamadan önce İngilizce, Almanca gibi yabancı dillerde rap yapıyorlardı. 1995 yılında, Almanya`da yaşayan; Karakan, Cinai Şebeke ve Erci-E`nin bir araya gelerek oluşturdukları Cartel, Türkiye`de rapin gelişimi açısndan önemli bir dönüm noktası oldu. 1996 yılında Hedef 12 adlı Gemlikli bir grup “Tam İsabet” isimli ilk bandrollü rap albümünü çıkarttı. 1997 yılında Cartel`den ayrılan ilk solo rapçi olan Erci E. ilk albümü “Sohbet”i çıkardı. Albüm 45 bin gibi bir satış rakamına ulaştı. Yine 1997`de Berlin Kreuzberg`den Islamic Force`un, tamamı Türkçe sözlü ilk albümü ‘Mesaj` Almanya`da piyasaya sürüldü. Şu sıralar, ilk çıktığında Cartel`in gösterdiği başarıyı yakalayamasalar da görece popüler olan rapçi ve rap gruplarının başlıcaları ise şunlar: Ceza, Barikat, SagopaKajmer, Ogeday, Erci E, Sirhot, Fuat, Dr.fuchs, 5 Karış, Lewo...


Bir rapçinin itiraz mahiyetinde ve kimliğini koruma amaçlı duyurusu;

Hıp Hop, (Sadece) Kürklü Bir Zenci Ve Çıplak Kadınlar Değildir

Salome, İstanbul doğumlu 21 yaşında İranlı bir rapçı. Almanya’da yaşayan İranlı bir rapçi olan Şirali (Shirali) ile birlikte rap parçaları yapıyor. Piyasa müziği yapmama iddiası içinde, bu nedenle de medyayla mesafeli bir ilişkisi var. İran’da rap müziği yapmaya çok uygun bir ortam olduğunu düşünüyor. Kasım ayında Amsterdam’da yapılan İran rap Festivali’ne katılan Salome, rap müzik üzerine görüşlerini Genç dergisi için kaleme aldı.

Gençler MTV seyrederler, MTV kültürü taklitçilerini seyrederler, Hollywood ürünlerini, Hollywood taklitçilerini seyrederler. Dolayısıyla o cafcaflı dünyanın arkasındaki çirkeflikleri göremezler çünkü o rengarenk görüntüler gözleri kör etmeye dönüktür... Ve, aslında konu bu değil. Konu, annelerimizin babalarımızin “neymiş bu rap, ne bu çıplak kadınlar, bu da müzik mi şimdi, tövbe tövbe” demesi. Suçlayamayız onları, çünkü bu yanlış anlama sadece nesil farkından kaynaklanmamakta, endişelerimiz daha derin.

Hip hop, aslında dışlanmış ve gettolaşmış bir azınlığın, kendisini ifade etmek için yavaş yavaş ortaya çıkardığı bir alt - kültür. İçinde grafiti de var, break dans da. Rap ise, bu kültürün en önemli unsuru. Şimdi hip hop tamamen protest bir kültür, rap müzik’se her zaman itiraz va eleştiri yönünde oluşuyor diye idealist bir tutum sergilememiz doğru olmaz, böyle değil çünkü ve hip hop’ın evrenselliği de çok yönlü olmasında yatıyor. Amerikada’ki, tek derdi getto’dan va işçilikten kurtulmaya çalişan - hala mağdur – zenci abilerden tutun, Güney amerikadaki anti emperialist guruplara, avrupadaki şekilcilikten usanmiş nesilden, Filistin’deki savaş mağduru kardeşlere ve batının dayatmalarından bunalmış İranlı gençlere, hip hop dünyanın bir çok yerinde bir müzik türü ve hatta bir alt kültür olarak benimsenmiş durumda. 

