Bir Haftada Verilen 16 Bin Şehidi Bilmeme Lüksümüz Yok!
Seddülbahir cephesinde, Zığındere mevkiinde 28 Haziran 5 Temmuz arasında çok küçük bir alanda 16 bine yakın evladımızı şehit verdik. Bir milletin 16 bin evladını bir hafta içerisinde kaybetmeyi bilmeme gibi bir lüksü olduğunu düşünmüyorum.
Çanakkale`ye nasıl bakmalıyız? Yani anlatmaya nereden başlamak lazım? En önemli şey nedir Çanakkale`de?
Çanakkale Savaşları`nın günümüze yansıyan askeri, sosyal ve kültürel yönü var. Bir de tabi manevi yönü var. 3 Kasım 1914`teki ilk müttefik bombardımanını başlangıç sayarsak, 8-9 Ocak 1916 gecesi müttefik askerlerinin yarımadadan çekildiği süre içerisindeki 14 aylık muazzam bir mücadele. Çanakkale Savaşı`nı, dedelerimizin verdiği bu mücadeleyi, her açıdan bilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye`de henüz bu savaşı her yönüyle ortaya koyabilen eserler ne yazık ki yok. Yabancıların literatürüne baktığımız zaman Çanakkale ile ilgili kitapların Çanakkale ile ilgili çalışmaların çok çok daha fazla sayıda olduğunu görüyoruz. Sonuçta onlar yenilmişlerdir fakat bu yenilgiden fazlasıyla da ders çıkarmışlardır. Biz de bu zaferimizden günümüze ait ne gibi dersler çıkarabiliriz onları iyice incelememiz gerekiyor.
Çanakkale hakkında herkesin mutlaka bilmesi lazımdır dediğiniz ama pek de bilinmeyen bazı gerçekler ya da konular var mıdır? Varsa nelerdir?
Çanakkale`nin anlatımında kahramanlık ve menkıbe edebiyatının çok ön planda olduğunu düşünüyorum. Fakat savaşın daha ana niteliğinin yani bunu Birinci Dünya Savaşı`nın, Osmanlı`nın dokuz cephesinden bir tanesi olduğunu -bakın “dokuz cephe” diyorum- insanlar bilmiyor. Adeta çok farklı, müstakil bir savaşmış gibi telakki ediliyor. Olayın daha çok böyle hamasi yanına kayılıyor. Savaşın seyrinde yapılan bir takım hatalar, komuta heyetindeki bir takım aksaklıklar, ancak buna rağmen yine de özellikle Türk ordusunun gösterdiği başarılar çok iyi bilinmiyor. Ayrıca çok iyi bilinmeyen muharebeler de var. Mesela 16 bin askerimizi kaybettiğimiz Zığındere muharebesi. Çok küçük bir alandır Zığındere muharebesinin gerçekleştiği alan. Onu ne yazık ki çoğu kimse doğru düzgün bilmiyor. Halbuki Seddülbahir cephesinde, Zığındere mevkiinde 28 Haziran 5 Temmuz arasında çok küçük bir alanda 16 bine yakın evladımızı şehit verdik. Bir milletin 16 bin evladını bir hafta içerisinde kaybetmeyi bilmeme gibi bir lüksü olduğunu düşünmüyorum.
Kazandığımız yerleri ön plana çıkararak kaybettiğimiz yerleri arka plana itmek gibi bir tavır mı var?
Bir açıdan öyle. Bir açıdan da belki okuma isteğimizin araştırma isteğimizin olmaması. Herşeyin bize hazır gelmesini bekliyoruz. Belki de bir kaç kahramanlık öyküsünü anlatılması hoşumuza gidiyor. Ama olayın geri planlarına çok fazla eğilmiyoruz. Mesela Almanların bizi Çanakkale`de nasıl kullandıkları, komutada çok ciddi hatalar yaptıklarını... Bunu çok fazla bilmiyoruz. Ama özellikle bazı kesimlerde “Bizi Almanlar yönetti. Çanakkale zaferi aslında Almanlarındır” gibi bir anlayış da var. Çünkü Çanakkale’de görev alan toplam Alman personel sayısı sadece 500 civarındadır. Yaklaşık 8 ay boyunca kara muharebelerinde görev alan yaklaşık 250-300 bine yakın askerimizin içerisinde sadece 500 tanesi Alman personeli. Çanakkale Zaferi`nde Almanların bize en büyük yardımı, gönderdikleri deniz altılarıyla bazı müttefik gemilerini batırmalarıdır. Zaten ordumuzun Başkomutanı olan Alman Liman Von Sanders Paşa da anılarında bize Almanya`dan çok yardım gelmedi diye itiraf eder.
Almanların bizi Çanakkale`de kullandığından söz ettiniz. Bu konuya biraz değinebilir misiniz?
