Alışkanlıkların değişimi davranışları etkiler. Davranışların değişimi düşünceleri etkiler. Düşüncelerin değişimi duyguları etkiler. Duyguların değişimi hayatı etkiler. Dolayısıyla alışkanlıkları değiştirmek bir tanesini bile olsa başlı başına hayatı değiştirmektir.

Yaşamak bir tarih yazmaktır. Her insan en azından kendi tarihini yazar. Her ne kadar nerede doğduğunu, ne zaman doğduğunu, nasıl bir aileye, nasıl bir topluma doğduğunu ve yaşam boyu başına gelecek birçok olayı ve karşısına çıkacak birçok insanı seçemese de bütün bunları nasıl karşılayacağını, nasıl yorumlayacağını ve söz konusu karşılaşmalar sırasında ve sonrasında nasıl davranacağını belirleyebilir. Mesele Tolstoy’un dediği gibi “sabah yataktan kalktığımız andan gece yatmaya gittiğimiz ana kadar geçen sürede tarihi oluşturuyor” olduğumuzu bilmemizdir. Bu yazdığımız tarih de esasında sadece kendimizin değil kısmen de olsa yakın çevremizdekiler başta olmak üzere aynı mekanda ve aynı zamanda yaşadığımız bütün bir insanlık. Yaptığımız ya da yapmadığımız her davranışla kendimiz kadar çevremizdeki ve dünyamızdaki insanları da etkiliyoruz aslında. Bununla beraber tarih yazarken bilmemiz gereken ya da unutmamız gereken bazı konular var. Unutmamız gerekenlerden başlayalım:

Güzel bir tarih yazabilmek için unutmamız gereken konulardan birincisi tarih yazmak için çok büyük adımlar atıp kısa zamanda büyük kitleleri etkilememiz gerektiği düşüncesidir. Halbuki her birey bir değişim etkisine az ya da çok sahiptir ancak her birey kısa zamanda büyük kitleleri etkileyemez. İyi ki de etkileyemez. Yoksa sürekli değişimden başımız dönüyor olurdu. Güzel bir tarih yazmak öncelikle insanın kendi hayatına dokunmasıdır. Kendi hayatıyla alakalı sorumluluğunu alması, kendi hayatına çeki düzen vermesidir. Kendi hayatıyla alakalı tasarrufu başkalarına bırakıp sonra da mevcut durumdan şikayet etmek, üzülüp sızlanmak aksi mümkünken doğru olmasa gerektir. Kendi hayatına çeki düzen vermek için de çok büyük değişiklikler yapmasına gerek yoktur insanın. “Tanrım beni baştan yarat” mantığı başlı başına yanlış bir mantıktır. Bunun yerine kendi hayatında değiştirebileceği ama kolaylıkla ve kısa zamanda değiştirebileceği bir alışkanlığını değiştirmekle işe başlayabilir. Alışkanlıkların değişimi davranışları etkiler. Davranışların değişimi düşünceleri etkiler. Düşüncelerin değişimi duyguları etkiler. Duyguların değişimi hayatı etkiler. Dolayısıyla alışkanlıkları değiştirmek bir tanesini bile olsa başlı başına hayatı değiştirmektir. Hele değişen kilit bir alışkanlıksa bu diğer alışkanlıkların da peşi sıra değişeceği anlamına gelir ki hayat bütünüyle değişir. Dolayısıyla güzel bir kişisel tarih yazabilmek için büyük adımlar atmamızın şart olduğunu unutmamız gerekiyor öncelikle de kendi hayatımız için.

Değişim için adım atacağız ancak küçük olsun önemli değil yeter ki devamlı ve kalıcı adımlar olsun. Kendine dair sorumluluğunu aldıktan sonra hayatına olumlu anlamda bir yön verirken diğer insanlara yönelik de olumlu küçük adımlar atmaya, diğer insanlarla ilişkilerinde küçük değişiklikler yapmaya dikkat etmelidir. Tarihi değiştiren insanlar olarak bilinen insanlar gibi büyük eylemler, bir anda tarihe geçeceği davranışlar sergilemesi şart değildir, buna gerek de yoktur. Bir insanın hayatına pozitif anlamda değse ve bu sebeple bir insanı değiştirse esasında dolaylı olarak dünyayı da değiştirecektir zaten. İnsanlar maalesef dünyanın çok farklı yerlerinde acı çeken insanları düşünerek, bu acılara sebep olduğunu düşündükleri politikacıları, büyük şirketleri suçlayarak nefeslerini ve enerjilerini tüketiyorlar. Halbuki suçlamalar ve inlemeler için harcadıkları vakitleri harekete geçmek için harcasalar şikayet ettikleri konular bir anda olmasa bile süreç içerisinde tamamen bitmese bizle azalacaktır. Harekete geçmek derken de en yakınındaki insanlara başta ailesine sonrasında komşularına ve yakın çevresine yönelik olumlu bir şeyler yapmasından bahsediyorum. Dünyayı bir anda bütünüyle değil, parça parça zaman içerisinde güzelleştirmekten bahsediyorum.

Unutmamız gereken bir diğer mesele ise yanlış kabullerimizi reddetmek. Bu yanlış kabullerin bir tarafında dünyanın çok kötü bir yer olduğu, kötülerin her zaman her yerde olduğu, kötülerin asla yenilemeyecek kadar güçlü olduğu vs. gibi olumsuzlukları, olduğundan daha büyük ve çözümsüz görmek var. Diğer tarafında ise iyiliklerin ve iyilerin az olduğu, zayıf olduğu, güçsüz olduğu vs. gibi olumlu tarafı olduğundan daha küçük ve çaresiz görmek var. Halbuki genel olarak etrafımıza baktığımızda dünya her geçen gün insani yaklaşım anlamında daha iyiye gidiyor. Bugün yüz yıl önceyle ya da dünya tarihindeki herhangi bir dönemle karşılaştırılsa çok istisnai dönemler hariç temel insan hakları ve özgürlükleri anlamında, şiddete ve savaşa karşı olma anlamında her zamankinden daha iyi ve bilinçli insanların olduğu bir dünyada yaşıyor olduğumuzu görebiliriz. Ancak dünyaya haber bültenlerinin çerçevesinden baktığımızda dünyanın hiç olmadığı kadar kötüler ve kötülüklerle dolu bir yer olduğunu düşünebiliriz. Halbuki bu sadece bir illüzyon. Haber bültenlerinin sadece ve sadece dünyanın her yerinden felaket ve kötülük haberlerini en kötüsünden başlayarak verdiğini düşünürsek bu illüzyonu neden yaşadığımızı daha net görebiliriz ancak bu durumun bir illüzyondan ibaret olduğu gerçeğini değiştirmez. Dünya iyilerin de olduğu, hem de oldukça çok ve güçlü oldukları bir yerdir. Aksini düşünmek hem yanlıştır hem de insana cesaret, enerji ve ümit kaybettirir. Dolayısıyla kötüler bu dünyanın sahibi ve kural koyucusu değil, iyilerin kötülerin kölesi ve her kötülüğün pasif bir izleyicisi olmadığı gibi.


Mehmet Dinç'ın Yazısı.