Rukiye Akgün Gülşen / Genç Haber Merkezi

1990 kuşağı gençlerimize anlatıyorduk, 28 Şubat’ı ve öncesi yaşananları. Kimilerine abartılı geliyor, kimileri de yanlı düşündüğümüzü, olayları çarpıtarak anlattığımızı sanıyordu. Tabi o yıllarda ya daha çocuktu ya da doğmamıştı, bu gençlerimiz. Nerden bilsin gümüş yüzük taktığı için ya da “selâmün aleyküm” dediği için Ahmet Bey’in fişlenip ceza aldığını yâhut memleketinden çok uzak bir yere sürgüne gönderildiğini? Evlâdını ziyaret etmek isteyip de başı örtülü olduğu için kışlaya sokulmayan asker analarının olduğunu, çocuğunun mezuniyet törenine dahî katılamayan başı örtülü anaların, ağızları kapatılarak susturulan üniversiteli kızlarımızın, iknâ odalarına “ya açacaksın ya defolup gideceksin” diyen öğretim görevlilerinin olduğunu, Kur’an okumak maksadıyla bir araya gelen hanımların evlerinin basıldığını, her türlü dinî içerikli eserlerin suç unsuru teşkil ettiğini, fâili meçhûl cinayetlerden, mütedeyyin insanları sorumlu tutup hapishanelerde süründürdüklerini, sonra da sokaklarda “kahrolsun şeriat, Türkiye lâiktir lâik kalacak” sloganı attırdıklarını bugünün gençleri nereden bilecek?

Bizlere de 1950’li 60’lı yılları annelerimiz, babalarımız anlatırdı. Hadi diyelim ki tarih kitapları yanıltıcı olabiliyor, ama babam ve annem asla yalan ve yanlış karıştırmadan anlatırlardı. O günlerde tuzu kuru, yokluk kıtlık görmemiş, doğru düzgün okur-yazar olmadığı hâlde (zaten okur- yazar bulunamıyordu. Memleketim insanı câhil bırakılmıştı.) CHP’li olmak sûretiyle insanlar önemli mevkilere getirilmişlerdi. Daha 13-14 yaşlarında bir çocukken bile pek çok şeyin farkına varmıştım. Meselâ CHP’ye oy verenlere bakıyordum da bir tane bile yoksul aile yoktu. 1940’tan önceki yılları da dedemler, annemlere ve babamlara anlatmışlarmış. Dedem ki Sarıkamış Harbi’nde Ruslara esir düşmüş ve On yıl Rusya’da yaşamak zorunda kalmış. Babam zaten annesinin karnındaymış babası savaşa gittiğinde. Bugün mezarı bile belli değil.

İşte Anadolu insanının ortak kaderi bu iken sonradan siyasî emeller uğruna ayrıştırılan, ötekileştirilen insanlar birbirlerine düşman hâline getirildi. Oysa Haçlıların, Moğolların darmadağın ettiği Anadolu topraklarında Hacı Bektaşî Velî, Yunus Emre ve Mevlâna gibi gönül ehli insanlar sayesinde İslâm’ın çiçekleri Anadolu’nun her yanında boy vermiş, Alevîsi, Kürdü ve Türkü ile kardeşçe yaşanılmıştı. Müslim, gayri Müslim ayrışması dahî yoktu. İslâm’ın tanıdığı insan hak ve hürriyeti çerçevesinde kimse kimseyi inancı ve yaşam tarzından dolayı kınamıyordu. Cân ve mal emniyeti korunma altında idi.

Haçlılar, kılıçla hâkim olamadıkları İslâm topraklarına bu defa düşünce yoluyla hâkim olmaya başladılar. İslâm ülkelerine gönderilen ajanlar din ve mezhep kışkırtıcılığı, ırk ayrımcılığı gibi fitne tohumlarını saçtılar. Gazeteler, kitaplar, filmler, müzikler, açtıkları okullar, Avrupa’ya çekip kendi okullarında yetiştirdikleri insanlar vs. yoluyla güzelim memleketim insanını ve diğer İslâm ülkelerini de birbirine düşman hâline getirdiler.

En son “Gezi Parkı” adı konan eylemlerde kamu araçlarına zarar verilmesi, dükkânların camlarının kırılması, kaldırım taşlarının sökülüp, araçların ve polislerimizin üzerine atılması hülâsa ”Verebildiğin kadar zarar ver” anlayışı Moğol saldırılarına uğramış Anadolu’yu gözlerimin önüne getirdi. Bunların vatanseverlikle ne ilgileri olabilir? Baskı, şiddet, korkutma, sindirme yolu ile ülkede hâkimiyet kurmak istiyorlar, güya özgürlüklerinin gasp edildiğini ileri sürerek.

Son olaylar artık şunu çok iyi gösterdi. Bunu, ne olur artık siz de anlayın.

“Özgürlüğümüz de özgürlüğümüz” diye tutturanların niyetlerinin samimi olduğuna inanmak isterdim. Ne yazık ki bu kavramın arkasına sığınıp camiye, ezana, Kur’an’a bütün mânevî değerlere alerjik reaksiyonlar gösterenleri çok gördük. Hangi siyasî görüşe sâhip olursa olsun, bir devlet, İnsanların cân ve mal emniyetini dikkate alarak bâzı sınırlamalar koymak zorundadır. Bunu özgürlüklerin gasp edilmesi biçiminde algılamamak gerekir. Trafikteki sınırlamaları düşünürseniz, bu sınırlamaların niçin olması gerektiğini anlayabilirsiniz. Bugün “özgürlük” kavramının arkasına sığınıp vandallık yaparak Marksist emellere hizmet eden bir anlayışa karşı, vatansever Müslüman genç, uyanık olmak zorundadır. İslâm’ın dışındaki hiçbir sistem özgürlükleri koruyacak güce sâhip değildir.

Sadece şu örneğe bakmanız bile İslam’ın engin hoşgörüsünü, diğergamlığını, yaşama ve yaşatma idealini anlamanıza yardımcı olacaktır. Peygamber (sav) Efendimizle içtiği su ayrı gitmeyen Ebu Tâlib’in Efendimizin onca ısrarına rağmen atalarının dininden vazgeçmeden son nefesini verişi, Efendimizin de O’nu sağlığında sevgisinden saygısından, şefkatinden mahrum etmeyişi, kalbini kırmayışı… Gibi davranışları İslâm düşünce sisteminin bir göstergesi değil midir?

Bu örneklere İslâm’ın dışında hiçbir sistemde rastlayamazsınız.  


GENÇ'ın Yazısı.