Almanlar bizi en başta bir yük olarak görmüşlerdir. Çünkü bizi son derece zayıf görüyorlardı. Almanların Batı cephesindeki yenilgileri; bir anda “Osmanlı bize yardımcı olabilir.” gibi bir görüş oluşmasına yol açtı. Bu yardımcılık da daha çok Avrupa cephesinden uzak cepheler açılarak, Osmanlı ordusunun, müttefik birliklerini kendi üzerine çekmesi ve Almanların işini biraz rahatlatması şeklinde görülmüştür. Özelde Çanakkale`ye baktığımızda Alman Genel Karargahı Osmanlı ordusunu hiç zaman bir müttefik olarak görmemiştir. Kendisine bir şekilde bağlı, daha çok geri plandaki bir ordu gibi görmüştür. Zaten Türkiye`ye gelen Alman subaylarının çoğu da, Türk meslektaşlarını kendileriyle eşit görmekten ziyade daha çok üstten bakma eğilimindedirler. Çanakkale`de kayıplarımızın en büyük sebeplerinden bir tanesi, özellikle ordumuzun komutanı Liman Von Sanders başta olmak üzere, bir çok Alman komutanın son derece gereksiz, tartışmalı hücumlar konusunda ısrar etmeleridir. Makineli tüfek mevzilerine karşı sürekli piyade hücumu yaparsanız çok ağır kayıplar vermeniz kaçınılmazdır.
Gerek bizim, gerekse de düşman açısından savaşın kaderini etkileyen en önemli hatalar ve fırsatlar nelerdir?
Çok örnek var. Ancak bizim açımızdan en büyük hatalardan bir tanesi Liman Von Sanders Paşa`nın özellikle 25 Nisan çıkarmasında çıkarma yapılacak sahillerde çok zayıf birlikler bırakması ve ana ihtiyat birliklerini geride bırakmasıdır. Bunu, güya ilk andaki bombardımandan olabildiğince korunma amacıyla tercih etmiştir. Fakat bu, ne yazık ki İngilizlerin ve Fransızların karada tutunmalarına imkan sağlamıştır. Gerisinde bu kadar donanma desteği olan bir ordu karada tutunduğu için tam 8 ay boyunca geri püskürtülemedi. Ne onlar ilerleyebildiler ne de biz onları denize dökebildik.
Karşı tarafın yaptığı en büyük hata sizce neydi?
Kanımca karşı tarafın yaptığı en büyük yaptığı hatalardan bir tanesi Osmanlı ordusunun gücünü küçük görmek oldu. Düşünün Churchill kabinede sadece donanma ile Çanakkale Boğazı`nın geçilebileceğini ve İstanbul`un teslim olabileceğini düşünüyordu. Şu küçük görmeye bakar mısınız? Yani hiç bir şekilde bir Türk ordusu, Türk savunması gibi bir şey düşünmüyor. Sadece donanmayla... “Dolayısıyla” diyor “Biz hiç bir yerden asker ayırmayacağız. Sadece donanmayla İstanbul`a varacağız. Azınlıklar da bizden yana olacak.” 1915 yılında İstanbul`un nüfusu yaklaşık 1 milyon. Yarıya yakını azınlık. Rum, Ermeni, Yahudi azınlığı. Geri kalanı Türk. Bence en büyük hataları Osmanlı ordusunu küçük görmeleriydi. Türk askerinin o dayanıklılığını o iman gücünü hiç bir zaman hesaba katmamışlardı. Kağıt üzerinde müttefiklerin kazanmaması için hiç bir neden yoktu. Donanma onlarda, kara ordusu onlarda, gerekli teçhizat onlarda, cephane onlarda...
Çanakkale`nin manevi boyutu ile alakalı ne söyleyebiliriz?
Bu çok önemli. Ancak doğruluğu tartışmalı olaylar yerine belgelerle sabit olaylar anlatılmalı. Türk askerinin siperdeki imanını, inancı, dünyanın en güçlü ordusuna karşı yabancıları bile şaşırtacak derecede savaşması başlı başına bir mucizedir. Avustralya resmi tarihinde Kanlısırt Muharebeleri anlatılırken Osmanlı ordusundaki bir alay imamının önündeki subaylar şehit olunca, nasıl komutayı ele alıp da askeri yönettiği anlatılır. Bizdeki alay imamları sadece askere dini telkin veren askerler tarzında anlaşılmamalı. Aynı zamanda kritik bir zamanda askeri yönlendirebilecek konuma da sahiplerdi. Kaldı ki bütün resmi emirlerde çok net bir şekilde dini vurgular vardır. “Allah’ın yardımıyla” başlar mesela, “İnayet-i Hakk`la taarruza geçiyorum” der bir emrinde Mehmet Şefik Bey. Veya Mustafa Kemal`in hepimizin bildiği ve bence Çanakkale ruhunu en iyi özetleyen bir gözlemi vardır. Hepiniz biliyorsunuz Bomba Sırtı Vakası diye geçer: “Öleceğini biliyor ve üç dakika içinde öleceğini bildiği halde Kuran-ı Kerim`i okuyarak siperinden çıkıyor. İşte Çanakkale`yi kazandıran bu yüksek ruhtur.” Bu gibi olaylar Çanakkale`nin manevi boyutunun çok önemli olduğunu gösterir. Bizim ordumuzda dini vurgu, maneviyat vurgusu çok ön plandadır. Dolayısıyla Çanakkale`de maneviyatın gücü hiç bir şekilde yok sayılamaz. Bu noktayı kesinlikle göz ardı etmemek lazım. Bu olaylara hurafe diyenlerin samimi olduklarını düşünmüyorum. Çünkü hurafe diye eleştirenler kendileri anlatırken Truva Savaşı`ndan, mitolojik kaynaklardan bir takım örnekler vermekte tereddüt etmiyorlar.
