Yılmaz Yılmaz

Eline kameralı cep telefonunu alan öğretmenini, arkadaşını, komşusunu, sınıfını, bakkalını falan çekmeye başladı. Çekmek yeterli değildi tabi. Youtube’da en çok izlenen görüntü olması gerekiyordu çektiklerinin. Gençler amansız bir savaşın içine böyle düştü işte. Kapı kırıldı, perde parçalandı yani. Modern birey paparazzi olmanın tadını almıştı bir defa. Kim durdurabilirdi ki?

Öyle bir hal aldı ki insanımız, merak etmeden duramaz oldu. Merak alanı da genişledikçe genişledi haliyle. Kendi ilgi alanının dışına çıktı, farklı uğraşılara da merak salmaya başladı. Örneğin hiç tanımadığı bir gencin yılbaşı gecesini kutlarken arkadaşıyla beraber sazlı-sözlü-danslı eğlencesini kendi arkadaşının gösterisiymiş gibi benimsedi, izledikçe izledi; tavsiye etti diğer arkadaşlarına, yayındaki görüntünün izlenme oranını (share) yükseltti farkında olarak ya da olmayarak.

Merak ilmin anasıydı; ama günümüzde paçavraya çevrilmiş bir ilim anlayışının ürünü olarak ortaya konan “bilim” her alanda tartışılmaz güç kaynağı oldu uzun bir zaman. Bilimi temsil edenlerin şahsında değerini yitiren, eski görkemli günlerini geride bırakan bilim, yerini şarlatanlığa, sahtekârlığa, ihtikâra, menfaate bıraktı. Bilimin yerini şarlatanlık alınca, haliyle merak da başka mecralara yöneldi. Merakına yenik düşen, ilgi alanı genişleyen, başka hayatlara dokunmak isteyen gençler bu doymak bilmez iştihalarını internet denen sanal gerçeklikle karşılama yolunu seçti. Youtube’da, işte bu merak duygusunun kamçıladığı gençlerin dizginden boşanırmışçasına hücumuna maruz kaldı. Her geçen gün popülerliği arttı.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce ABD’de iki gencin aklına gelen bu çılgınca gösteri ve gösterme-teşhir ‘oyunu’, internet kullanıcılarının öyle bir rağbetine maruz kaldı ki Google bir kamyon dolusu parayı gözden çıkarıp bu siteyi satın alıverdi (1,6 milyar dolar diye yazı gazeteler) Google gibi bir bilişim devinin adı altına giren, youtube.com zaten büyüktü ve güçlüydü, ama şimdi daha güçlü olarak döndü internetperestlerin önüne. Bugün bir ‘fenomen’ olmaya aday olan youtube aynı zamanda insanların korkulu rüyası haline gelmeye de başladı, dersek abartmış olmayız sanırım.

Türkiye’de bir lisede yaşanan vahim hadiseyi hatırlamayanınız yoktur: Bir sınıfta öğretmenleriyle dalga geçen, el-kol şakası yapan ve bunu cep telefonu ile çekerek youtube’da yayınlayan liseliler bir anda gündem olmuştu hatırlarsanız. Liselerdeki başıboşluğun gözler önüne serilmesi adına ortaya konan bu haber peşinden başka sorunlara davetiye çıkarmış oldu: Öncelikli olarak bu haberle beraber Youtube ifşa edildi, yani varlığı daha önce pek bilinmeyen youtube böylelikle duyurulmuş olundu tüm kamuoyuna. İkinci sorun şuydu: Çektikleri görüntüleri televizyonda izleyen gençler tekrar sarıldı cep telefonuna, diğerleri de yeni bir meraka kapıldı, acaba bizim çektiğimiz görüntüler de çıkar mı televizyona, diyerek… Eline kameralı cep telefonunu alan öğretmenini, arkadaşını, komşusunu, sınıfını, bakkalını falan çekmeye başladı. Çekmek yeterli değildi tabi. Youtube’da en çok izlenen görüntü olması gerekiyordu çektiklerinin. Gençler amansız bir savaşın içine böyle düştü işte. Kapı kırıldı, perde parçalandı yani. Modern birey paparazzi olmanın tadını almıştı bir defa. Kim durdurabilirdi ki?

