Süslü, alımlı kızların adına süslüman deyip eleştirmek de, beri yandan kırmızı ruj ve topuklu ayakkabının yanındayım demek de sadece yüzeysel bir uğraş olarak kalacak gibi görünüyor. Alttan alta hareket eden, biraz ağır biraz yavaş ilerleyen başka şeyler var gibi. Her zamanki gibi.

Hayatlarımızda “yeteri kadar” ifadesi ya da pratiği artık eskisi kadar yok, burası kesin. Neden daha azı ile yetinesin ki, daha iyisini iste. En güzeli, en rahatı, en şık olanı, en havalısı. En’lerle dolu reklam panoları ve sloganları hayattan beklentilerimizi de en’ine genişletti. Yürümeye başlar başlamaz ayak anatomisi için “en iyi” ayakkabıdan çocuğunu mahrum etmeyen ebeveynler, ayak için en iyisinin ayakkabılardan geçmediğine dair sonuçlar veren bilimsel araştırmaları es geçti. Çünkü artık sosyal medya üzerinden paylaştığımız hayatlar için en iyisi, en pahalısından ve havalısından, en yenisinden geçiyor. Ve kimse bu yeteri kadar iyi demiyor.

Yeteri kadar iyi ile en iyiyi aramak arasında tahmin ettiğimizden daha ciddi bir fark var. Ve bu fark hayatın her alanında bizi köşeye sıkıştıracak kadar da baskı unsuru meydana getiriyor.

Peygamberimizin hayatı, çöldeki imkansızlıklar, medeniyetin henüz gelişmemiş! olması, büyük bacalardan dumanların havaya salınmadığı gibi sebeplerle bu kadar sade yaşanmış değil. Hücrenin içindeki DNA’ya hala keşfedilmemiş sayısız sırrı yerleştiren Allah, Peygamberini de elbette bilerek ve iradesi ile o çağa, o şartlara gönderdi. Ve Rasûl de –sav- bir gece bile konaklatmadı çil çil altınları yanında, kendi tercihi olarak. Biz şimdi, sanal çöllerde sıkışıp kalmış olsak da, izden, işaretten yoksun değiliz. Sadece gözümüzü neye açıp neye kapatacağımızı kestirebilsek, Rasûlü, her yaptığını –sünneti- sorgulamadan taklide karar verebilsek, birçok düğümü çözebileceğiz.

Ekonomist Fred Hirsch yıllar önce ilginç bir tespitte bulunmuş. Toplumda refah seviyesi arttıkça ve temel ihtiyaçlar karşılandıkça, insanlar doğası gereği nadir olan tüketim maddeleriyle daha çok ilgilenmeye başlıyorlar, diyor. “Eğer nadir bulunan tüketim maddeleri için rekabete girerseniz, yeterince iyi asla yeterince iyi gibi gelmez, yalnızca en iyiyi aramaya başlarsınız.” Türkiye’nin son yıllardaki halinin özeti gibi. Özellikle başı örtülü, üniversiteli, büyük şehirde yaşayan genç kızlar ve hanımlar üzerinden son günlerde konuşulan kavramlara, yeni icat edilmiş tanımlamalara dikkat kesilin. Artık okul kapılarında engellenmek yok. Artık gezme, tozma, maddi imkan kısıtlamaları yok. Artık biraz da ablalarının mazlumluğu üzerine bina edilmiş, daha rahat, daha özgürlük düşkünü tavırlar var. Artık iğnesiz şallar, gayet belirgin makyaj, pahalı aksesuarlar, sosyal paylaşımda boy boy fotoğraflar var. Artık Müslüman adı değil yeni icat edilmiş başka bir tanım var.

Süslü, alımlı kızların adına süslüman deyip eleştirmek de, beri yandan kırmızı ruj ve topuklu ayakkabının yanındayım demek de sadece yüzeysel bir uğraş olarak kalacak gibi görünüyor. Alttan alta hareket eden, biraz ağır biraz yavaş ilerleyen başka şeyler var gibi. Her zamanki gibi.

Ergenlik çağımın algısı da, üniversite tecrübem de onlarınkine benzemiyor. Onları eleştirmeyeceğim. Fakat onaylıyor da değilim. Zaten sanmam ki birilerinden onay bekliyor olsunlar. Derdim şu ki; acaba onlar da, hepimiz de ara ara durup düşünüyor, ve nereye bu gidiş diye kendimize soruyor muyuz? Tembel kedi Garfield karikatürlerindeki gibi bu sorunun geçip gitmesini beklemeyenler içindir yazdıklarım.

Yine araştırmalar gösteriyor ki; “kişi başına düşen gelir seviyesi bir kez fakirlik seviyesinden geçinmek için yetecek seviyeye ulaştıktan sonra, ulusal refah seviyesindeki artışların mutluluk üzerinde neredeyse hiç etkisi olmuyor.”

Sadece adına süslü ön eki getirilen bu kızlarımız değil, hepimiz düşünmeliyiz. Çünkü resmin ön planında süslüman kızlar varsa, arkada biraz daha flu görünse de süslümen erkekler olduğu da muhakkak. Bu “trend” yaşam tarzı bir süre sonra nereye gider? Mutluluk, “kapak kızı” pozu formundaki hayatla sağlanmıyorsa, bütün bu varlık bir süre sonra nerede yok olur? Bira içen, ot çeken kapalı kızlar da görür müyüz? Biraz daha ilerisi hayatına son veren Müslüman kızlar haberleri olur mu? Farzedin ki, sesli düşündük, kötüyü andık. Allah muhafaza diyelim. Markalı çantalardaki depresyon ilaçlarını görmezden gelelim.

Maddi refah seviyesindeki artış beraberinde daha fazla kişisel mutluluk getirmediği gibi aslında mutluluk oranlarımızı önemli ölçüde azaltıyor imiş. 1960’dan bu yana Amerika’da boşanma oranları iki kat, genç intiharları üç kat, cezaevi popülasyonu beş kat artmış. Klinik depresyon oranı ise üç kattan fazla artış göstermiş. Türkiye için de durum daha iç açıcı gibi görünmüyor.

Ne mutfağımızdaki envai çeşit küçük alet, ne dolabımızdaki rengarenk şallar, ne cep telefonumuzun markası mutluluk için yetmeyecek. Çünkü insan fıtratının kodları madde üzerine yazılmamış. En iyisinden vazgeçip, kanaat üzere olduğumuzda, belki gözlerimizi kamaştıran bu etrafımızdaki her şey, ışıltısını kaybedecek. Biraz karanlıkta kalırız diye korkmamak lazım. Çünkü “Bi leylin muzlimin vallahu hadi”*

“یبلیل مظلم و الله هاد”

“Allah yol göstericidir karanlık gecede”


*Hâfız Divanı, Hicabi Kırlangıç Tercümesi, 478. Gazel


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.