Ahir Zamanda Yüz Kızartıcı Bir Book
Ocak 2011 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Yazınızı, birkaç yerde üslup ve yaklaşım olarak tadil edilmeyi gerektirir hâlde görmekle birlikte, gayet başarılı buldum. Bir genç olarak gençlerin diliyle yazıyor olmanız, hayatın içinden yazıyor olmanız, yazınıza taze bir heyecan katabilmiş olmanız, zihinlerde kalacak kelime oyunları üzerinden meseleyi güzel bir noktaya tatlılıkla getirebilmeniz takdire değer. Bu sebeplerle yazını ‘Ayın Yazısı’ olarak seçtim. Bu, sana aynı zamanda bir sorumluluk da yüklüyor. Bir çıta koymuş oldun kendine. Bunun daha gerisine düşmeden, daha da ilerisine doğru yol alabildiğini görmek beni çok sevindirecek. E-mektubunda belirttiğin yazıya dair ‘problem’ler önemli. Ama bunların farkına varabildiğin için, yazdıkça, bu sorunları aşma noktasında rahatlıkla yol alacağın ümidindeyim. Yeter ki, sabırla ve yazının sürekli bir ‘işçilik’ gerektirdiğini asla unutmadan yazmaya devam et.
Ayşe Büşra Aydemir
“Facebook hesabını kapatan yüzbinlerce GENÇ bulurum ve o yüzbinlere +1 de ben olurum!” diyenler grubundan bir yeni davetiye aldınız.
Gözüm toprağa düştü bu sıralar. Bedenimizin emanet edildiği ruhumuzun ayrışma noktasına, toprağa…
Toprak ona emrolunduğu gibi bize emanet edilen ne varsa alacak, geriye sadece emanete ne şekilde muamele ettiğimize dair boynumuza asılmış bir referansla ruhumuz kalacak, tutunacak tırabzanı olmayan o köprünün eşiğinde… Toprağın bittiği yerde başlayan alevlerin ‘gel bana, gel bana!’ şeklindeki davetine icabet edip etmemeye karar verecek olan iradeyle başbaşa kaldığımız o günde kontrol, topraktan sonra ve topraktan önce bu ilk ve son durak arasında yapıp ettiklerimizin elinde.
İki toprak arasını (var oluş ve dahi ebede intikal) iki paragrafta özetlemek mümkünse eğer, vakit yok demektir. Bir diğer deyişle her gün, her saat, her an eksiliyor olan tek sermayemiz zaman aleyhimize işliyor demektir.
Şeytanın sağ açık oynadığı, nefisle buluşturduğu her isabetli topu gelişine vuruşlarla doksandan kalemize yolladığı, sağdan gelip girdiği her pozisyonda bizleri ters köşe ettiği bir oyun oynanıyor bugün. Daha birkaç sene evvel aynı sıraları paylaştığımız hanım arkadaşlarımızın tesettür defilesindeki mankenlerin kılığına bürünüp verdiği pozları facebookta meze olarak görmenin ya da ‘mücahit oğlum’ diye büyütülen bey abilerimizin ava giderken avlandıklarına şahit olmanın bizleri şaşırtmadığı gün bugün. Malum şahısların pilates kostümünü giyip başına bir örtü alanların ‘ben tesettürlüyüm’ diye arz- ı endam ettiği gün bugün.
Düzenin kuralına göre oynanan bir oyun var ve bütün bu olanlar da oyunun bir parçası. Hakem düdüğü çalmış, oyun çoktan başlamış. Dostluk maçı havasında geçiyor, en faul hareketlere dahi ne sarı, ne kırmızı kart çıkıyor. Fakat benim bu oyuna seyirci kalmaya niyetim yok. ’’Söyleyecek sözüm çoktu, neden sustum ki?‘’ diye hayıflanmaya da…
Artık zaman değişti, teknoloji gelişti, evet. Tıpkı helâk olan bütün kavimlerdeki gibi, bir alanda zirveye ulaşmanın verdiği baş dönmesi mevcut. Her şey bir merakla başlıyor, “bir kereden bir şey olmaz”la gelişiyor, hızlı bir felaketle son buluyor. Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri türünden felâketler... Küçük kıyametin kopması gibi sonlar...
