Bir Sohbet Medeniyeti Yeniden
Ahmet Edip Başaran
Umutsuzluk yok, çünkü ruhun dirilişi en nihayet gerçekleşecek. Gidip kendimize sohbet halkaları bulalım. Gidip kendimize ezelin ve ebedin şaşmaz çizgisiyle bizleri kardeşleyecek dostlar bulalım.
Cahit Zarifoğlu, büyük gönül insanı Fethi Gemuhluoğlu’nun vefatı dolayısıyla yazdığı satırların bir yerinde şunları söyler: “Fethi Gemuhluoğlu ile birlikte, zamanımızda ve yaşadığımız düzen içerisinde zaten havuzuna giremediğimiz dervişliğin, sohbete, birilerinin önünde diz çökmeye bağlı büyük medeniyetin büyük fırsatlarından biri daha gitti. (Yaşamak, Beyan yay.) Zarifoğlu, sohbeti birilerinin önünde diz çökme medeniyeti olarak nitelendiriyor ki çok doğru bir görüş. Bugün bu medeniyetin neresinde duruyoruz? Bunu acilen sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. İçimizde mutlaka bu sohbet ortamlarında bulunan, bu ortamların harikulade havasını tatmış arkadaşlarımız vardır. Sohbet anları, gönülden gelen bir iştiyakla diz çöküp oturduğumuz, başımızı öne eğip söylenilen sözlerin, anlatılan kıssaların eşliğinde içimizle kıyasıya bir hesaplaşmaya girdiğimiz bereketli zaman dilimleridir. Çoğu çoğu araya uzun sessizlikler girer. Bilinçli bir susma eylemidir bu. Öyle ki bu suskunluklarda içimizde olağanüstü kıpırdanmalar olur. Konuşuluyormuş gibi susulur, susuluyormuş gibi konuşulur. Bütün dikkatimizi anlatıcıya emanet eder, gözlerimizi kapatırız. Hani şeyh – mürit ilişkisinden bahsederken İmam Rabbanî hazretlerinin verdiği çok güzel bir örnek vardır: “Şeyhin önünde mürit, ölü yıkayıcısının elindeki meyyit gibidir.” Sohbet tam da böyle bir teslimiyetin, kendinden, dünyevî ihtiraslarından vazgeçişin çileli ama bir o kadar da rahmet dolu yolu. Bu yolun yolcusu olmak erdemli insanlara has bir ayrıcalık. Bir de arkadaş ortamlarında yaptığımız sohbetler var ki, bunlar da gıptayla, hasretle her zaman hatırlanmaya, yaşanmaya layık.
Bizim medeniyetimiz biraz daha derinlemesine bakıldığında bir sohbet medeniyeti olarak da görülebilir. Hatta dilimizde de bu yaşama tarzının bir yansıması olarak sohbetle, kardeşlikle, meşveretle ilgili birçok kelime, deyim ve atasözümüz mevcut. Müslümanları bir cemaat birlikteliği içinde buluşturan, aynı inancı paylaşmanın asaletiyle bizleri kucaklaştıran, bizleri birbirimize kardeş kılan maneviyatın özünde sohbet var. İslam, her dem taze ve yeni olan çağrısını sohbetlerle bütün zamanlara yaymasını bildi. Sohbet, doğruluğu, dürüstlüğü, iyiliği, karşılık beklemeksizin vermeyi öğütleyen muhteşem bir medeniyetin sözcüsü oldu. Şunu da unutmamak gerektiği düşüncesindeyim; sohbeti bütünleyen, anlamlandıran bir kelime daha var ki, o da dostluk. Dostsuz sohbet de, sohbetsiz dost da aynı manevi yoksulluğun kapısında konaklar. İkisi de birbirine sımsıkı bağlı ruh ikizleri. Dost varsa sohbet ederiz, sohbete gideriz çünkü orda mutlaka bir dost vardır.
Yazının başında bu sohbet medeniyetinin neresinde duruyoruz, diye sormuştuk. Bugün kişisel yaşantımızın en büyük boşluklarından birisinin sohbetsizlik olduğunu söylersek abartmış olmayız sanırım. Bu sohbetsizliği belki de dostsuzlukla beraber değerlendirmeliyiz. Bizim için yapılacak ilk iş, dizleri dibinde oturacağımız gönül insanlarını arayıp bulmak. Bir duanın, bir masumiyetin, bir vecdin gölgesine sığınıp ölümü hatırlamak. Ölümü unutunca başlayan trajedi ölümü hatırlayınca nihayet bulur. Çünkü ölüm, sorduğumuz bütün soruların cevaplarını içeren bir anahtar. Bilincimize, idrakimize, kalbimize vurulmak istenen zincirleri kırıp atan ilahi bir balyoz. Teknolojik bir sarsıntının içinde doğrularını yitirmiş bir toplum için sohbet, bir arınma, kendini bilme, Rabbini bilme ameliyesi bakımından bir panzehir. Sohbetler ölüm düşüncesini, Allah’ı, dostluğu, kardeşliği sürekli hatırlatan çok önemli uyarı levhaları. Bir sohbetle, bir cümleyle gözlerimizin dibindeki hayretin, kalbimizin dibindeki imanın nasıl ayaklandığını anlatmaya kelimeler, cümleler aciz kalır. Sohbet bereketli bir imkân Müslüman için. Ölümü hatırlama, üzerimize düşen sorumluluğun ciddiyetini idrak etme bağlamında bugün sohbetlere her zamankinden çok daha fazla muhtacız. Hayatımızdaki bu büyük boşluğu, sohbetsizlik boşluğunu bir an evvel doldurmanın derdiyle dertlenmemiz şart. Bunun için öncelikle kendimize dost olmamız gerekiyor belki de. Kendine dost olamayan başkasına dost olabilir mi? Sanmıyorum. Geçmişe dost olmak, geleceğe dost olmak, şimdiye dost olmak, ölüme dost olmak, Allah’a dost olmak… Dost olmanın yolu da dosdoğru olmaktan geçiyor.
