Bu Sene Sevgililer Gününü Kutluyoruz
Evet 14 Şubat’ı bu sene biz de kutluyoruz. Sevgililerine o gün ne kadar vazgeçilmez olduklarını söyleyecek, onlar için her şeyi yapmaya hazır olduklarını ilan edecek, birbirlerine ne kadar yakıştıklarını dünya alem herkese göstereceklerin arasına biz de katılacağız. Ne o şaşırdınız mı? Hayır, hayır başımıza taş felan düşmedi. Kastımız ne idüğü belirsiz birisinin icat ettiği o sefih kutlama değil zaten. Bu sene 14 Şubat’ta Mevlid Kandili’ni idrak ediyoruz ya, kastımız o işte. Bizim sevgilimiz Peygamber Efendimiz ‘in doğum günü, “Sevgililer Günü” diye kutlanan(!) güne denk geldiyse bize ne? Herkesin sevgilisi kendisine. Hem biz onu bir gün ya da bir ömür değil, sonsuza kadar sevdik.
14 Şubat’ı Sevgililer Günü diye kutlayanlar var. O günde sevgililerine hediyeler alıyor, sevgilerini gösterecek bahaneler icat ediyorlar. Birbirleri için yaratıldıklarını söylüyorlar ya da ne kadar vazgeçilmez, ne kadar eşsiz olduklarını felan fısıldıyorlar hatta.
Birbirlerine “hayatımın tek anlamı senmişsin” diyen de vardır mutlaka. Ne güzel değil mi bir taraftan, ne hoş; kin ve nefretin yanında bu tür sevgi gösterileri övgüyü hak etmez mi?
Öyle mi cidden?
Sevgi denince akan sular durmalı mı? “Bayağı ilişkilerin, nefsani tutkuların malzemesi” diyerek karartmayalım mı şimdi bu yaldızlı sahneyi? “Tüketmekten başka bir değeri olmayanların yeni bir israf vesilesidir, başka da değil” diyerek bozmayalım mı bu sevgi gösterilerini?
Tamam, hay hay, bozmayalım, milletin keyfini kaçırmayalım. Kutlasınlar sevgililer gününü, yine ve yeniden kimin ketenperesine geldiklerini anlamadan sevgimtrak gösterilere devam etsinler. Ama biz de şunu yapmaktan geri durmayalım:
Madem sevgililer günü, biz de kendi sevgilimizden bahsedelim. Bu sene sevgilimizin doğum günü tam da 14 Şubat’a denk geldiği için yapalım bunu. Yitip bitmeye mahkum sevgileri, ithal adetlerle, başka bir şekilde değil sadece tüketerek kutsama yarışına gülerek ve ibret alarak bakmakla kalmayalım, biz de kendi sevgilimizi yâd edelim.
Bir kez daha görelim ve anlayalım ki O’ndan daha güzeli ve O’ndan daha sevgilisi yoktur, gelmeyecektir ve olmayacaktır.
***
Evet bizim sevgilimiz mi demiştik? Biz ne zaman O’nsuz bir söz ettik ki? Biz her söze O’nunla başlamayı sözümüzün şerefi bildik, çünkü sözümüz O’nunla tatlandı, O’nunla kıymet kazandı, O’nunla nurlandı.
Yitip bitmeye mahkum sevgileri, ithal adetlerle, başka bir şekilde değil sadece tüketerek kutsama yarışına gülerek ve ibret alarak bakmakla kalmayalım, biz de kendi sevgilimizi yâd edelim.
Yine O’na selam ederek başlayalım sözümüze ki şeref bulalım yine. Aslında sevgilimizi anlatmaya mecalimiz yetmez bizim, çünkü O’nun sevgisi tarife gelmez.