Ama tabii hip hop herzaman bu dediğimiz yüce amaçları konu almıyor, ne kadar öyle olmasını arzulasak da için için. Hayat’ı konu edindiğinden, her seviyedeki meseleyi ve olguyu ele alabilmekte. Bir insanın dertleri, çok küçük ve ya çok büyük olabilecek tasaları olabilir bu hayata dair anlatımlar, ya da insan her zaman mutsuz değil ya, mutluluk sahnelerini de konu edinebilir pekala! Ve ya her insan takmaz ya dertlerini, birisi kendini gece hayatına ve hedonistçe bir yaşama verebilir mesela, bu da onun hayatı, ve bunu rap’le dile getirebilir, tamam, kabul, hayat onun hayatı, bunu da eğlence müziği adı altında, kafiyeli rap lirikleriyle dile getirmesini anlayabiliriz, (Gerçi ben bunu anlamıyorum! Ama susmalıyım çünkü anlamamamın bilimsel bir açıklaması yok, ilkel bir içgüdü olabilir bu sadece. Ritmi baskın bir müzik, pekala kıvırmak için de uygun!) ama bu tür hayatı, gençlere ideal bir hayatmış gibi göstermek nasıl değerlendirilmeli? Belki de öylesine boş bir hayattan tiksinebilecek kapasitesi olan gençleri, bir fark yaratabilecek nesli, böyle bir hayata özendirmek söz konusu olamaz mı? Çok daha derin amaçların, ideallerin oluştuğu bir yaş döneminde, “işte, hayat dediğin bu be, para su gibi, içki, karı kız, eğlence, oh oh. Hadi salla arkayı” şeklinde bir mesaj, ne kadar sindirilebilir? Hadi, çok zor bir hayattan kurtulmuş olan Amerikalı zencilerin, yetenkleri sayesinde zenginleşip, bu zenginligi de dile getirmelerini, sosyal bilimciler ve psikologlar yardımıyla anlamdırabiliriz. Ama Türkiye gibi bir ülkede, sadece boş bir taklitçilik şeklinde karşımıza çıkıyor bu müziğe ilişkin örüntüler ve haliyle komik, haliyle toplumdan v ekültürden kopuk görünüyor. Bu itirazı yaparken “Sana ne benim idealim de bu, illa filozof mu takılıcam” diyen o bol pantolonlu lünpen tipleri görür gibi oluyorum ve içimi derin bir üzüntü kaplıyor. Sonra da, ya aslında her türlü insan de olmalı, tabiat’ın dengesi bu; diyorum.

Neyse, galiba konu bu da değildi veya buna yakın bir şeydi, söylemek istediğim, televizyonda sürekli verilen o çok kadınlı, çok içkili, çok kürklü ve çok arabalı zenci klipleri, rap’in “bling bling” denilen bir türü, yani “aha işte oldum zengin, arabam cadillac, kadınsan bin, altın kolyelerim şangur şungur, işte benim hayatım budur” şeklinde çok basit bir dilde yüzeyselliği dile getiren bir tür, ama rap’in türlerini şimdi saymaya başlasak, olmaz. Çünkü MTV efendi istemez, çünkü bu tür medya, gençligin protest bir kişilik edinmesini istemez, uykuda olsun, modayi takip etsin, gece eğlenmeye gitsin, magazin programları seyretsin falan ister, ya da iki yüzlü bir şekilde yeni çıkan sözde post-punk gurupların savaş karşıtıymış gibi duran kliplerine yer verir en fazla. (Bu arada MTV bir semboldür, mc donalds ve ya cocacola gibi, MTV derken – Türkiyede’de bulunan - tüm benzerlerini de içine alıyoruz.)

Kısacası, gerçek hip hop dinleyicileri, mutlaka conscious (blinçli) rap denilen türün “bilincinde”dirler ve “bilinçli” bir şekilde, neyin ticari-politik amaçlarla empoze edildiğinin ve neyin olup bitenlerin “bilincinde” olup da bunu dile getirdiğinin, ayırdındadırlar. O yüzden, MTVzede bir müziğin, her şekilde popüler kültürün hizmetinde olduğunu belirtmek zorundayiz ki, rap müzik, günah keçisi olmasin. Bir zamanlar en itirazcı müzikler olan punk ve metal türleri bile şimdi MTV kültürüne hizmet ederken, çok yönlü müzik olan hip hop’ın da bu seyire katıldığını kabul ediyoruz, ama bu, sahici ve hareketçi bir hip hop’ın var olmadığı manasına gelmiyor. Tüm annelere ve babalara duyuruyoruz işte. Ve tabii gençlere.


Ahir Zamanda Rap

Eastila ile Röportaj

Eastila ya da telaffuz edildiği şekliyle İstila İslami değerlere uygun rap müzik yapmaya çalışıyor. İstanbul’da yaşıyor, açık öğretimde iktisat okuyor ve albümünün çıktığı Asır Ajans’ta yönetici olarak çalışıyor. “Ahir Zamanda Uyanış” adlı bir albümü var.

Neden "Eastila"?

East İngilizce doğu demek ve Eastila, batılıların zincirini koparmış köpeğin saldırışı gibi, göz göre göre doğuya rahatça yaptıkları istilayı insanlara anlatmak amaçlı bir kelime. Benim protestom..