Bir kesim anlatılanları hurafe olmakla eleştiriyor, işin hurafe turizmine döndüğünü iddia ediyor. Menkıbeleri nasıl değerlendirmek lazım?
Bizim genel olarak insanımızda Çanakkale Savaşı`nı bir menkıbe olarak anlamaya meyil var. Bunu da bir dereceye kadar doğal karşılıyorum çünkü her savaş kendi kültürünü doğurur. Çanakkale`nin de kendi kültürü doğmuştur. Hepimizin dudağındaki o Çanakkale Türküsü olsun, kuşaktan kuşağa anlatılan o öyküler olsun... Bunlara zaten karşı olmak mümkün değil. Ama çok gerçek dışı, mantık dışı, savaşta olması mümkün olmayan şeyleri anlatmak çok doğru değil. Oradaki şehitlerimizin anısına da saygısızlık aynı zamanda. Mesela çok bildiğimiz şu bulut olayı meselesi. Ünlü İngiliz birliği Norfolk Taburunu bir bulutun alıp götürdüğü gibi. Bunlar doğru değil. 1919 yılında mütareke imzalandıktan sonra bölgeye gelen müttefik heyeti Norfolk taburuna ait bir çok askerin cesedini bulmuş ama bunların söylendiği taburun tamamı olmadığı ortaya çıkmıştır. Yani ortada öyle taburun kaybolması olayı da yok. Zaten ondan sonra anlaşılıyor ki oradaki harekattan kaçabilenler geriye kaçıyorlar ama karışıklık anında kimin hangi taburdan olduğu belli olmuyor. Norfolk taburunda olup da esir düşen askerlerin ifadeleri yakın zamanda Başbakanlık Osmanlı Arşivleri`nde yayınlandı. Askerlerin hiç bir ifadesinde “Bulut geldi aldı benim arkadaşlarımı” gibi bir ifade yok. Bu hurafenin çıkış noktası 1960`lı yıllarda 3 tane Anzak askerinin bir dergiye verdiği röportajdır. Yani olayın çıkış kaynağı biz değiliz yine yabancılar.
Bunun yerine siperdeki askerin maneviyatını anlamaya çalışmak lazım. O duyguları anlamaya çalışmalı. İnanın bu, o bulut olayından daha büyük bir mucize. Baştan beri baktığımız zaman Çanakkale Savaşı`nda karşı taraf kağıt üzerinde çok daha üstün. Bizim ordumuzun teçhizatı, doğru düzgün bir ikmal yolu yok. Karşı tarafla karşılaştırıldığında bir çok imkansızlıklar içerisinde. Ama bu asker, bu Osmanlı insanı, bu Türk insanı canını dişine takmış ve dünyanın en büyük donanma ve ordusuna karşı büyük bir mücadele vermiştir. Aynı zamanda daha da önemlisi olağan üstü derecede de insani davranışlar sergilemiştir. Özellikle Anzak kaynaklarında askerimiz, mert Türk, mert düşman, kendi topraklarını savunan olarak görülür. Ama savaşın başında öyle değildi. Savaşın başında onların gözünde Osmanlı; kaba, işkence yapan, insanlara zarar veren, esir aldığını hiç acımadan öldüren, insan dışı bir varlıktı. Ama savaş sırasında İngilizler de, Anzaklar da ne kadar mert bir düşmanla savaştıklarını anladılar. Mesela U-21 Alman denizaltısının Arıburnu kıyılarında Majestik zırhlısını torpilleyip gemiyi batırmasından sonraki kurtarma çalışmalarında Türk topçusu ateş etmeyi kesmiştir. Askerimiz doğru düzgün yiyecek içeceğe sahip değilken, alınan esirlerle yiyeceklerini paylaşmışlardır. Bunu esir düşmüş çoğu kişinin hatıralarında görmek mümkün.
Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Çanakkale`de şu an ciddi bir bilgi ve çevre kirliliği vardır. Özellikle ziyaret sezonun başladığı zamanlarda yine bu problemlerle karşılaşacağız. Şehide saygı lafla falan olmaz. Bunu siz eyleminizle göstereceksiniz. Ayrıca çok daha önemlisi yarımadada yanlış yapılaşma sorunu vardır. Ne yazık ki çok önemli alanlara çok gereksiz otoparklar yapılmıştır. Çanakkale`nin doğal yapısı bize doksan yıllık bir mirastır. Bunun için orada bir patika yol yaparken bile yüz kere düşünmek gerekir.
Teşekkür ederiz.
GENÇ'ın Yazısı.