Görüntüsü youtube’da yayınlananları da aldı bir telaş haliyle. Görüntüyü sildirmek de öyle kolay değil. Uğraşmak lazım, İngilizce bilmek lazım, görüntüyü niçin sakıncalı bulduğunu adamlara inandırmanız lazım. Ve daha bir sürü ayrıntı…

ABD kültür anlayışında gayet doğal karşılanan bir hadisenin yaşadığınız yerde öyle olmadığını anlatabilmek de maharet isteyen bir iş doğrusu. İşin bu kadar cılk tarafı yetmezmiş gibi gençlerin bir birlerini şantaj yapmak ve tehdit etmek için kullandıkları silaha dönüşmeye başladı bu sınırsız çılgınlık. Gökteki yıldızlar gibi olan sahabeden biri, ilim ve iman kabını Hz. Rasulullah (aleyhiselatüvesselam) çeşmesinden dolduran İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer’in (r.a.) mahrem alan konusundaki hassasiyetini hatırlayalım:

Hz. Ömer, gecenin bir vakti sokaklarda dolaşmaktadır. Emîr’ül Mü’minîn olduğu için yani müminlerin başı olduğu için her an bir sıkıntısı olan biri varsa yardım etmek de onun görevidir. Bağrış çağrış seslerin geldiği bir eve yaklaşır. Evin kapısı kapalı olduğu için Halife Ömer (r.a.) evin duvarına çıkar. Oradan bakınca ev sahibinin içki içtiğini görür. Ve oradan seslenir ona. İçki içtiği için mümine yakışmayan bir iş yapmıştır. Kızmıştır Ömer, bağırmaktadır adama. Adam da mahcup olmuştur, cevap verir: Ya Ömer ben hata işledim ama sen de evimin duvarına çıkıp bu halimi izledin. Mümine yakışır mı bu? İzin almadan yaptığın bu davranış doğru mudur?

Tam olarak ifade edememiş olsam da öz ve özet olarak yaşanan olay bu. Efendiler Efendisi izin konusunda o kadar hassas ki bırakın dışarıdan eve girmeyi evin içinde dahi ev halkı arasında dahi odalara girişte izin istenmesini buyurmaktaydı. Hz. Ömer, davranışından ötürü o kişiden özür dilemişti ve en büyük Hak sahibi olan Allah’tan da bağışlanma niyaz etmişti…

Şimdilerde bırakın gençlerin bu hassasiyeti taşımasını, matah bir iş yaptıkları zannıyla çevrelerine “hava” atma yarışına girdiler bile. Genelde İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Antalya gibi Büyükşehirlerde örneğine daha çok rastlanan bu hadiseler önü alınmadığı takdirde her yerde rastlanabilecek “sıradan bir olay” olmaya doğru gidiyor.

Müslüman ahlâkıyla hiç de bağdaşmayan bu tür bir eylemin internet aracılığıyla mubah olarak lanse edilmesi, zaten televizyon ve boyalı basın eliyle iyice zayıflatılmış, drajeler halinde sunulan “iç dinamizm”i, “mümin duruşu” iyice zedelemektedir. Günah kampanalarının bir biri ardına çaldığı zamanların meyus çocukları olan Müslümanlar ise ya toplumun genel gidişatına ayak uydurmakta buluyor çareyi ya da kendini, çevresini, ailesini toplumdan soyutlayarak kurtulmaya çalışıyor bu durumdan.

Her evin içinde olup-biteni merak etmeler, argo tabirle üstüne vazife olmayan işlere burun sokmalar almış başını gidiyor.

Kim bilir belki hepsinin çaresi, kalp katılığına merhem bulmaktır. Acımasızca başkasını medyaya ya da ne bileyim kirli gözlere malzeme etmek kalp katılığından değil de nedendir? Sanırım mümin gençler öncelikle içlerindeki “hilm” duygusunu kaybetti. İçimizdeki merhameti kaybettiğimiz ölçüde insaf duygusundan da, vicdan görgüsünden de, Yaratan korkusundan da uzaklaşıyoruz haliyle.

Bir sahabenin sorduğu sorudur Efendimize: “Ey Allah’ın Rasulü, bazen içimden rahmetin kaldırıldığını zannediyorum, sinirli aksi biri oluyorum, ne yapmalıyım?”

“Bir yetimin başını okşa!”

Reçete Efendiler Efendisinin sunduğudur. Gerek gerçek anlamıyla gerek mecaz anlamıyla bir “yetim” bulup başını okşamak…

Sen ne güzel bir öndersin ey Rasul!


GENÇ'ın Yazısı.