Her Şey İyi Olacak; Ne Sevr`i? Yeniden Viyana!
Ali Düz
İyi olacak inşaallah. Nuri Pakdil`in "Bağlanma"sında vardır ya; ağabeylerimizin ağabeyi merhum Fethi Gemuhluoğlu elini masaya vurup `İyi olacak ve iyileşme Ortadoğu`dan başlayacak` dermiş. Böyle olacağını iliklerime kadar hissediyorum. Hissetmek ne kelime? Görüyorum!
Hakan Albayrak, 1968 yılında Almanya`da doğdu. Ortaöğretimini Türkiye`de tamamladı. 1983 yılında "Halka Işık" dergisini, 1989`da Nihat Genç`le birlikte "Çete" dergisini çıkardı. Pek çok dergi ve gazetede yazı ve şiirleri yayınlandı. 1994`te insani yardım amaçlı gittiği Bosna Hersek`te İHH Saraybosna temsilcisi oldu. Daha sonra Gökhan Özcan`la birlikte "Gerçek Hayat" dergisini kurdu ve hâlâ Gerçek Hayat`ta yazmaktadır. Farklı aralıklarla Milli Gazete, Yeni şafak ve Zaman`da yazar olarak görev yaptı. Televizyon programları yaptı ve belgesel hazırladı. Hakan Albayrak şu an Yeni Şafak’ta köşe yazarlığına devam etmektedir. Yayınlanmış eserleri: Halifesiz Günler, Hakan Albayrak Kitabı, Ebuzer, Kemalizm Terakkiye Manidir, Türkiye-Suriye Birliği, Batı`nın Soykırımcı Tabiatı, Bismillah Hotel, Meleklerle Omuz Omuza, İslam Birliğinin Nüvesi Olarak Türkiye-Suriye Birliği, Zaferimiz Mübarek Olsun.
Öncelikle şunu sormak istiyorum. Dünyanın durumuyla birlikte Türkiye`nin gidişatı ve komşularıyla ilişkisi sizce nereye doğru gidiyor?
Suriye ile canciğer kuzu sarması oluyorduk ki, ABD`nin tehdit ve şantajları üzerine bütünleşme süreci biraz yavaşladı; ama aşılmaz nehirlerin aşılabileceği ve Türkiye ile Suriye`nin can ciğer kuzu sarması olabileceği artık anlaşılmıştır. Halep`li dostumuz Muhammed Velid Rıdvan –ki Türkmen değil yüzde yüz Arap`tır- bir kitabının kapağına birleşik Türkiye-Suriye haritası koydu. 10 sene evvel böyle bir şeyi rüyamızda bile göremezdik. Başbakanımızın Arap Birliği`nde, Afrika Birliği`nde boy göstermesini de rüyamızda bile göremezdik. Öte yandan İran-Türkiye doğalgaz boru hattı her şeye rağmen işliyor, elhamdülillah. Bakü-Ceyhan`a da selam. Ufukta görünen İpek Yolu tren seferlerine de selam. Bakü`deki Han emir kardeşimize zaten mahsus selam. Dokuz İklim diye müthiş bir edebiyat dergisi çıkarıyor Han Emir.
Bu dergide Türkiyeli yazarlara ve şairlere resmi geçit yaptırıyor, bütünleşmeye hizmet ediyor. Yakında bir Sezai Karakoç seçkisi yayımlayacak inşaallah. Ufkumuzu aydınlatan gelişmelerin haddi hesabı yok. Geçenlerde İHH`nın mütevelli toplantısındaydım. Milletimiz geçen sene 30 milyon YTL`den fazla para bağışlamış İHH`ya. İHH bu sene 100`ü aşkın ülkede kurban kesmiş. Diğer yardım teşkilatlarımız da dünyanın altını üstüne getirmiş. Düşünsenize; 15 sene Bosna`ya yardım ulaştırmak olağanüstü bir şey sayılıyordu. Nereden nereye geldik. Artık devlet de hayır yarışında. Kızılay şahlandı. TİKA şahlandı. Etiyopya`da kuyu açıyor devlet, Filistin`de imar işlerinde sağlık işlerine kadar her işe koşuyor. TİKA, Afrika ve Asya`nın –bilhassa Orta Asya`nın- teknik elemanlarını eğirimden geçiriyor, kendi işlerini kendileri görsün, Batılılara muhtaç olmasınlar diye.
