İnsanın asıl görevi, kalbini iyi inşa etmek ve onu “selim” hale getirmek olmalıdır. Zira hiçbir şeyin fayda vermediği o dehşetli ve belâlı güne (kıyamete), güvenle ve emniyet içinde ulaşmak ancak buna bağlıdır. Bu yüzden her Müslümanın bir kalp davası olmalıdır. Mümkünse her gün kalbini avucunun içine koymalı, sonra kalbini iki tarafa (Allah’a ve insanlara) açmalı ve onda neler gördüğüne bir bakmalıdır. Yani onu Cenab-ı Hakk’a arzettiğinde ne görünüyor ve insanlara doğru açtığında ne görünüyor, bunlara bir bakmalı? Her iki durumda da sürekli kendisini test edip hesaba çekmelidir.

Tasavvufî anlayışa göre, “gerçek velî, kalbini avucunun içine koyar, sonra da çıkıp “bu benim kalbimdir” diye hiç çekinmeden ve utanmadan dışarıda dolaşabilir”. Peki bizler de kalbimizi avucumuzun içine alıp böyle dolaşabilir miyiz? Bu soruya evet diyebilmenin pek kolay olmadığını düşünüyorum. Çoğumuzun “ben dolaşamam” dediğini duyar gibiyim. Çünkü kalbimizde gizlediğimiz bir çok kötü duygu, düşünce ve hislerin buna engel olacağını söylemek hiç de zor değil .

Daha doğrusu şunu söylemek istiyorum: Vucudumuzun bir emarını çektirsek işte o zaman, var olan her şey ortaya çıkacak. Emar, bilindiği gibi insanın içini dışına yansıtan, içindeki problemleri gösteren bir âlettir. Yani insanı koyuyorlar bir makineye ve bu sayede dışardan kimsenin göremediği tâ ciğerlerinizi, böbreklerinizi, beyninizi v.s. görüyorsunuz. Oralarda bir arıza varsa hepsi görünüyor. Dışardan bakınca görünmüyor bir şey. Ama makineye girince bütün eksiklikler ortaya çıkıyor. Ciğerlerinde arıza var. Damarlarınız şu kadar tıkalı v.s. diye makine bir sürü arıza sayıyor size…

Şimdi bizler de bir manevî kalp emarı çektirsek, içimizde ne kadar korku, ümit, endişe ve beklenti var. Kimlerden korkuyoruruz ve kimlerden ne gibi beklentilerimiz var? Ve bütün bunlar Cenab-ı Hakk’ın bizden istediği istikamette mi? bunların hepsi ortaya çıkar. Çekilen manevî kalp emarımız, içimizde bir kuldan korktuğumuzu gösteriyorsa orada arıza var demektir. Zira Cenab-ı Hak sadece Benden korkun diyor. Bir kuldan bir şey bekliyorsak orada arıza var demektir. Zira Allah c.c. sadece Benden bekleyin diyor. İçimizde haset varsa -Allah muhafaza etsin- nasıl gösteririz onu bir müslümana bu benim kalbimdir diye. Zira içi haset dolmuş. Bakınca görülmüyor. Ama bir manevî emar olsa haset çıkacak ortaya. Kibir varsa o kalbi nasıl gösteririz. Ucub varsa kendimizi beğeniyorsak veya gıybet varsa nasıl gösteririz. Allah’a nasıl gösteririz. Kullara nasıl gösteririz böyle bir kalbi. Cenab-ı Hak zaten görüyor. Fakat biz nasıl takdim ederiz O’na, bu benim kalbim diye. Haseti olan, kibri olan, lüzumsuz öfkesi olan, başka türlü arızaları olan bir kalbi birbirimize de gösteremeyiz.

Demek ki, kalbimizdeki her şey dışarı vursa, bakamayız birbirimizin yüzüne. Hani Cenab-ı Hak buyuruyor ya: “Allah gözlerin haince bakışını da, kalplerin gizlediklerini de bilir” (Mü’min, 19). Kalbimizdeki her düşünce gözümüze yansısa, dilimizde bir iz bıraksa nasıl bakarız birbirimizin yüzüne. Ne kadar mahcup oluruz değil mi?

İyi ki, Rabbimiz saklıyor bu arızaları. Settâr ismiyle setrediyor bir çok hata ve günahlarımızı. Bununla birlikte O: “Ben setrediyorum. Ama Siz de bu eksikliklerinizi ve arızalarınızı düzeltin” dercesine her gün yeni fırsatlar veriyor bizlere. Bu yüzden her Müslüman, “selim kalb”e ulaşmayı, kendisinin birinci meselesi olarak görmeli ve sık sık manevî kalb emarını çektirerek onun inşası için çaba göstermelidir.


Alican Tatlı'ın Yazısı.