O bize bizden daha çok sevgili…
Sevgisi hiç kirlenmemiş; her dem ter ü taze. Alıp bizi dünyanın en mutlu insanı yapacak bir sevgi…
Sadece bu dünyada değil, sonsuza kadar devam edecek, tutup, hani öyle derler ya, başı göğe erdirecek bir sevgi… Bizim sevgilimiz dünyanın en merhametlisidir. Gelmiş geçmiş insanlar içerisinde en mükemmeli O’dur, başkası değil.
Sadece insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler de kendisine meftundur. Sadece bu dünyadakiler mi, öte dünyadakiler de, göktekiler de kendisine hayrandır. Sadece o kadar mı, kendisini yaratan bile O’na muhabbet eder, kendi öz ismi ile hitap etmeyecek kadar sırlı bir seviyede sever O’nu.
Ateşle aramıza O durmuştur; kollarını germiş, oraya düşmeyelim diye çaba gösterip durmaktadır. İçimizde yaşadığı müddetçe bağışlanmamıza vesiledir. O zaten sürekli içimizdedir. Zahiren görmeyiz belki ama bize hep dua eder, bağışlanmamızı diler.
Hayatı da kabrindeki hayatı da rahmettir.
Yüzüne bakıldığında gözlere yaş hücum ettiren, dudak ısırttıran, burun sızlatandır O…
Dünyanın en güzeli… İnsanların en güzeli… Yaratılmışların en güzeli…
Sevilecek birisi varsa O‘dur, başkası değil. Dolunay, bulutsuz bir gecede tüm ihtişamıyla parlarken O’nun yanında ne kadar sönüktür.
Güneş, zuhurunun şiddetinden gaipken O’nun civarında ne kadar da ölgündür. O sevgili, bizim Peygamberimizdir. Bizim sevgilimiz Muhammed Mustafa ‘dir.
O’na ümmet olmak ne büyük şeref…
Elimizden tutup bizi kurtuluş yurduna ötüren O sevgili… Adını andığımızda içimize baharlar getiren… Bizi görmeden özleyen…“Benden sonra iman edecek kardeşlerime selam söyleyin, aman onlara iyi davranın” diye sahabesini sıkı sıkı uyaran O sevgili…
Bizim sevgilimiz, can Peygamberimiz...
***
Bir gün mezarlığa girip selam verip “İnşaallah biz de size katılacağız” dedikten sonra şunu ilave etmişti:
“Kardeşlerimi özledim, onları görmeyi ne çok isterdim…”
Kimdi kardeşleri?
Sahabesi de önce bunu sordu: “Biz senin kardeşlerin değil miyiz ya Rasûlallah?” Canımız Peygamberimiz : “Siz benim ashabımsınız. Kardeşlerim henüz gelmemiş olanlardır” buyurdu. Kardeşleri bizdik demek, peki bizi özlemesi nasıl bir keyfiyetti?
Bizi bir yerde, bir zaman ve bir halde görmüştü zahir ki bir özlemi vardı. İnsan görmediği, tanımadığı, bilmediğini özler mi? Demek ki o kendisini görmeden iman edenleri, kendisini sevenleri tanıyor, biliyor ve özleyecek kadar seviyor. Çünkü O’na yakınlık zamanla ya da mekanla sınırlı değil ki…
Öyle dememiş miydi Yemen’e gönderdiği Muaz’a:
“Bana en yakın olanlar, nerede ve ne zaman olursa olsun, Allah’a sorumluluk bilinci içerisinde olanlardır.”
Allah’a yakın olanlar O’na da yakın oluyorlar.
O’na yakın olan Allah’a da yakın oluyor. Allah’ın kendisini sevmesini ve bağışlamasını isteyen O’na yakın olacak. O’na yakın olmak ise O’na uymakla mümkün. O’nun gibi yaşamakla…O’nun yap dediğini yapmak, yapma dediğinden kaçmakla…O’nun özlediği kardeşleri arasına girmekle…Nasıl gireceğiz peki O’nun kardeşleri arasına?