Yatıp kalkıp şükredelim üzerimizdeki ölü toprağını kaldıran Rahman ve Rahim Allah`a. Rahmetin orta yerinde "Yandık bittik kül olduk" edebiyatı yaparak nankörlerden olmayalım. Irak`ta Müslümanlar birbirini mi yiyor? Yiyecek, yiyecek, doyacak! Bu da geçecek. Ve şer gibi görünende hayır olduğu ortaya çıkacak. Bir yerde bir fitnenin ucu göründüğünde Müslümanlar "Aman dikkat! Irak`taki kardeş kavgasını hatırlıyor musunuz? Bu fitnenin öyle bir felakete kadar yolu var. Hemen yolunu keselim!" diye birbirlerini uyaracaklar, uyandıracaklar. Hakan söylemişti dersiniz: Yakında Iraklı Şiiler ve Sünniler birbiriyle jest yarışına girecek inşaallah. Sütten ağızları öyle yanıyor ki yoğurdu üfleyerek yiyecek ve "Tafaddal yâ ahî, beraber yiyelim" diyecekler inşaallah. Bu vesile ile, Şii-Sünni yakınlaşması için şeytanın bacağını kırıp Suudi Arabistan`ı ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejat kardeşimizi heyecanla tebrik ediyorum. İyi olacak inşaallah. Nuri Pakdil`in "Bağlanma"sında vardır ya; ağabeylerimizin ağabeyi merhum Fethi Gemuhluoğlu elini masaya vurup `İyi olacak ve iyileşme Ortadoğu`dan başlayacak` dermiş. Böyle olacağını iliklerime kadar hissediyorum. Hissetmek ne kelime? Görüyorum! Selam olsun Selahaddin`in çağımızdaki izdüşümü Seyyid Hasan Nasrallah`a! "Nasrun minallahi ve fethun karîb." Allah`ın yardımı ve fetih yakındır. Bu, Kur`ânî bir hakikattir. İnanıyorsak üstün olan biziz. Rabbimiz bize bunu öğretti. O`nun öğrettiklerini hatırlar ve gereğini yaparsak, ufuklar bizimdir.
“Ben Ortadoğu’ya meftunum, bunun rasyonel bir izahı yok” diyorsunuz. Biliyoruz ki Hakan Albayrak tüm Müslüman topraklara böyle meftun. Ama günümüzde bu hislerle konuştuğumuzda bize hemen reel politikten, rasyonel olmaktan, soğukkanlı olmaktan bahsediliyor sıkça. Ne dersiniz?
"Aşk imiş her ne var âlemde, ilm bir kıyl u kâl imiş ancak" diyecek kadar ileri gitmiyorsam da aşkın altını hararetle çiziyorum. Nuri Pakdil, "Aynı ocaktan ısınıyoruz, ileri!" diyor ya; aynı ocaktan ısınmak önemlidir be kardeşim!
Murat Menteş, “Ebuzer” romanınız için, “Koşarak yazılmış bir kitap okudum, soluğum kesildi.” diye yazmıştı. Kitap ve gazete yazılarınızda insanı yerinde koymayan bir coşku, heyecan var. Bu heyecanı nereden buluyorsunuz?
Varsa öyle bir şey, Rabbime hamdolsun. Yoksa, gene hamdolsun.
Bir köşe yazınızda okumuştum. Ankara`da taksisine bindiğiniz sarhoş bir şoför size şöyle demiş, "Amerika keşke bize de saldırsa ve Ankara`ya kadar gelse de ben de arabadan inip birini alnından vursam, sonra onlar da beni kurşuna dizseler de şehit olup direkt cennete gitsem." Siz de yazının sonunda, "Memleketten tam ümidimi keseyim diyorum esrarkeş bir taksi şoförü ümidimi tazeliyor." demiştiniz. Bu örnekten hareketle halkımıza olan güveninizi sorsam. Hep tam ölürken dirilen bir millet miyiz yoksa biz?