Müzikle ilgilenmeye ne zaman başladınız?

Bu işlerle ilgimiz, orta okul sıralarında yağdırdığımız mısralarla başladı. İşin lirik boyutuydu yani. O zamanlardan beridir insanlara doğru bir şeyler anlatma isteği vardı. Kendini göstermek değildi amaç. Yapıyorduk bir şey beklemeden. Sonraları ise raple tanıştım, dinledim. Hoşuma gidiyordu. Ne istersem nasıl söylemek istersem söylüyordum."Yeraltı Operasyonu" toplamasının ilk albümünün çıktığı sıralarda ben artık şarjörü dolu bir MC (Microfon Controller-Rap şarkılarında vokal yapan kişi) olarak dolaşmaya başlamıştım. Beni rap konusunda tetikleyen en büyük etkenlerden biri ise gittiğim bir organizasyondu. İyi MC`lerde vardı fakat organizasyon genelinde MC`ler kötü hatta berbattı ve o MC`ler, o aralar yeraltının duyulmuş isimleriydi. O organizasyondan sonraki gün beatlere (müziğin vuruş sayısı) ihtiyacım olduğunu anladım ama insanın her isteği o an olmuyor işte. Derken liseye başladım ve bir bilgisayarım oldu. Eğitim garibanı Milli Eğitim`in verdiği bir türlü anlayamadığımız İngilizce karşımdaydı ve ben bırakın terimleri bilmeyi, bir kelime dahi bilmiyordum. Ama elhamdülillah zor olmadı. Sadece azimle ve hırsla, beat yapabileceğim programları bazen günde 18 saate varan çalışmalarımla çözdüm ve beat yapmak çocuk oyuncağı oldu benim için. Geriye kalansa uygun sertlikte kaliteli liriklerdi… Onlar da hazırdı zaten.

Müzik anlayışınız nedir?

Bu sorudan birçok anlam çıkartabilirim. Ama benim yaptığım müziğin anlayışı iletişim ve paylaşım. Yapan ve dinleyen arası bir iletişim ve paylaşım...

Müziği bir tebliğ aracı olarak düşünüyor musunuz?

Size bu konuda şöyle diyebilirim: Müzik = iletişim. İnsanlarla neyi paylaşmak istiyorsanız paylaşırsınız. Ama ben insanlara tebliğ yapabilir miyim bunu gerçekten bilmiyorum. Ben sadece düşünceleri olan bir müzisyenim.

Müziğinizdeki İslami unsurları düşünürsek; rap, hiphop gibi müzikler islami camiada sizce nasıl bir izlenim bırakıyor?

Aslında benim için insanların yorumu önemli, toplulukların değil. Fakat siz ille de Türkiye`de topluluklar değil de islami camiayı sorarsanız. Onların bir dinlemeden önceki tavırları var bir de dinledikten sonraki tavırları var. Bu insanlar içinde müziğe sıcak bakan da var bakmayan da var. Ama müziğe sıcak bakan kesimden muhteşem yorumlar aldım diyebilirim. Diğer kesimlerden ilimden habersiz olan insanların yaptığı yorumlar genel olarak canımı sıkıyor. Fakat yine de dinliyor, anlatmaya çalışıyorum. Ama anlayanı az. Ben kapasite meselesi olduğuna inanıyorum.

Peki genel anlamda müziğinize bir tepki var mı?

Şu ana kadar beni üzecek hiç bir tepki almadım. Hatta çoğunluk çok iyi olduğumu ve yaptığım müziği beğendiklerini söylüyorlar. Onları savunduğumu söylüyorlar. Ve bana yaklaşım ve bakışları çok farklı. Beni konuştukları her cümlede mutlu edebiliyorlar. Yani genel olarak iyi tepkiler alıyorum. Fakat gerçekten beni çok kızdıran yorumlar da oluyor ve bunu da dediğim gibi albümde bahsettiğim konuların temelinden, yani ilimden habersiz insanlar yapıyor. Ben çok önemsemiyorum. Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)nin dediği gibi ..."Bilmiyorlar, bilseler yapmazlardı" diyerek kızgınlığımı yok ediyorum.

