Hangimizin iyi iş yaptığını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını, kavimlere görevler düştüğünü tebliğ eden İslam olduğunu bildiğimiz halde, rekabetin yerini tamamen işbirliğine bırakacağını söyleyerek, Allah’ın bizzat beşeriyete koyduğu rekabet hissini ortadan kaldıramayız. Hayatta ne sırf çatışma ve rekabet ne de sadece işbirliği vardır; bunlar beraberdir. Milliyet duygusu, fazilet merdiveninden daha da yukarı çıkabilmek için bir dava şuuruna yol açıyorsa, bunun lüzumlu olduğuna inanılabilir.

Yayılma konusunda tahakkümü kendine yol edinmiş, ötekini görmezden gelen, kibirli, apaçık ırkçı yaklaşım, bu satırlarda çokça eleştirildi. Ancak, İslam şemsiyesi altında, bir vâkıa olarak millet ve milliyet olgusuna tekrar dönüp bakmak ve oradan bir pozisyon almak gerekliliği hem fikren hem de siyaseten önümüzde duruyor.

Kültür insan üretimidir, İslam şahıslarla beraber kültürleri de İslamlaştırmıştır. İzleri muhafaza etmeye karşı çıkmamakla beraber, onlara mağlup olmamıştır. Din dışı kültür çeşitliliği onun için önemli olmamış, fakat inanç farklılıklarını İslam’a çevirmek için sürekli terbiye imkânları aramıştır. Millet, kültürel özelliklerin söz konusu edildiği toplum tipleridir. Ümmet ise bunlarla çatışma içinde olmayan, ama dinî özelliklerin öne çıktığı toplumdur. Ümmet bir kalp, gönül ve iman birliği olarak milletten geniştir. Yani ümmet, harcı din olan bir parçalar birliğidir. Milliyet duygusu bütün milletlerde vardır. İnsanlar milliyetperver olmayı bir fazilet sayarlar. Bu duygunun tabii bir neticesi olarak da her insanda milletini korumak ve yüceltmek arzu ve ümidi vardır. Millet sevgisi ayrıca milleti meydana getiren unsurlara hizmet gayretini doğurmaktadır. Böylece bu irade, kendini fikir ve aksiyon planında ifade etmeye çalışacaktır. İslam, ferdin değeri için ırk ve menşe farklılığını kabul etmemekle, insanı ırka bağlı bir unsur değil, iman sınırları içerisinde toplumsal ve siyasî, karakteristik bir unsur olarak kabul ettiğini göstermiştir. Öte yandan İslam’ın kişiyi böyle kabul etmesi millet olgusunu kabul ettiğini de gösterir.

Çünkü millet öteki insan topluluklarından ayrışmaya sebep olacak ahlakî ve ruhî bir kültür meydana getirmiş fertler topluluğudur. Kültür milliyetçiliği denilen sosyal yönelişin, ırkçılıktan farklı olduğu artık kabul edilen bir gerçektir. Bugün milliyetçilik saf anlamıyla kendi varlık ve birliğini koruma, kültür şahsiyetini devam ettirme olarak algılanmakta Millet kavramı ırk kavramını aşmaktadır. Milliyet istikametindeki duruşta başka milletlere hayat hakkı tanınır, üstünlük başka sahalara aktarılır. Irkçılık yayılma konusunda tahakkümcüdür, oysa milliyetçilik fıtrî bir mensubiyet şuurunu kullanmaktadır. Hz. Peygamber “Bir kavme benzeyen o kavimdendir” (Ahmed b. Hanbel Müsned II,50) derken yabancılaşmaya dolayısıyla kimlik meselesine temas etmiştir. Yine “Kınayanın kınamasından korkmamak” (Maide 54) bir kimlik direnişini de ifade etmektedir. Mensubiyet şuuru, yabancılaşmaya karşı direniş İslam’da hak yolunda bir yarıştır. İslam kardeşliği ve ümmet fikrinin milletleri ve milliyetleri yok etme davası olmadığı açıktır. Bu durum, kişileri kardeşlik ve barış şuuru içine soktuğu gibi Allah yolunda olmak üzere kavimleri ve milletleri de dayanışmaya ve hatta bir yarışa davet eder. Kur’an-ı Kerim toplumlara böyle bir görev ve sorumluluk verildiğini beyan etmektedir. “….Rabbim sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O’na bir şey yapamazsınız…” (Hud 57) “Savaşa çıkmazsanız Allah size şiddetli azap eder ve yerinize başka bir kavim getirir. O’na bir şey de yapamazsını Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe 39) “Ey iman edenler aranızda dininden kim dönerse, bilsin ki Allah, sevdiği ve onların O’nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, Allah yolunda cihad eden, kınayanın kınamasında korkmayan bir kavim getirir.” (Maide 54)

Tarihin akışıyla bugüne gelen ve devam edecek olan ırk, kültür, ülke, sınıf, milliyet gibi beşerî ve sosyal gerçeklerin Allah’ın iradesi dışında, kötü sıfatıyla çıkmış olduğu kabul edilemez. Tarih iyi ve kötünün bir arada bulunduğu bir örnek, beşerî kaynaşmaları ve sosyal formları sinesinde barındırmış bir hazinedir. Hangimizin iyi iş yaptığını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarattığını, kavimlere görevler düştüğünü tebliğ eden İslam olduğunu bildiğimiz halde, rekabetin yerini tamamen işbirliğine bırakacağını söyleyerek, Allah’ın bizzat beşeriyete koyduğu rekabet hissini ortadan kaldıramayız. Hayatta ne sırf çatışma ve rekabet ne de sadece işbirliği vardır; bunlar beraberdir. Milliyet duygusu, fazilet merdiveninden daha da yukarı çıkabilmek için bir dava şuuruna yol açıyorsa, bunun lüzumlu olduğuna inanılabilir.


Ali Can'ın Yazısı.