Modern çağın bir hız çağı olduğu her zaman söylenegelmiştir. Bu çağın en karakteristik özelliği “unutmak.” Batının, sömürgeci ve haçlı zihniyetiyle donanmış tepeden tırnağa bilinçli saldırıları özellikle ithal bunalım, bencilleşme, bireyselleşme yemleriyle bizi avlamaya çalışıyor. Bunu yaparken sanatı, edebiyatı, sinemayı, müziği de kullanıyor. Yalnızlık, günümüz dünyasının efsunlu kelimelerinden biri. Ama hangi yalnızlık? Bizim lügatlerimizde geçen halvetle hiçbir alakası yok bu kelimenin. Bu yalnızlık ortaya, etliye sütlüye dokunmayan, sinir uçları alınmış, haksızlıklar karşısında sesini yükseltmeyen pasif, edilgen bir insan tipi çıkarıyor. Bu insan tipi, Müslüman bir insan tipi olamaz. Tam aksine Müslüman önce kendinden başlamak üzere, çevresine, ülkesine ve dünyaya, inandığı temel değerler istikametinde müdahalede bulunmalıdır. Müdahalenin olmadığı, mücadelenin olmadığı her yerde boyun eğme vardır. Bir salgın gibi her tarafımızı kuşatan bu yalnızlık sorunuyla baş edebilmenin yolu sohbet halkalarına eklenmekten geçiyor. Bir böcek gibi ezilmekten korunmanın yolu dostluk halkalarımızı alabildiğince genişletmekten geçiyor.
Sohbet, bireyselleşmeye, tek tipleşmeye, bencilleşmeye karşı önemli bir savunma kalesi. Batının modern çağın Müslüman gençliğine bulaştırdığı bu fena halde bireyselleşme salgını karşısında çok uyanık ve dikkatli olmamız şart. Yalnızlaşan birey, bütün yitirilmiş değerlerin ortasında cemaat olma duyarlığını da yitiriyor ve çağın ruhunu ezen, anlamını ezen saldırıları karşısında büsbütün savunmasız kalıyor. Birey olabilmek elbette önemli, buna sözümüz yok. Olamaz da. Ne var ki özgünlük adına, farklılık adına ruhumuzu acıtan, ilkelerimizi inciten tavizleri veremeyiz. Vermemeliyiz. Kaldı ki cemaat kavramı İslâm’ın en önemli kavramlarından birisi. Zulüm yönetimlerine, inkâr çetelerine karşı verilen savaşta omuz omuza çarpışmak varken, parçalanmak, yalnızlaşmak, bencilleşmek de neyin nesi oluyor? Bunun hesabını Allah’a nasıl veririz. Rabbimiz bizi bu duruma düşmekten korusun. Bizleri cemaat olma duygusundan, sohbetlerden, dostluklardan uzak düşürmesin.
Şimdi zaman sohbet halkaları oluşturma zamanı. Şimdi zaman cemaat olup safları sıklaştırma zamanı. Elimizde bu dünyayı içine düştüğü gayyadan kurtaracak cümleler var. Tek başımıza dünyanın gidişini değiştirecek gücü kendimizde göremiyorsak, bu oyunu sürdürmenin bir anlamı yok. Çağımızda en çok yüreklendirilmelere muhtacız. Bir namazla, bir duayla, bir sevgi sözüyle dünyayı yerinden oynatacak manevî güce sahibiz. Yeter ki, umutsuzluğa düşmeyelim. Yeter ki sahip olduğumuz müjdenin farkında olalım. Sezai Karakoç, Ruhun Dirilişi kitabında o müjdeyi ne güzel anlatıyor: “Şu dünya hayatında sahip olup olabileceğimiz en büyük müjde Allah’ın varlığıdır. İnsanların birbirlerine taşıyabilecekleri en büyük müjde budur. Hatta denebilir ki tek müjde budur.” Allah’ın varlığının bu dünyadaki en büyük müjdemiz olduğuna inanmak. İşte imanın en sahih, en net göstergesi. En yakınımızdan başlamak suretiyle herkese bu müjdeyi verelim. Oluşturacağımız sohbet ortamlarında mümin kardeşlerimize bu müjdeyi verelim. Umutsuzluk yok, çünkü ruhun dirilişi en nihayet gerçekleşecek. Gidip kendimize sohbet halkaları bulalım. Gidip kendimize ezelin ve ebedin şaşmaz çizgisiyle bizleri kardeşleyecek dostlar bulalım. O kadar ayrı düştük ki sohbetlerden koşa koşa sohbetlere gidelim. Gözlerine baktığımızda içimize ilahi ışıklar düşürecek gönül erenleri bizleri bekliyor. Bu kadar yalnızlık yeter, cemaat bizi bekliyor. Haydi kalkalım…
GENÇ'ın Yazısı.