Cennet Gençlerinin Efendisi
Murat Kaya
57 yaşında şehîd edilmiş olmasına rağmen gönüllerde hep genç olarak ka-lan ve gençlere örnek fazîletli davranışlarıyla hayalleri süsleyen bir şahsiyet var-dır: Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’in sevgili torunu Hz. Hüseyin (r.a)…
O, hicretin 4. senesinde, yâni kâinâtın en mes’ûd günlerini yaşadığı asr-ı saâdette dünyaya gelmiş ve muhterem dedesinin göz bebeği olmuştu. Onu gören “–Bu kadar güzelini de hiç görmemiştim!” derdi. Çünkü o, insanların Allâh Rasûlü’ne en çok benzeyeni idi. (Buharî, Ashabu’n-Nebî, 22; Tirmizî, Menakıb, 30/3778)
Hz. Hüseyin, 6 yaşına kadar Peygamber Efendimiz’in muhabbet kucağında çok mesrûr ve neşeli günler geçirdi. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v) torunlarına çok düş-kündü ve onları, “Siz Allâh’ın reyhânlarısınız.” diye severdi. İsteklerini tereddüt-süz yerine getirir, onlarla oyun oynar, sırtına bindirip gezdirir, hatta secdede iken sırtına çıktıklarında onlar ininceye kadar bekler, rahatsız etmek istemezdi.
Birgün Sevgili Peygamberimiz, ashabıyla birlikte dâvet edildiği bir yeme-ğe gidiyordu. O sırada Hz. Hüseyin de sokakta çocuklarla oynuyordu. Allâh Rasûlü (s.a.v), ashabını geride bırakarak ilerledi. Ellerini açtı, Hüseyin’i tutmak istedi. Hüseyin bir oraya bir buraya kaçıyor, Peygamber Efendimiz de gülerek onu tutmaya çalışıyordu. Nihâyetinde sevgili torununu yakaladı. Bir elini kafasının ar-kasına, diğer elini de çenesinin altına koyup onu öptü. Sonra da:
“–Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim! Hüseyin’i seveni Allâh se-ver...” buyurdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11; Ahmed, IV, 172)
Yine birgün Efendimiz, Hüseyin’i omzuna almış taşıyordu. Bir sahâbî:
“–Yavrucuğum, ne güzel bir bineğe binmişsin!” dedi. Allâh Rasûlü de:
“–O da ne güzel bir süvâridir!” buyurarak muhabbetini gösterdi. (Tirmizî, Menâkıb, 30)
Rasûlullah (s.a.v), iki eliyle Hz. Hasan veya Hüseyin’in avuçlarını tutarak ayaklarını kendi ayağı üzerine koyar ve: “−Yukarı çık.” derdi. Çocuk ayaklarını Rasûlullah’ın göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Rasûl-i Ekrem, onu öper ve: “Allah’ım! Bunu sev, çünkü ben onu seviyorum.” buyururdu. (Buhari, Edebü’l-müfred, hadis no: 249)
Efendimiz, Hz. Fâtıma’ya:
“− Benim oğullarımı bana çağır!” diye emreder, onları getirtip kucaklar ve koklardı. Birgün yine kızı Fâtıma’nın yanına gelmiş ve:
“–Oğullarım nerede?” diye sormuştu. O da:
“–Ali onları götürdü” dedi. Efendimiz dışarı çıktı ve onları Meşrübe deni-len yerde oynarken buldu. Önlerinde de biraz hurma vardı. Allâh Rasûlü (s.a.v):
“–Ey Ali! Oğullarımı sıcak iyice bastırmadan eve götürmeyecek misin?” buyurdu. (Hakim, III, 181)
Bu muhabbet ve alâka ile terbiye edilen Hüseyin (r.a), insanların gıpta et-tiği müstesnâ bir şahsiyet olmuştu. Efendi, hilm, vakar, sekînet ve hayâ gibi üstün fazîletlere sâhip bir insandı. Herkes tarafından sevilirdi. Fitne, karışıklık ve kılıç-tan nefret ederdi. (Suyûtî, Târîhu’l-hulefâ, s. 189)
Hz. Osman, isyancılar tarafından evinde kuşatıldığında, Hz. Hüseyin, ağa-beyi ile birlikte babası tarafından Osman (r.a)’ı korumak ve ona su taşımakla vazî-felendirilmişti. Yâni nerede bir muzdarip ve muhtaç varsa onlar orada idi.
Hz. Hüseyin çok cömert ve mütevâzı idi. “Cömert, efendi olur; cimri ise hor ve hakîr olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini kendinden önce dü-şünen, öbür âlemde daha iyisini bulur” derdi. Bir gün yoldan geçerken, ekmek kı-rıntıları yiyen fakirlere rastladı. Fakirler:
“–Ey Allâh’ın kulu! Buyur, gel!..” diye dâvet ettiler. Hüseyin (r.a), çok mütevâzî bir insan olduğu için bu dâvete memnûniyetle icâbet etti. Hemen atından inip onlarla beraber yediklerinden yemeye başladı. Yemek bitince, Peygamber Efendimiz’in güzel torunu:
“–Ben, sizin dâvetinize uydum. Haydi, şimdi de siz benim dâvetimi kabûl edin. Buyurun, bizim eve!..” dedi. Hep beraber hâne-i saâdetlerine gidip yemek yediler. (Allah Dostları, İstanbul 2000, II, 106)
Hz. Hüseyin, kendini ibadete vererek zühd ve takvâya dayalı bir hayat sür-dü. İnsanlara iyilik ve yardım etmeyi çok sevdi. Müslümanlar arasında huzur ve sükûnu sağlamak, birlik ve beraberliği devam ettirmek için âzâmî derecede gayret sarfetti. Fitne kıpırdanışlarına fırsat vermedi. Muhterem dedesi Peygamber Efen-dimiz’in mânevî mîrâsını koruyup yüceltmek için çalışırken hunharca şehîd edildi. Ona revâ görülen zâlimâne hareketler Fahr-i Kâinât Efendimiz’i ve müslümanları çok üzdü. Selmâ (r.anhâ) şöyle anlatır: Ümmü Seleme vâlidemizin yanına girdim, ağlıyordu. “–Niye ağlıyorsun!” diye sordum. Bana şu cevabı verdi.
“–Şimdi Rasulullah (s.a.v)’i rüyamda gördüm. Başında ve sakallarında toprak vardı. «–Neyiniz var, ey Allah’ın Rasulü?» diye sordum:
«–Az evvel Hüseyin’in şehîd edildiğine şâhid oldum» buyurdu.” (Tirmizî, Menakıb, 30/3771)
Hayâtını Allâh rızâsını ve âhireti kazanmaya endekslemesi, onu pek ulvî makamlara yükseltti. Cennet gençlerinin efendisi oldu. Zâten Allâh Rasûlü (s.a.v), daha o çocukken şu müjdeyi vermişti:
“…Hasan ve Hüseyin, cennet ehlinin gençlerinin efendileridir.” (Tirmizî Menâkıb, 30/3768)
GENÇ'ın Yazısı.