Rap ve hiphap tarzı müziklerin batı kaynaklı olduğunu ve bu müziklerle kendi kültürümüz içinde faydalı bir şeyler yapmanın hata olacağını söyleyenler oluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Saçmalıktan ötesi değil. Müzik evrenseldir. Yani notalara ne anlam yüklerseniz onu anlatır. Evet, benim yaptığım müzik batıda doğmuş olabilir fakat orada ezilen insanların oluşturduğu bir isyan platformudur rap. Zaman içinde değişim gösterir tabii ki ama benim yaptığım rap sadece müziksel olarak onlarınkine benziyor. Fakat anlayışı farklı, kültürü farklı diyebiliriz. Yaptığım müziği, İstanbul`da benim beynimde yapıldığı halde, batı kaynaklı müzik diye niteleyenlerin hiçbirinin gerçekten bizim kültürümüzü yaşadığını ve benimsediğini zannetmiyorum. Bu da aslında ne kadar samimi olduklarını gösteriyor. Beni kimse belli sınırlarla bağlayamaz. Benim sınırlarımı sadece beni yaratan belirler.


NATIVE DEEN İLE…

“Allah Bizi Kendi Planında İstihdam Etsin”

...Bizim şarkılarımızda işlediğimiz problemler sadece ABD’deki genç insanları ilgilendiren şeyler değil. Türkiye’deki gençle, Kuveyt’teki gencin ya da ABD’deki gencin problemleri ayrı şeyler değil.

Native Deen 2000 yılında kurulmuş, üç kişiden oluşan bir hip hop grubu. En büyük özellikleri gençlerin yoğun ilgi gösterdiği hip hop müziği ile İslam dinini anlatmaya çalışmaları. Üyeleri Washington DC’de yaşıyor. Hemen her sene Türkiye’ye de gelen grubun üyeleri Naim Muhammed, Joshua Salam ve Abdulmalik Ahmed yıllarca amatör olarak rap müzik yaptıktan sonra Native Deen grubu ile profesyonelliğe adım atmışlar. Native İngilizce öz demek, deen ise bizdeki din manasında kullanılıyor.

Kolay ve anlaşılır sözlerle yazdıkları ve islami mesajları içeren şarkılarıyla Native Deen, Amerika’daki Müslüman gençler arasında oldukça popüler olmuş durumda. Grubun, genelde daha çok şiddet, cinsellik sözleri içeren hip hop tarzı müziği tamamen islami motiflerle kullanmaları ve sadece vurmalı çalgılar kullanmaları kendilerine yönelik ilgiyi artırıyor. İçinde alkol ve dans olmayan tüm organizasyonlarda yer alan grup, rap müziğindeki genel eğilimlerin aksine olumlu mesajlar veriyor ve her fırsatta daha güzel bir İslami hayat çağrısı yapıyor.

Grup üyelerinin en yaşlısı Joshua. 1973 doğumlu. Oldukça renkli bir hayat hikayesi var. Hava kuvvetlerinde güvenlik görevlisi olarak çalışmış, bir ara burada imamlık yapmış. Uyuşturucu ve suçla ilgili çalışmalara katılmış. Kendi ait bir detektiflik şirketi bile kurmuş. Ceza hukuku ile ilgili yüksek öğrenim görmüş. ABD’de Müslümanların haklarını koruyup gözeten CAIR adlı kuruluş için çalışmış. Washington DC’de bulunduğu bu dönemde ilk defa babası ile karşılaşmış. Şu aralar inşaat işi yapıyor ve Baltimore sokaklarında uyuşturucu çetelerine karşı polise yardım ediyor. İlkokul zamanından beri rap yapıyor.

1975 Baltimore doğumlu Naim ise sanatsever Müslüman bir ailenin çocuğu olarak tüm hayatı boyunca hep islami çevreler içerisinde bulunmuş. Bilişim sektöründe bir müddet çalıştıktan sonra Islamic Relief adlı yardım teşkilatına katılmış. Üç kız babası Naeem’in kendine ait besteleri ve çalışmaları var. Yine 1975 doğumlu Abdülmalik, ilk ve ortaokulu ailesinin yanında “home-school” denilen sistemde ailesinin yanında okumuş. Georgetown Üniversitesi Arapça bölümü mezunu. Şarkı yazarlığı konusundaki yeteneği Native Deen’deki arkadaşları ile yollarının kesişmesine yol açmış. Web tasarımı yapan bir şirkette çalışıyor.

Native Deen ile İstanbul’a geldikleri zaman buluştuk. Dubai’den yeni dönmüşlerdi. Peygamber Aleyhisselam’ın sevgisini ve öğrettiklerini en güzel şekilde ifade edenlere verilen müzik eserleri, film, belgesel, kitap, fotoğraf, resim ve yılın şahsiyeti gibi kategorileri olan Sevgi Ödülleri (Muhabba Awards)’nin en iyi müzik grubu kategorisinde ödüle layık görülmüşlerdi. Native Deen ile müzik, hip hop ve tebliğ üzerine konuştuk.

