Tarih boyunca tüm peygamberlerin ve Hak dostlarının tebliğ ve irşad uslûbunda “kimseden bir şey istememek” esası, en önemli prensiplerden biri olagelmiştir. Bugün de etkin bir lider ve eğitimci olmanın en temel esaslarından biri, kendi nefsi adına kimseden bir şey istememektir.

Herkesin yükünü çekebilecek bir gönül zenginliğine sahip olmakla beraber, kimseye yük olmama hassasiyetini sinesinde taşıyan kimse, “Şahsiyet Dili”ne vakar aşısı yapan ve muhataplar nezdinde saygınlığı artan, etkin bir şahsiyettir. Böyle bir duruş sergileyen kimsenin bu hali, edebiyatımızda “istiğnâ” kavramıyla ifade edilmiştir.

Rabbin ihsan ve ikramıyla iktifâ edip, mevcûda kanaat etme, tezellülde bulunmama, hiç kimsenin hiçbir şeyinde gözü olmama gibi manalara gelen istiğnâyı, dilimizde en güzel karşılayan ifade “gönül tokluğu ya da gönül zenginliği”dir. Buna ‘tokgözlülük` de denebilir.

Avf bin Mâlik anlatıyor:

“Biz yedi sekiz kişilik bir grup Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-`in yanında oturuyorduk. Bize:

«– Allâh`ın Resûlü`ne bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Oysa biz, yeni bîat etmiştik. Bu sebeple:

– Ey Allâh`ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya, dedik. Sonra tekrar:

«– Allâh`ın Resûlü`ne bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Biz yine:

– Ey Allâh`ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya, dedik. Efendimiz tekrar

: «– Allâh`ın elçisine bîat etmeyecek misiniz?» buyurdu. Bu defa bîat için ellerimizi uzatarak:

– Ey Allâh`ın Resûlü! Biz sana daha önce bîat etmiştik. Şimdi ne üzere bîat edeceğiz, dedik. Sevgili Peygamberimiz:

«– Allâh`a kulluk edip O`na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş vakit namazı kılmak, itaat etmek ve -sesini alçaltarak- kimseden bir şey istememek üzere bîat edeceksiniz!» buyurdu. Yemin ederim ki bu gruptan bazılarını görürdüm; (at üzerindeyken) kamçısı yere düşerdi de onu kimseden kendisine vermesini istemezdi.” (Müslim, Zekât, 108)

Kimseye yük olmama ve muhataptan kendi nefsi hesabına hiçbir beklenti içinde bulunmama hassasiyeti ile söylenen bir sözün ya da gösterilen bir ilginin etkisi çok yüksek olacaktır. Işte bu sebepledir ki, tarih boyunca tüm peygamberlerin ve Hak dostlarının tebliğ ve irşad uslûbunda “kimseden bir şey istememek” esası, en önemli prensiplerden biri olagelmiştir. Bugün de etkin bir lider ve eğitimci olmanın en temel esaslarından biri, kendi nefsi adına kimseden bir şey istememektir.

Göz ve gönül tokluğu, muhatapta, takdir, sevgi ve gıpta oluşturur. Insanların sevgisini nasıl elde edebileceğini soran bir sahabisine, Hz. Peygamberin “insanların elinde bulunanlara alıcı gözle ilgi duymaması” tavsiyesinde bulunması oldukça mânidardır.

İstiğnâ, sahibine izzet ve şeref verirken, bir beklenti içinde hareket etmek, zillete kapı açar. Hakk’ın gayrından bir talepte bulunmak, çoğu zaman şahsiyette bir zaaf oluşturur. Bu bakımdan, kullarının izzetini murâd eden Yüce Rabbimiz, ancak kendisinden istekte bulunulmasını istemiştir. O, kullarının Kendinden başkasına/başkalarına el açmalarına, ağyar kapısında dilencilikte bulunmalarına asla razı olmamıştır.

