İkbal, Batı’yı görmüş, fikriyatını ve felsefesini derinliğine tanımış bir mütefekkirdir. Ancak, kendi dinine, kıblesine, coğrafyasına, kültürüne aşk derecesinde bağlı kalmıştır o. İşte gençliğin, kendi sahip olduğu bu düşünceyi, aşkı özümsemesini arzu etmektedir.

Muhammed İkbâl (1873-1938), İslam ümmetinin yetiştirdiği müstesna şahsiyetlerden biri. Şiiri ve düşüncesi, kulluk ve yaşayışı, yol göstericiliği ve eylemiyle nâdide bir insan. Ali Şeriati’nin ifadesiyle, kelimenin tam manasıyla bir Müslüman; İslam kültürünün insanlığa bir armağanı, İkbal.

Kendi adıma, henüz onu şahsiyet ve tefekkürünün bütün çizgileriyle tanıdığımı söyleyemem. Ancak, onun gönül deryasından bir damla, bir kor gibi düştü içime. İkbal’in Cebrail’in Kanadı/Bâl-i Cibril’de şimdiye kadar bildiğimden çok farklı bir portresi çıktı karşıma. Meğer ben Müslüman bir genç olarak onu tanımakta ne kadar geç kalmışım!

İslam ümmetine bir silkiniş, diriliş soluğu üfleyen İkbal, İlâhi aşkın yüksek semalarında dolaşıyor, özellikle gençliğe müthiş bir vurgu yapıyor. Sanki aşk, onun ikliminde farklı bir renge bürünüyor. Söylediği her gazelde, kasidede, rubaide ne denli bir yanış ve yakılış içinde olduğunun ipuçlarını veriyor. Gönlünün derinliklerinden aşk alevleri yükseliyor.

İkbal’e göre hayatın gayesi ve anlamıdır ilâhi aşk: “Fikrin ilâhi aşkı bulmasıdır hayatın gayesi ve anlamı/ Bin bir çeşit düşünce benliği öldürmektedir.” Hatta hayatın öteki adıdır aşk: “Allah dostlarının her işinin olgunluğu aşktandır/ Aşk hayatın ta kendisidir, ölüm ona haramdır.” Onun hayatının odak noktasında aşk vardır. Aşk can suyudur onun. Işığıdır, mutluluğudur: “Hayat sazından gelen nağme aşk mızrabının vuruşundandır/ Hayatın nuru saadeti aşktan, ateşi alemi yine aşktandır.” Ve aşkın adı Cebrail’dir, Kur’an’dır, Hz. Muhammed’dir:“Aşk Cebrail’in nefesi, Aşk Mustafa’nın kalbidir/ Aşk Allah’ın kelâmı, Aşk Allah’ın Peygamberidir.”

Muhammed İkbâl, Kabesiz olarak nitelendirdiği Batı’yı görmüş, fikriyatını ve felsefesini derinliğine tanımış bir mütefekkirdir. Ancak, kendi dinine, kıblesine, coğrafyasına, kültürüne aşk derecesinde bağlı kalmıştır o. İşte gençliğin, kendi sahip olduğu bu düşünceyi, aşkı özümsemesini arzu etmektedir. İkbal: “Yüce tefekkürüm şimşek gibi sağlam ve parlaktır/ Ta ki Müslüman genç yolunu kaybetmesin karanlık gecelerde!” Şu beyit ise onun bu arzusunu çok daha çarpıcı ifade etmektedir: “İslam gencine ciğer ateşi, İslam’a hizmet harareti lütfet/ Ona benim Peygamber aşkımı, derin görüşümü nasip et.”

Gerçekten, İkbal’in şiirlerinde insanı dirilten, aşka getiren bir sıcaklık vardır. Bir genç İkbal’i sindire sindire okusun da, kalbinde, ruhunda bir yangın hissetmesin, bu mümkün değildir! “Saba rüzgarlarının dalga dalga esişinden güller ve bitkiler hayat bulur/ Benim nefesimin dalgalarından da İslam gencinde ilahi aşk yer bulur.” Bizim Şâirimiz M. Âkif dahi onun tefekkür ve şiirinden övgüyle söz etmiş: “Gazellerin biri-ikisi bana sarhoş gibi nara attırdı.” demekten kendini alamamıştır.

İkbal, İslam dünyasındaki gençliği atılmak üzere olup da hedefi olmayan bir oka benzetirken, onlara şu öğüdü vermektedir: “Sana bir sözüm var: İnsanın yüce bir gayesi olmalıdır/ Bu gaye insanı tam tatmin etmeli ve daima yüceltir olmalıdır.” Gençliğin tembelliği ve eğlenceye düşkünlüğü bana kan ağlatmaktadır, derken ona sahip olması gereken ufku da göstermektedir: “Ey İslam genci! Yuvan kraliyet saraylarının kubbeleri üzerinde değildir/ Kartalsın sen, daha yükseklerde, dağların zirvesinde yaşamalısın.” Ve oğlu Câvid’in şahsında gençlikten beklediği, İlahi aşka sahip olmak ve yepyeni bir medeniyet kurmaktır: “Cavid! Kendine bir yer tut aşk ülkesinde/ Bir yeni zaman, yepyeni bir sabah ve akşam getir meydana.”

Dünden bu güne pek bir şey değişmemiş görünüyor. O gün İslam dünyasından gençler, Avrupa’ya tahsile gidiyor, düşünce yapıları tamamen değişmiş, kendi değerlerine yabancılaşmış, hatta bu değerleri küçümseyen tipler olarak dönüyorlardı. Bu günse durumun vahameti daha ciddi boyutlardadır; zira Batı kültürü her şeyiyle sarıp sarmalamıştır bizi. Kıblesiz Batı medeniyeti, adeta kıblesi olmuştur gençliğin. Bu bakımdan İkbal’i anlamaya, onun tefekkürüne sahip çıkmaya, onun Allah ve Peygamber aşkına daha çok muhtacız bu gün.

Biz son sözü yine İkbal’e bırakıyoruz: “Dün ihtiyar şeyh kendi müritlerine şöyle demişti/ Bu sözün manası inciden on kat daha kıymetli/ Bir milletin gençliği bilgiye ve benliğine sahip olmazsa/ Zehir olur öldürür Avrupa’nın şarabı o milleti.”


Mesut Kaya'ın Yazısı.