- Müziğin, tebliğ çalışmalarındaki yeri nedir sizce? 

Joshua: Dünyanın hemen hemen her tarafını geziyoruz. Her tarafta aynı problemle karşılaşıyoruz: Gençlik. Birçokları tarafından problemin ve gençliğin bozulmasının kaynağı olarak görülen Amerika’da büyümüş ve yetişmiş Müslüman gençler olarak bazı tecrübelerimiz var. Bu tecrübeler toplumun baskısı ve şeytanın nasıl saptırabileceğine ilişkin. Tabiatıyla aynı süreçten geçtiğimiz için gençlerin ilgisini nelerin çekebileceğini biliyoruz. Şimdi de yaşımız ilerledikçe anne ve babaların çocukları için neyin doğru olduğu konusundaki tercihlerini öğreniyoruz. Bu yüzden yaptığımız müzik tam olarak gençlere, bu zamanları kazasız belasız atlatabilmeleri için gerekenlerin neler olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Toplum için ve sonuçta da Allah için bir şey ifade etmelerinin yolunu gösteriyor.

Naim: Çocukluğumuzdan beri çocuklar ve gençler için düzenlenen eğitim programlarına katılıyoruz. Birbirimizle tanışmamız da böyle oldu. Buradaki genel amaç katılımcılara yardımcı olmaktı çünkü 12 yaşından itibaren sürekli bir şahsiyet gelişimi derdi var. Bu yaştakilerle konuşma nispeten daha kolay çünkü bir çok şeye açık oluyorlar. Ama öyle yetişkinler var ki artık gelişimini tamamlamış, konuşmanın imkanı yok. Gençler öyle değil; sürekli bir arayış içerisindeler. Bu bazen kötü şeyler bulmalarına da sebep oluyor şüphesiz. Amacımız, onların bu arayışında faydalı olabilmek.

- İslam dünyasını geziyor ve gözlemlerde bulunuyorsunuz. Amerikan gençliğinin problemleri ile İslam dünyasının gençliğinin problemleri arasında bir bağ kuruyor musunuz? Arada benzerlikler mi var, yoksa farklılıklar mı?

Abdülmalik: Native Deen’e katılmadan önce de Ortadoğu’daki İslam ülkelerini görme fırsatım olmuştu. İlginçtir, problemler hep aynı şeyler. Ne giyildiği, kimlerle görüşüldüğü, arkadaşlarının ne yaptığı gibi şeyler… Bizim şarkılarımızda işlediğimiz problemler sadece ABD’deki genç insanları ilgilendiren şeyler değil. Türkiye’deki gençle, Kuveyt’teki gencin ya da ABD’deki gencin problemleri ayrı şeyler değil. Şarkılarımızda yapmaya çalıştığımız, ABD’deki gençlerin problemlerine hitap etmek.

- Böylece tüm gençlerin problemlerine eğilebildiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Abdülmalik: Evet. Neden böyle? Çünkü şeytan her yerde aynı şeytan. Bana da, sana da, ona da musallat oluyor. Herkes için de ayrı bir planı var.

Naim: Gençlerle ilgili en önemli konulardan birisi arkadaş baskısı. Onlara, arkadaşları nasıl davranmalarını isterlerse istesinler, kendileri için en faydalı olanı yapmaları gerektiğini ifade etmek lazım. Arkadaş baskısı bitip giden bir şey de değil. Hayatta sürekli arkadaşlarımızdan nasıl davranmamız ve ne yapmamız gerektiği konusunda telkinler alıyoruz. Böylece seçimler yapıyoruz. Allah’tan bizi hep en iyi seçimleri yapabilmeye muvaffak etmesini niyaz ediyoruz.

Dünya bugün bir mahalle gibi. İstanbul’daki ya da Kahire’dei gençler, New York’taki gençlerden çok farklı değil. Özellikle internet vb. iletişim vasıtaları bunu kolaylaştırıyor.

- Bu, küreselleşmenin bir sonucu mu?