Sahabi bunu da sormuştu: “O kardeşlerini nasıl tanıyacaksın ey Allah’ın Rasulü?”
O de onlara şunu sormuştu:
“Ne dersiniz, bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde o atını tanımaz mı?”
Öyle ya, siyah ya da kızıl atlar içerisinde bembeyaz bir at tanınmaz mı?
Sahabe efendilerimiz tasdik etmişlerdi: “Evet, tanır ey Allah’ın Rasulü…”
“İşte, demişti Peygamber Efendimiz, kardeşlerim aldıkları abdestten dolayı yüzleri, elleri, ayakları parlak gelecekler. Ben onları Havz’ın başında bekleyeceğim.”
Ağzını O’na salavatla yıka. Gözünü O’nun ismine, ravzasına, hilyesine, siyerine bakarak arındır. Elini O’nun sünnetini ihya ederek, ayaklarını O’nun ayak izlerinde yürüyerek temizle.
Demek, O’na kardeş olmak temiz olmakla mümkün. Abdestli olmak, temiz olmak demek. Ellerin, yüzün, ayakların parıldaması için abdestin uzuvlara aldırılması yetmez; ruha da aldırılmalı. O sevgiliye kardeş olmak için her dem abdestli olmalı, sadece uzuvlarımızı değil, kalbimizi, gönlümüzü ve ruhumuzu da yıkamalıyız.
• • •
Gel bu 14 Şubat bir dönüm noktamız olsun. Bir sevgilimiz var; sevgisi bir gün ya da ömür değil, sonsuza kadar sürecek. Öyle bir sevgili ki senin hasretin içerisinde… Sevgisi alıp seni insanların en hayırlıları arasına katıyor. Seni, her gün, her saniye, her an bir yüceliş ufkuna yükseltiyor.
O’na layık olmak için güzel bir abdest al; bu abdest bir milat olsun. O’nun hoşlanmadığı her şeyden temizle kendini. Ağzını O’na salavatla yıka. Gözünü O’nun ismine, ravzasına, hilyesine, siyerine bakarak arındır. Elini O’nun sünnetini ihya ederek, ayaklarını O’nun ayak izlerinde yürüyerek temizle. İçinde bir aşkınlık ve fedakarlık ummanı coşsun. Yediğin, içtiğin, yürüdüğün, konuştuğun, baktığın, kısacası yaşadığın her şey bir lezzet olsun, zevk olsun.
Seni şenlendirsin, sürekli didinen, gayret eden bir merhamet eri kılsın.
Özünü güzelleştirsin; oradan hep güzel şeyler çıksın, kin, gayz, nefret olmasın. Yüzünü güzelleştirsin; tıpkı O’nun yüzü gibi hüzün kuşatsın simanı. Sözünü güzelleştirsin; kelimelerin hikmet olsun, susuşun tefekkür…Gözünü güzelleştirsin; bakışın ibret olsun, nazarın diriltsin değdiği yeri.
• • •
O bizim sevgilimizdir. 14 Şubat doğum günü mübarek ve kutlu olsun. O olmasaydı karanlıklar içinde kalacak, doğruya ulaşamayacak, ötede yaşayacağımız o dehşet ortamında yanına sığınacağımız birisini bulamayacaktık.
O’nun sevgisi bizi başka kapılara muhtaç etmez, etmeyecek. Biz O’ndan daha vefalı, daha sadık, daha düşünceli, daha hassas bir sevgili görmedik.
Dua ve ümit ediyoruz ki O’nun sevgisi ile kimseye muhtaç olmayalım, bu sevgi bizi doyursun, bu sevgi bizi alsın, ötede Hamd Sancağı’nın altında ve Havz-ı Kevseri’nin başında O ve O’nun kardeşleri ile buluştursun.
Ne mutlu ki O bizim sevgilimiz…
Biz onu bir gün ya da bir ömür değil sonsuza kadar sevdik.
Mehmet Köprülü'ın Yazısı.