Konuşan Mezar Taşları
Osmanlı`da mezar taşının en önemli simgesinin serpuş (kavuk) olduğu malumdur. Sizinle ilk konuşmaya başlayan, kişinin sosyal statüsünü ortaya koyan serpuştur. Kitabenin yazılı bulunduğu dikit 15.yy dan sonra yuvarlak hatlar alır. Böylece daha fazla yazının sığması sağlanır.
Gündelik hayatımız içinde pek çok mezarlık ve mezar taşı ile ilişkimiz vardır. Çoğumuz onların bize söylemek istediklerini duyamayız. Şehrin dışında değil, şehirle iç içedir mezarlıklar. Şehrin en güzel yerlerine kurulur. Duvarları yoktur. Sanki yaşayanlara bu dünyanın geçiciliğini fısıldamaktadır. Osmanlı toplumunda hayat ölülerle iç içedir. Mezar taşlarının yüzü yola halktan FATİHA isteğidir. Ancak arkadan gelen şatafat taşın sesidir “Ben, ailem, sosyal konumum ve başımdan geçen önemli şeyler...“ diye konuşmaya başlar bizimle.
Mezar taşları ve mezarlar her ne kadar islami bir gaye ile ortaya çıkmışsa da fetih sonrası Osmanlı`da bir sanat haline dönüşmüştür. İstanbul, bu sanatın doğuş merkezidir.
Osmanlı`da mezar taşının en önemli simgesi SERPUŞ (kavuk) olduğu malumdur. Sizinle ilk konuşmaya başlayan, kişinin sosyal statüsünü ortaya koyan serpuştur. Kitabenin yazılı bulunduğu dikit 15.yy dan sonra yuvarlak hatlar alır. Böylece daha fazla yazının sığması sağlanır. İşte serpuş bu dikitin üstüne oturtulur ve bize hikayesini anlatmaya başlar. Hanımlarda hotoz denen geleneksel başlık, kolyelerle süslüdür. 19. y.y.`a doğru başlıksız sütunları güller ve meyve sepeti motifleri süsler. Süleymaniye`deki o muhteşem duvaklı hotozdan dökülen gelin teli süslemeleri bize neler fısıldar... Bu, evlenmeden vefat eden genç kızın mezarının ayakucuna ise kırılmış bir gül goncası resmedilir. Diğerindeki üç gül üç evladı olduğunu söyler bize.. Arma-i Osmani, devlete aidiyetin sembolidir. Mehmet Celaleddin Paşa`nın kitabesinde olduğu gibi. Kafes dilimli sarıklar; müderris ve defter emiri, çubuk başlıklı kavuklar; orta dereceli memurları, kavuk üstündeki sarıklar; yanlarda şişkinlik yapıyorsa saraylıların, mezarlıkların engörkemli kavuğu; Kallavi Kavuk ise Sadrazam, Kubbealtı Veziri, Kaptan-ı Derya için kullanılırdı... Şehzadebaşı Camii yanında Dar-ul Hadis`in haznesinde yatan İsmail Paşa`nın kavuğu kallavi kavuktur. Sadece mesleği mi meşrebini de söylüyor bize. Mevlevi külahını geçirmiş başına, yok kavuğundan fesinden vaz geçememişse, Mevlevi sikkesini veya Nakşi yıldızını kazıttırmış taşına... Kimi zaman da meslekler simgelerle ifade edilir. Çapa denizci, hokka kalem ise ben Kalem-i Yeden`im der. En şaşırtıcısı yazısız taşa rastlamaktır. Bu bedduadan korkan celladın taşıdır... Başlıkları koparılmış mezar taşlarının sahipleri yeniçerilerdir. Vakayı Hayriye ile kaldırılan yeniçeri ocağı (2. Mahmud dönemi) yeniçerilere ait her şeyin yok edilmesiyle sonuçlanmıştır. Üsküdar Ayazma Camii avlusunda yeniçeri başlıkları taşıyan birkaç sağlam örnek kalmıştır.
Osmanlı`da mezar taşının asıl amacı; taşı okunur, kişiyi tanınır kılmaktı. Kitabe Hüvel-baki veya muadili bir girişle başlar HAT SANATI nın tüm güzellik ve gizemini ortaya koyarak devam eder. Hadis, ayet veya kişiyi anlatan bir şiirle devam eder. Şiirde kelime oyunlarıyla özgün olarak kişiye has hikaye anlatılır. Taşın konuşmasıdır sanki “Ben de yaşadım.” der. Sonunda da Fatiha talebi... “Şimdi tek isteğim Fatiha`dır. Ve tarih belirtilir.
Harf devrimiyle bu sihirli sanat son bulur. Son bulmasaydı fötr şapkalı mezar taşları görür müydük mezarlıklarımızda?..
Hande Berra'ın Yazısı.