Joshua: Tam olarak değil. Abdülmalik’in söylediği gibi şeytanın taktikleri tarih boyunca değişmiyor. Doğru yol her zaman dar ve orada az insan bulunuyor. Saptıran diğer yollara gitmek her zaman daha kolay. Hükümetlerin önceliği ekonomik gelişme gibi şeyler. Öncelik bu olunca da karakter eğitimi, doğruluk, dindarlık gibi konular ikinci derecede konular olarak algılanıyor. O yüzden, mesela, bir ülke ekonomik açıdan patlama yapıyor ama insanların karakterleri ve dindarlıkları zarar görüyor; çünkü öncelik ekonomide. Allah, Rasulünün zamanında çok farklı düzenlemeler ve emirler göndermiş. Bunlar sadece sağlam karakterlilere değil zayıflara da yönelik; çünkü bazı insanlar için sakınmak çok kolay bir şey değil. Doğru yolda gitmek zor. Size bir takım şeyleri hatırlatacak, sizi zorlayacak ya da cesaretlendirecek insanların arasında yaşamazsanız, sapıp gitmeniz işten bile değil. Şeytan Hz. Adem’den beri aynı şekilde çalışıyor. “Örtünmek zorunda değilsin”, “Namaz kılmasan da olur.” “İslam senin kalbinde.” İslam kalbimizde ama üç nesil sonra kalbimizden başka bir yerde İslam’ı göremez olma tehlikesi var. Birisinin çıkıp şunu demesi lazım: “Tamam İslam senin kalbinde ama bunun senin hayatına yansıması gerek.”

- Dış görüntü de önemli yani?

Abdülmalik: Öyle, nasıl giyinirseniz, ona göre davranıyorsunuz. Ama öncelikli ve önemli olan bizim bir şarkımızın da ismi aynı zamanda: Niyetler. Şarkıda şunu söylüyoruz: Kufi giyebilirsin ama kalbindeki niyetini düzeltmemişsen hiçbir işe yaramaz. Bu, Allah (c.c.) için olmalı. Aslında bu bir denge meselesi. Elbiseye takılıp niyeti ihmal etmemek lazım. Niyeti düzeltip de dış görünüşü ihmal etmek de olmaz.

Joshua: Amelsiz inanç da kıymetsizdir, inançsız amel de… Bir denge kurmak zorundayız. Sadece inanıyorum demekle olmaz. İnanmak ve amel yapmak gerekiyor.

Naim: Kimse kimsenin hakiki manada manevi kıymetini bilmiyor. Şunu da bilmemiz gerekiyor ki hayat bir süreçtir. Eğer bir insanla ilgili hayatının sadece bir dönemini baz alırsak onun gerçek değerini anlayamayız. Örneğin Malcolm X. Hayatının ilk dönemlerinde uyuşturucu satmış, hırsızlık yapmış, hep kötü şeyler var. Bu insan bir dönem geldi insanlığın en güzel örneklerinden birisi oldu. Anne babalar çocuklarına baskı yaparken birden başarıya ulaşmak yerine sürekli gelişimi esas almalılar.

Abdülmalik: Bir diğer nokta da iyi bir Müslüman ya da dindar birisi olmak için başka bir ülkeden birisine benzemek gerektiğinin düşünülmesi. Biz buna inanmıyoruz. Kendi ülkenizin örfüne göre, şer’i ölçüler çerçevesinde makul bir şekilde giyinebilirsiniz. İyi bir Müslüman olmak için Ortadoğu’dan birilerine ya da Afrika’dan birilerine benzemek zorunda değilsin. Kendi kimliğine sahip olabilirsin. ABD’den bir ilim adamı bir zaman şöyle bir şey söylemişti: İslam akıp giden duru bir nehir gibidir. Bu nehre baktığınız zaman alttaki taşları görürsünüz. Su temiz olduğu için alttaki taşın rengi ne ise su o renkte gözükür. Kırmızı ise kırmızı, kahverengi ise kahverengi… Örneğin Türkiye’de Türk tarzı diyebileceğimiz bir İslam yaşanıyor. Şüphesiz burada da insanlar belli yükümlülükleri yerine getirmek zorundalar ama sonuçta kendilerine ait bir tarz oluşturuyorlar.

- Türkiye’de taşın rengi ne peki?

Abdülmalik: (Gülüyor) Bilmiyorum ama çok güzel. Joshua: Sünnetullahın işleyişi çok ilginç. Örneğin alkol tek defada yasaklanmamış. İnsanlar, o yasağa hazırlanıncaya kadar belli aşamalara getirilmişler. Eğer siz sürekli bir gelişme içindeyseniz ama hala yeterli değilseniz birisi gelip sizi yetersiz bulabilir, ama sizi bilen biri şöyle der: “Hayır, bu önceki durumuna göre çok daha iyi. Onu kendi haline bırak.” Hepimiz sürekli bir eğitimin ve gelişimin içerisindeyiz. Öğrenmenin yaşı yok.

