Fatma Karabıyık Barbarosoğlu-Yeni Şafak

“…Kendi çocuklarını yiyen bir eğitim sistemi bizimki. Öğrenciler okulda öğreniyorlar. Öğretmenlerin öğrettikleri üzerinden sordukları soruları başarı ile cevaplandırıyorlar. Ne var ki aynı konu test olarak karşılarına çıktığında soruyu bir türlü çözemeyerek, test tekniğini kapmak için ille de dershaneye gitmeleri kaçınılmaz oluyor. Bu durumda eğitim sistemimiz kendini imha etmiyor mu?

Devlet okulda başka bir yöntem ile ders işlettirip, sonra da başka bir yöntem ile cevaplanması gereken sorular ile sınav yaptığı için; dershaneler, eğitimin en muhkem kurumu olarak ailelerin parasını, çocukların vaktini, enerjisini heba ediyor. Eğitim, sınıf atlamayı gerçekleştirebilecek en etkin kurum iken, sadece parası olanların çocuklarına eğitim verdiği bir anlayış, gittikçe hayatımızdaki varlığını arttırıyor.

Bütün bunları neden şimdi yazıyorum. Okullar tatil. Dershaneye gidecek parası olanlar dershaneye gidiyor. Parası olmayan çocuklar bu boş günlerde ne yapıyor hiç düşündünüz mü? Belki ben de düşünmezdim. Maltepe`de bir dershanenin önünde iki çocuğun konuşmasına kulak misafiri oldum. Oracıkta durmuş minibüs bekliyordum.

“Kazanacak mı lan bu hayvanlar!!!”

“Yok lan bunların babaları paralı, kafaları beyinsiz. Gider gelir dururlar.”

“Kimi şişledin?”

“Ablamın çalıştığı şirketi.”

“Niye ki?”

“Kızı işten çıkarmışlar durduk yere. Ben de bir güzel çökerttim. Zor toplanırlar.” Sesin sahibi kimdir diye dönüp bakamadım. Neden mi? Korkudan. Sesleri, konuşma şekilleri insanın içini donduruyordu. Bilgisayar kurdu olan bu gençler, kabiliyetleri oranında bir istikbal bulamadıkça, belli ki daha da kinlenecekler. Ve kim bilir bir gün kim tarafından keşfediliverecekler.

Eğitimde fırsat eşitliği her aşamada yeniden bozuluyor. Gençliğine gelecek vaad edemeyen bir ülke olduğumuz üzerinde konuşup tartışamadan bir arpa boyu yol alabilmemiz mümkün değil.

Oysa Türkiye`de aydınlar, bütün sorunlara kendi sınıflarının penceresinden bakıyor. Gençliğin başında alev, yüreğinde kor saklı. Siyasiler bu ateşe kendi “ocaklarını” tutuşturmak için talip. Köşeciler bu ateş üzerinden ya kendini seyretmeye kalkıyor ya iyi bir kebap nasıl pişirilir edasıyla yaklaşıyor. Bir de bu ateş üzerinden “ışık ve ses ayarı” yapanlar var.

Ülkemizde gençlere hayat enerjisi aşılayan, yerli kitaplar yayınlayan bir yayınevi olmadığını biliyor muydunuz? Yer gök çocuk yayınları kaynarken; gençlik yayınları, tuzu kuru sınıfların ithal kitapları etrafında dönüyor. Gençlik yayınları “eğlenceli bilgi” serisinden ibaret.

Hep beraber “eğlenerek” yok oluyoruz ya.

Ne diyeyim. Ciğerim yanıyor, ciğerim yandıkça içimde söz birikiyor. Ama kimseler duymuyor. Duymuyor. Duymuyor. Duymuyor.”


GENÇ'ın Yazısı.