Para-pul, makam ve mansıp uğruna, başkalarının eşiğini aşındıranlar, sonuçta arzularına kavuşsalar da şeref ve haysiyetlerini iki paralık ettiklerinden, şahsiyet dilleri pörsümüş ve etkisini kaybetmiştir. Böyleleri, emretme makamında olsalar da emir almaya devam ederler. Onlar giydikleri elbiseye ya da oturdukları masaya güç ve şeref katmak şöyle dursun, onlardan güç ve itibar almaya çalışırlar. Böylelerinin üzerinde mal, mülk ve hükümranlık eğreti durur

İsteyen ve sürekli başkalarından gelecek bir menfaat beklentisiyle hareket eden bir insan, iradesi çözülmüş ve özgüveni kaybolmuş bir kişilik sahibidir. Böyleleri büyük dâvâların adamı olamazlar. Bu nevi şahsiyet zaafına yakalanmış kimselerin, başkaları nazarında itibarı şöyle dursun, ailesinin ve çocuklarının gözünde ve hatta kendi gözünde bile saygınlığı kalmamıştır. Bu bakımdan şahsiyetin bu dinamiğini elde etmek uğruna her türlü fedakârlık göze alınabilmelidir. “İsteyeceksen Hak’tan iste!” tavsiyesinde bulunan Allah Resülü de bu yolu göstermiş ve:

"Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına bir bağ odun yüklenip onu satması ve Allâh`ın bu sebeple onun şerefini koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır." (Buhârî, Zekat, 50-53) buyurmuştur.

Mevlânâ da der ki:

“Ayran kâsem önümde oldukça, vallahi kimsenin balını düşünmem bile. Azıksızlık, ölümle kulağımı bursa bile hürriyeti kulluğa satmam ben”

Fert planında gözü ve gönlü tok olmak, şeref ve haysiyete ciddi bir katkı olduğu gibi toplum ve devlet planında da durum aynıdır. “Borç alan, emir de alır” tespiti, devletlerin onurunda istiğnânın yerini gösteren önemli bir tespittir.

Hak ve hakikat adına bir hizmeti omuzlamış kimselere göz ve gönül tokluğu, başkalarından daha çok yakışır. Fânilerden bir beklenti hissiyle hizmet, iradede zafiyet, gönülde bulanıklık sebebidir. Beklenti ölçüsünde şahsiyette aşınma, aşınma nispetinde de müessiriyette azalma olur Söz ve hal dilinin ruhsuzlaşması, enerjisini kaybetmesi, çoğu zaman bu vakur duruştan nasipsizliğin bir neticesidir. Özgül ağırlığı olmayan kişilerin söz ve davranışlarında kalite ve değer aramak, ham bir hayaldir.

İstemek, kul ve köle olmaktır. Kulluğu yalnız Hakk’a tahsis edenler, tüm varlık karşısında izzet, şeref ve haysiyet sahibidirler. Eğilip bükülmezler. Bu sırrı iyi çözemeyenler ise bu âlemde köle olarak yaşarlar da bazen farkında bile olamazlar. Bunun için etkin insan olmanın en önemli yolu, yalnız Allah’a güvenip dayanmaktan ve yalnız O’ndan istemekten geçer. Öyleyse şerefli bir hayat için yalnız O’ndan istemeli, kulları eliyle geleni de yine O’ndan bilmelidir. İşte gerçek izzet budur. Vakar da böyle bir imânın meyvesidir.

Halka karşı istiğnâ, büyük bir şeref olmakla birlikte Hakk’a karşı istiğnâ, en büyük cürümlerden biridir. Biri zirveleştirir, diğeri ise aşağıların aşağısına düşürür. Çünkü mü’min, Allah’a karşı son derece fakr/ihtiyaç duygusu içinde bir kulluğun gereğine inanan kimsedir. Fâniler karşısında gösterilen istiğnâ, vakar sebebiyken, Rab karşısında müstağni bir tavır, büyük bir küstaklıktır. Kendi birikim ve kabiliyetlerine güvenerek dua ve niyaza ihtiyaç hissetmemek, hakikate karşı âmâ olmak demektir.

Ebû Hâzim`e; “Servetin nedir?” diye sorduklarında; “İki şeydir; biri Allâh Teâlâ`dan râzı olmak, diğeri de insanlardan müstağnî olmak.” demiştir.

“Şahsiyet Dili”mizi “istiğnâ” iksiriyle canlı ve dinamik tutmak için gerekli fedakarlığı göze almak, kişiliğimizi geliştirecek en önemli katkılardan biri olacaktır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.