Eline silahı, tankı, bombayı alıp hücum etme devri geçti artık. Usta şair Erdem Bayazıt’ın deyişiyle; günümüzde, harfler  harp düzeni alıyor mısralarda… Gerçekten bedensel bir kuvvet gerekmiyor ilk hücum için… Okuyarak, yazarak, bir  yaprağın ağaçtan koparkenki ayrılık acısını duyumsayarak, kalpli ve duyarlı olarak topluca hamleye kalkışabiliriz.

e tek tek fertler ne milletler ne de ülkeler, dünyaya kayıtlı demirbaşlar değildir. Zaten hayy olmak; durağan olmayıp, bir devir daim  sisteminde yer almaktır. Titanik’in boğulması, Mavi Marmara’nın yüzmesi, mevcut devletlerin çökmesi, yenilerinin kurulması, sıfırdan  bir bebek doğması, yaşlı bir bebeğin ölmesi: Tüm bunlar, işleyişin tıkırında olduğunu gösteren verilerdir. Sönmez denilen ateş  sönebilir, batmaz denilen gemi batabilir, yıkılmaz denilen ülke yıkılabilir…

Bu hakikati gözardı eden bazı müminler, zulmün etkililiğini gördükçe, kötülere ve kötülüklere karşı yapacak pek bir şey kalmadığını  zannediyorlar. Hiper güçlerin, siber silâhlarına karşı siper alınamayacağına harbiden inanarak; elini, dilini, kalbini kendi rızasıyla  devre dışı bırakan bir ‘sürü’ insan... Uydu aracılığıyla birilerinin bizi gözetleyebilmesi, atom çekirdeğinin milyonlarca insanı  parçalayabilmesi, dünyanın yüzde 95’ine yetecek paraya sadece beş adamcığın hükmetmesi; inanan insanlarda bile inanılmaz bir  yılgınlığa yol açabiliyor.

Yılgınlığa açılan yollar, zaman geçtikçe şevksizliğe ve aşksızlığa çıkarak, tembellikle aynı kavşakta birleşiyor. Bu birleşimden,  mikroplu şahıslar ortaya çıkıyor ve hastalık yayıyorlar. Çoluk çocuğa karışmayı topluma karışmamaya bahane olarak sunan, ununu  bile elemeden eleğini asmış, görmüş-geçirmiş, genellikle kırk yaşın üzerine çıkmış adamlar; gençlerdeki gayretin gelip geçici bir  heves olduğunu vurgulayarak, onlara da bir kenarda sinmeyi tavsiye ediyorlar. Evlatlarını, öğrencilerini veya ‘yeğen’lerini de kendileri  gibi marazlı hale getiriyorlar.

Kişiliği silen, kişiyi hayattan süpüren bu hastalığa yakalanan gençler de, artık ebediyen savunmaya çekiliyorlar. En küçük bir faaliyet  çabasında başlayan bu karamsarlık; ülkenin geleceğine dair beklentilere kadar uzanıyor. Hem bir devlet olarak hem de bir ‘yüce’  gücü temsil etmesi bakımından Amerikan Rüyası, onların devamlı gördükleri bir kâbus durumunda örneğin… Amerika’lar hep var  olacağı için Türkiye büyüyemez, gelişemez, Müslüman ülkelerle bir olamaz gibi daha onlarca zırva…

Maddeci bir gözle baktığımızda, ekonomik ve teknolojik aidiyetleri alt alta topladığımızda bu kardeşlerimiz haksız değil gibi  gözüküyorlar. Ama eğer Hakk’lılarsa böyle düşünmemeleri gerekir! Çünkü hayat var oldukça, Allah yâr oldukça, olmaz denilebilecek  hiçbir şey yoktur! Peki, neler yapılabilir?

Ülkeler bağlamında düşündüğümüzde, güç ve güçlü karşısındaki bu ezik durumumuzdan kurtulmak için yapacağımız birinci iş, yüzyıllardır kaldığımız defanstan ayrılıp hücuma çıkmaktır. Çünkü savunmacı bir yaklaşım, en baştan güçsüz olduğumuzu kabullenmektir. Bu nedenle atağa kalkmalıyız. Önce düşünsel, sonra politik en son da siyasi anlamda…

Eline silahı, tankı, bombayı alıp hücum etme devri geçti artık. Usta şair Erdem Bayazıt’ın deyişiyle; günümüzde, harfler harp düzeni  alıyor mısralarda… Gerçekten bedensel bir kuvvet gerekmiyor ilk hücum için… Okuyarak, yazarak, bir yaprağın ağaçtan koparkenki  ayrılık acısını duyumsayarak, kalp’li ve duyarlı olarak topluca hamleye kalkışabiliriz.

Bunun için; kıtadaki ve zihnimizdeki Amerika’ların ezeli olmadığına inanmalı, Avrupalar’ın kalbimizdeki dikili taşlarını sökmeli ve  aklımızın sayısal hesaplarına tapmamalıyız. New York’ta beş bin minareden yükselen Bilâlî sesi şimdiden duyabilmeli, St.  Petersburg’daki Cuma hutbesini ve Vatikan’a seccade serdiğimiz anı bugünden görebilmeli, gelecekte Beyaz Saray’daki karanlık  dolapları beygirleriyle birlikte dışarı atacağımız söylenince, bunu bir şizofreni belirtisi olarak saymamayı öğrenmeliyiz. Çünkü Amerika’lar, girişi olmadan gelişmiş bir yazı gibi temelsizdir.

Tüm bunları başardığımız an, dünyayı fethetmeye talibiz demektir. Hem bizim fethimiz, halkı gasp ederek zapt edeceğini sanan  sömürgenlerin işgaline hiç mi hiç benzemez! Gidip de ülkelerin taşını toprağını çitlerle çevirmek değildir. Fethimiz; medeniyetimizin,  kültürümüzün, vahyimizin hâkim olması doğrultusunda ilerlemek anlamına gelir. Kendi değerlerimizi, her yönüyle referans  alabilmemiz demektir.

Ve inanın ki; şu aşamada altı doldurulmaya ihtiyaç duyulsa da böyle bir fetih ufkuna sahip olmak bile, birilerini titretmektedir. Çünkü  biliyoruz ki; Mavi Marmara’daki Furkan’ın defalarca ısırılan uzvu, onun cesedi değil şuuruydu, iman dolu göğsüydü, Genç’liğiydi…


Abdullah Yalnız'ın Yazısı.