Küllerinden dirilmenin kitabını yazdık biz. Yazmaya doyamadık, yeniden ve yeniden yazdık. Cilt cilt yazdık. Gene yazıyoruz. Yeni cilt yakında dünya sahnesinde.
Hakan Albayrak dünyayı gezen bir yazar. Gittiğiniz ülkeler kaçı bulmuştur?
Hicaz, Filistin, Suriye, Mısır, Lübnan, İran, Azerbaycan, Adigey (Rusya Federasyonu dahilinde maalesef), Bosna-Hersek, Somali, Gana, Maritus, Arjantin, Ermenistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Avusturya, Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya… 20`yi geçti işte.
Osmanlı sizce yaşıyor mu hâlâ? Gittiğiniz şehirlerden en çok hangisinde kendinizi Osmanlı gibi hissettiniz?
Osmanlı bir şekilde yaşıyor tabii. Sadece kültürel ve sanatsal mirasıyla değil, siyasi mirasıyla da yaşıyor. Sultan Abdülhamid, İslam dünyasının birçok yerinde –bilhassa Filistin`de- aktüel bir liderdir mesela. Kendimi en çok Osmanlı hissettiğim şehir Saraybosna`dır. Başçarşı buram buram Osmanlı kokuyor. Belki inanmayacaksınız, ama geçenlerde Almanya`da bile Osmanlılığım kabardı. Birden, Emir Şekib Aslan ve arkadaşlarının –muhtemelen Enver Paşa`dan aldıkları talimat üzerine- Almanya`da çıkardıkları Liva-yı İslam (İslam Bayrağı) gazetesini hatırladım. "Şurada birkaç arkadaşı örgütlesek de Liva-yı İslam gazetesi 80 küsûr yıllık bir aradan sonra yeniden çıksa" diye düşündüm. Müthiş bir gazeteydi. Müthiş bir ufuktu. Şimdi "İkinci Sevr`e Hayır" gibi kampanyalar düzenleniyor ya; onların tam zıddıydı. Birinci Cihan Harbi`ndeki ağır bozgunun hemen ardından yayına başladığı halde burnundan kıl aldırmıyordu. "Ne Sevr`i? Yeniden Viyana!" diyordu lisan-ı hal ile. Anadolu, Asya ve Afrika`daki silkinme hareketlerine, ayrıca İrlanda`daki istiklal mücadelesine dikkat çekiyordu. Müthiş bir şey.
Sinemayla aranız nasıl? Şimdiki Türk sinemasının durumuna nasıl bakıyorsunuz?
Halkla barışık yönetmenlerin elinden çıkan "Dondurmam Gaymak" ve "Polis" beni umutlandırdı; ama beklediğim Türk sineması henüz ortada yok. Milleti şahlandıracak epik hikayelere ihtiyacımız var. Cephede ve sokakta destansı bir iyilik mücadelesi verip acayip imkânsızlıklara rağmen büyük zaferler kazanan iyi insan hikâyelerine ihtiyacımız var. İyiliği beslemeyi ve çoğaltmayı, bittiği yerde yeniden üretmeyi murad eden bir sinemamız olmalı. İyiliğin zaferini müjdeleyen bir sinemamız olmalı.
Çekmek istediğiniz filmler var mı? Meselâ kimlerin filmini çekmek isterdiniz/istersiniz?
Binlerce film çekmek istiyorum, ama artık haddimi biliyorum; bu konuda fena halde kabiliyetsizim. Onun için şimdi işin erbabına gidip "Şöyle şöyle bir film yapsanıza" diyorum.
TV ile aranız nasıl? Beğendiğiniz programlar var mı?
Bu aralar favorim Haber 7. Bilhassa Selahaddin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan`ın programları.
Müziğe ilginiz nasıl? Kimleri dinlersiniz?