- Bir çok ülke geziyor ve konserler veriyorsunuz. Ne tür intibalarınız var?

Joshua: Konserlerimize gelenlerin çoğunluğunun İslami eğilimli insanlar olmasından mutluyuz. Ama aynı şekilde mutlu olduğumuz bir husus da İslam’la ilgisi olmayanları da konserlerimizde görmemiz. Bir defasında bir organizatör şöyle demişti: “Bak şu gençleri görüyor musun? Bunlar sizin konseriniz olmasa hiçbir şekilde buralara gelmezlerdi.” Ben onlara bunlar gece kulüplerine gidiyorlar diye bakmıyorum. “İyi ki buraya geldiniz. Geldiğiniz için çok sevinçliyim” diyorum. Onlara bir mesaj ulaştırmaktan mutluyum. Dolayısıyla her iki kesimden de insanı görmekle seviniyoruz. Bunlardan herhangi birisini göremesek üzülürdüm. Sadece dindarlar gelseydi, diğerlerini neden buraya çekemiyoruz derdim. Sadece gece kulüplerine takılanlar gelse yaptığımız işten şüphe duyardım. Türkiye’de mesela yaşlı, genç her kesimden insanla buluşuyoruz.

- Yaptığınız işin İslami olmadığı şeklindeki eleştirilere ne diyorsunuz?

Joshua: Bunu söyleyenler oluyor ama çok aldırmıyoruz. Şüphesiz bu devam edip gelen bir tartışma ama bize çok fazla yansıyan bir şey yok. Gittiğimiz yerlerde öğretmenler, anne babalar ve alimlerden dengeli bir iş yaptığımız intibasını alıyoruz. Çok fazla rock ve pop işi yapmıyoruz. Bir de yaptığımız işin hem kendimize hem de başkalarına verdiği faydayı gözlemleyebiliyoruz. Herhangi bir şarkımızı dinledikten sonra namaza başladığını söyleyenler oluyor. Bizden sonra gece kulüplerine gitmeyi terk edenler ya da başka müzikler dinlemeyi bırakanlarla karşılaşıyoruz. Bunu gören imamlar bize “Bizim de yapmaya çalıştığımız zaten bu” diyorlar. “Sizler bana yardımcı oluyorsunuz, bu şekilde devam edin” diyorlar.

Naim: Müslümanlar bazen medyanın göstermek istediği gibi görüyorlar. Eğer onların dediklerinin hepsine inanacak olsaydınız, Müslümanlardan hiç hoşlanmazdınız. Eğer doğru insanlarla konuşsanız, doğru hip hop sanatçılarını dinleseniz tamamen farklı bir anlayışa kavuşursunuz. Bizim konserlerimize tamamen önyargı ile gelmeyi reddeden ama sonra bir şekilde bizimle buluşan ve bizi dinleyen insanların hepsi sonunda bizimle ilgili kanaatlerini değiştirdiler. Bizim konserlerimiz, normalde İslami etkinliklere hiçbir şekilde gelemeyecek insanların gelebildiği etkinlikler oluyor. Bizimle ilgili menfi kanaatleri olanlar, konserlerimize gelsinler ve daha sonra karar versinler. Sanat özünde kötü bir şey değil. Sanatçı onu kötü veya iyi hale getirendir.

Joshua: Şunu eklemek istiyorum: Bizim yaptıklarımızdan bir itibar edinme kaygımız yok. Biz Allah’a bizi kendi mesajının yayılmasına bir vesile kıldığı için şükrediyoruz. Hamdolsun ki insanların şarkılarımız sayesinde İslami mesajlarla buluşmalarını sağlıyor ve onları etkiliyoruz. Allah’ın kendine ait bir planı var zaten. Şuna şükrediyorum ki bizi bu planın bir parçası olarak kullanıyor. Eğer biz olmasaydık, etkilediğimiz insanlar başka bir şekilde zaten etkilenecek ve doğru yolu bulacaklardı. İslam gelişecek ve yoluna devam edecek. Biz Allah’a dua edelim de bu gelişmenin içerisinde bir yerimiz olsun: O (c.c.) bizi kendi planında istihdam etsin.


Niçin Rap Dinliyorlar?

Hümeyra Baysal-17

Rap müzik İslami açıdan doğrudan bir şey veriyor diye bir iddiam yok.