Peki ya oturma odamızın dünyaya açılan en teknolojik penceresinden belki de Deccal’in çağrısına kulak veriyor olabileceğimizi hiç düşündünüz mü? Neden olmasın! Zaman ‘ahir’ adını alalı, kıyamet alâmetleri ‘online’ olalı epey oldu...
Bir iş başvurusunda bulunduğunuzda, hakkınızda son kararı ‘facebook’ profiliniz veriyorsa, anneler bile oğullarına ‘facebook’ta eş arıyor, profil profil sekmeyi kapı kapı gezmeye tercih ediyorlarsa, Deccal neden adına teknoloji denen bu nimeti kullanmasın, facebook’ta bir profil oluşturmasın?
Annem anlatırdı da hayret ederdim. İnsanların Deccal’in peşine âdeta hipnoz edilmişçesine takılıp gitmesinden korkardım. Tâ ki “sırat-ı müstakim” üzere olmanın ancak “hakikî imanla” mümkün olduğunu öğrenene kadar... Şimdi bakıyorum da, vahşi bir cazibenin etkisiyle açılan o pencereden ne fısıldansa, beyin ölümü gerçekleşmiş bir kul gibi sorgulamadan kabul ediyoruz.
Ve ben yine korkuyorum: “Ya beğendiğimiz, paylaştığımız, yorumlar ekleyip insanlığa yaydığımız şey hakikat değilse? Hakk’a hizmet ettiğimizi zannederken, hakikati hezimete uğratmaya çalışanların ekmeğine ballı tereyağı sürüyor, çorbalarına bir fiske de biz tuz serpiyorsak?”
Facebook demişken, dehşetengiz videolardan, şehvetengiz fotoğraflardan dert yanıp, Sudeysî’nin Kur’ân tilâvetinin altında paylaşılan, ‘recep ivedik’vari esprilerden dem vuracak değilim. Ya da sanal boykotlara katılıp milyon kişilik iddialara giren Müslümanların iftar da ‘yozlaştırılmış sular’ içmelerinden de bahsetmeyeceğim. Aslına bakarsanız sadece dürtüp ‘kendine gel!’ demek istediğim, profilinde ya da kalbini hapsetmek için ördüğü duvarda ‘beğen’mediğim şeyleri söylemek için bile facebook muhabbeti yapasım yok.
Ama dahil olmasak da bunca günaha, günahın kıyısında dolaşırken nefse ve şeytana uyum yasaları çıkartıp vicdanımızı tahliye ediyor olmamız, ‘israf’ suçlamalı davalardan ‘hizmet’ gerekçeli beraatler almamız beni rahatsız ediyor.
Buz tutmuş zeminde tekerlekli patenle yol almaya çalışıp artistik hizmetler yapan, zift dökülmüş bir yolda beyaz çorapla ayakkabısız dolaşarak çoraplarının beyaz kalacağı iddiasında bulunan profil arkadaşlarıma o pencereden bir davet de ben yapıyorum:
Facebook’larınızı kapatın ‘feyzbook’unuzu açın!
Beğenecek, paylaşacak, en çok hoşumuza gittiği gibi kendimizden pek çok şey bulacağımız, kabiliyetimizce anlayıp yorumlayacağımız, kendisiyle nefsimizi ve insanlığı kötülüklerden alıkoyup iyiliğe davet edebileceğimiz ilâhî Kitabınızı açın artık!
Hak katındaki popülaritenizi ‘feyzbook’la geçireceğiniz zaman belirleyecek ve ‘feyzbook’ta ne kadar çok arkadaşınız varsa size o kadar şefaat edilecek, ‘amelbook’unuza o kadar +1 eklenecek! Gelen kutunuzda bir yeni davetiye var! “Facebook hesabını kapatan yüzbinlerce GENÇ bulurum ve o yüzbinlere +1 de ben olurum!” diyenler grubundan bir yeni davetiye aldınız.
Not: Neden facebook da, twitter, vs. değil? Çünkü ben de facebook zehrinin tadına bakıp mide yıkatanlardanım. Ama twitter’da bir yumurta dahi kırmadım.
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.