Dinleyen dinlenir, diye söylüyorlar. Evi dinlesek, ne söyler bize? Bizi kim dinler konuştukça? Dinlenir miyiz yorgunluğumuzu atarak? İmanımızı artırarak dinimize kemalî titreyişler katar mı bu iş? Dinlemek lazım...

Be nam-ı Hüda...

Buraları anlaşılır kılan, bazen, yeteri kadar sade kalışıdır. “Yeteri kadar sade, daha fazlası değil.” Sadeliği tartmanın en iyi yolu herhalde sessizlikten geçer. Sessizlik debdebenin, süslerin içimize sızmasını kolaylaştıran örtüsünü en güzel kaldırandır. Evlerin içi sessizken, kendi kendinle kaldığın zamanki halinle tanırsın şahsını biraz da. O demler hem evi hem kendini okumanın kaçırılmayacak fırsatıdır. Eğer sessizliği susturmaya azmeden gürültüler yoksa içinde.

Kalabalıkların akıntısında sürüklenirken, gündelik telaşlardan dem vurduğumuz zamanlarda, sabah uyandığımızda bizi ‘yapılacaklar’ listesinin beklemediği günlerin hayalini kurmaz mıyız?

Aradığımız bir nevi “boş”luktur. Hiç boş vaktim yok ki, diyerek ertelediğimiz şeylerin bizi beklediğini sandığımız boş vakitler. Halbuki bu boşluğun, içine atılanları öğüten bir yanı da vardır. Ki zaten “boş” kaldığımızda o öğütücünün içine biz de girmiş oluruz ve iliklerimize kadar hissederiz o kemirici sesi. Canımız sıkılır.

İçimizi daraltan, zaten bizi vaktiyle çokça sıkan işlerin yokluğu mudur? Yoksa kendi kendiliğimizde keşfedilecek, dinlenilecek, söylenilecek, yad edilecek “dolu” bir şeyler bul(a)madığımızdan mıdır?

İnsan kendini dinlemesini bilmiyorsa, başkalarını nasıl can kulağıyla dinleyebilir ki?

Kendi kendi ile baş edemiyorsa, neyin idaresine talip olabilir samimiyetle?

Evde yalnızken kıldığımız namaz günümüzün düne eşitliğini bozuyor mu? Rabbim ile baş başa kaldım sevinci ile zikre varıyor mu dil ve damak?

Gönlümüzün aktığı, tenhaları fırsat bildiğimiz özlemlerimiz olmazsa, evlerin yalnızlığı bizi sıkacaktır şüphesiz. Zaten boş vakitlere ertelenen hiçbir şeyin bizi orada beklemediğini keşfedecek kadar yaşanmışlığımız olmalı. Aslında bu mesele evin duvarlarını aşan bir mevzu. Tabi ki ev eksenli bir okuma yapmanın da –herhalde- zararı dokunmaz.

Sessizliğin yayıldığı anlarda evlerimizin içine bakalım. Kaç köşe sayabileceğiz? Kaç köşede izini sürebileceğimiz detaylar bulabileceğiz?

Bize seslenecek mi duvardaki çatlaklar, kapının oyması, güneş ışıklarına müsaade eden perde aralığı, dolap kapakları, günlerdir dinlenen Kur’an-ı Kerim, Yasin cüzü, alt raftaki kaset, telefon rehberleri arasına karışmış şiir kitabı...

Dinleyen dinlenir, diye söylüyorlar. Evi dinlesek, ne söyler bize? Bizi kim dinler konuştukça? Dinlenir miyiz yorgunluğumuzu atarak? İmanımızı artırarak dinimize kemalî titreyişler katar mı bu iş? Dinlemek lazım...

Huda Hafız.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.