Beni etkileyen şarkı sözleri bellidir. Çünkü başörtü mağduruyum. Beni düşünüp şarkı yapanlar sayılı. Sami Yusuf "Free" diye bi` şarkı yapmıştı. Sonra Eastila kısmen yer veriyor. Bunun dışında aşk vs.den sıyrılıp sosyolojik konulara değinenler de var. Sami Yusuf "try not to cry" şarkısında İsrail ve ABD tanklarına taşlarıyla karşılık veren çocuklar için şöyle diyor: “My hearth is your stone, i will throw with you...” (Kalbim senin taşın, seninle atacağım). Genç arkadaşlarımın melodinin ötesine çıkabilmelerini istiyorum. Sadece rap parça diye dinlememeli. Dans ederken bize eşlik etmemeli bu parça mesela. Bu şarkıda dans eden arkadaşlar var. Anlamını bilse mesela yapabilir mi böyle bir şey... Ne dinlediği konusunda duyarlı olmalı insan. Ayrıca konser ortamlarında bulundum birkaç kere. Hoş değildi. Bu konuda organizatörlere büyük iş düşüyor. Kimin konserine gittiğiniz de önemli. Tarkan ya da M. Gürses konserlerine giderken memleketten hoş insan manzaraları görmeyi ummak olmaz. İslami duyarlılığı olan kişiler kadın ve erkekler için ayrı bölümler hazırlamalı ya da bayan görevliler olmalı.

Serdar Soyal-17

Hiphop bir tarz... Onun müziği rap. Ben rap dinliyorum. Çünkü rapte diğer müzik türlerindeki gibi hep aynı şeyden -kız erkek ilişkileri v.s.- bahsetmiyor. Pop tarzı müzikler hem edebiyattan yoksun hem de insanın önüne hep aynı şeyleri pişirip pişirip tekrardan getiriyor. Ama tabii ki de her rap yapanı da dinlemiyorum. Çünkü bunların içinde uyuşturucudan, isyandan, ilişkilerden bahsedenler de var. Ben, bana uygun olanı hangisiyse, kafamı dağıtabileceğim müzik hangisiyse onu dinlemeye çalışıyorum. Aslında rap’in en güzelini de Native Deen adlı grup yapıyormuş. Ben şahsen daha dinlemedim ama şarkılarında namazdan, Hak ve hakikatten bahsettiğini duydum. Hiphopun hayat tarzı olarak beni nası` etkilediğine gelince; aslında ben sadece “uygun” şarkılarını dinlerim. Giyinişleri, yaşam tarzlarını falan örnek almam...


Yasak Olduğu İçin Zevkli

Graffiti, hip-hop kültürünün bir alt dalı. Sokaklara, metroya ya da duvarlara çizilen renkli resimlere verilen ad. Hip-hop kültürünün tüm unsurları gibi muhalif bir tarafı var.

Seni tanıyabilir miyiz?

Beş senedir graffiti ile uğraşıyorum. Poi diye bir grubumuz var. Açılımı Peace Of İstanbul. (İstanbul Barışı) Biz bu isimle boyuyoruz.

Senin için graffiti ne ifade ediyor?

Graffiti 1970` lerin başında New York metrosunda başlamıştır. İllegal olması gençlerin ilgisini çekmesine neden olmuştur. Graffiti bence bir ifade biçimi. Yani duygularınızı, düşüncelerinizi sprey boya ile görselliğin kullanarak duvarlara yansıtıyorsunuz. Bu şekilde daha çok kişiye ulaşabiliyorum ve bir nevi stres atmış oluyorum.

Yasak bir iş değil mi?

Evet, zaten yasak olduğu için graffiti yapmak daha zevkli ve anlamlı.

Peki nasıl ve ne zaman yapıyorsunuz?

Genelde hava karardıktan sonra ya da hava aydınlanmaya başlarken yapıyorum. Eğer legal bir çalışma yapacaksam zaten sorun yok. Normalde bu iş bir taslak kullanılarak yapılır. Önce planlarsınız, renkleri belirlersiniz, yapacağınız yeri ayarlarsınız ve sonra gidip uygulamaya geçersiniz. Ama ben doğaçlama çalışıyorum. Yani kafama neresi ve ne şekilde eserse öyle yapıyorum. O an ne geliyorsa.

Senin graffiti yaparken kullandığın isim nedir?

Comic.

Peki metroya veya gerçekten de yapılmaması gereken yerlere yapıldığı oluyor. Bu sence doğru mu?

Bu soruya cevap vermek istemiyorum. Haklı olabilirsiniz ama bu işin mantık örgüsünde bu düşünceye yer yok. Kusura bakmayın. (Gülüyor)


GENÇ'ın Yazısı.