Klasik Türk Müziği dedikleri o asil musikiye muhabbetimin gittikçe arttığını memnuniyetle müşahede ediyorum. Boşnakların Sevdalinka`sı na da büyük muhabbetim var. Bir de Çerkez şarkıları tabii. Bazen melankoliye kapılıyorum; o zaman Çerkez şarkılarından başka bir şey dinleyemiyorum. Elvis geride kaldı, Bob Dylan ara sıra yokluyor, ama genel olarak yabancı müziğe ilgimin fena halde azaldığını söyleyebilirim. Arap müziği ayrı tabii. O yabancı değil.
Şiirlerinizi besteleyen birileri var mı? Besteleyecek genç arkadaşlar izin istesinler mi sizden, yoksa kendi bildiklerini mi yapsınlar?
İzne mizne gerek yok. "Kerbela Sevgilim" benden habersiz bestelendi ve çok da güzel oldu.
Takım tutar mısınız?
Kayserispor kazandığı zaman memnun oluyorum, ama aslında gavur takımlarıyla yapılan maçlardan başkası beni fazla ilgilendirmiyor.
Namaz kılmayan dindarımsı arkadaşlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Namaz yoksa Müslüman olarak biz yokuz adeta.
Sinirinizi bozan siyasetçiler var mı? Siyasilerle iş tutarken en çok ne sorun oluyor?
Sinirimi bozan siyasetçilerden çok ne var? Onlarla diyalogda en çok "reelpolitik" sorun oluyor tabii.
Sinir demişken şunu da sorsam: Sinirlendiğinizde nasıl sakinleşirsiniz?
Yorulmadan sakinleşemiyorum, çünkü Suriye`deki gibi "Salli alennebî" diyen kimse çıkmıyor. Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle şunu bir daha anlatayım: Suriye`de bir adama sinirlendiniz, bağırıp çağırıyorsunuz ve ufukta sakinleşmenin s`si görünmüyor diyelim; adam duruyor, duruyor, "Salli ale`n Nebî" diyor. Birden başka bir boyuta geçiyorsunuz. Lisan-ı hal ile önünüzü ilikleyip Hatemul Enbiya Hazret-i Muhammed Mustafa`ya (sallalahu aleyhi ve sellem) salavat getiriyorsunuz. Siz salavat getirirken adam size sarılıyor, sinir-minir kalmıyor. Diyelim ki ikiniz de zıvanadan çıktınız. Ne bileyim, Şam trafiğinde arabalarınız birbirine girdiği için yolun ortasında birbirinize bağırıp çağırmaya başladınız. O zaman da etrafınızdaki insanlardan biri üstleniyor "Salli ale`n Nebî" diye müdahale etme görevini. Ne güzel, değil mi?
Hürriyet`ten yazma teklifi gelse kabul eder miydiniz?
Hayır.
Bu arada size 20 yıldır "genç yazar" diyenler var. Genç yazar denmesi bir yerden sonra sinir bozucu oluyor mu?
Hayır, nefsim sayesinde hiç sinir bozucu olmuyor.
İlk yazarlık dönemlerinize ilişkin dergimizle paylaşmak istediğiniz bir anınız var mı?
İlkokul birinci sınıfta (yoksa ikinci sınıf mıydı?) Keller Ülkesi diye bir hikaye yazmıştım. Bütün insanların ve dahî hayvanların kel olduğu bir ülke… Hikayeyi bitirdikten sonra, "okuyucuların zihninde istediğim şey canlanmayabilir" endişesiyle, altına Keller Ülkesi`nin resmini çizmiştim. Bugün de, ne zaman ufkumuzun aydınlığını yazsam, nur yüzlü Hasan Nasrallah`ın resmini kullanasım gelir.
Kitapçılara uğramayan GENÇ okuru var diyelim, ne yapmalı onu?
Elinden tutup en yakın kitapçıya götürmeli ve eline Sezai Karakoç`un kitaplarını tutuşturmalı.
Son olarak şunu sorayım, 2006`da peş peşe kitaplarınız çıktı. Başka neler var, kitap olarak bekleyeceğimiz?
Tezgâhta "Sapanına taş yap beni Afrika!" diye bir kitap var. Hayırlısı inşaallah.
Teşekkür ederiz.
GENÇ'ın Yazısı.