Kara Bulutlar Çekilsin Aradan
Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi
En Kritik Gün
11 Haziran 2013 Salı
Salı sabahı mânâ veremediğim bir iç sıkıntısıyla uyandım. Kahvaltı ettim. Niyetim Avrupa Yakası’na geçmekti. Evden çıkıp Üsküdar otobüsüne bindim. Tam Kuzguncuk’a geldiğimizde, otobüste uğultular duyulmaya başladı, ‘Bakın, bakın, dumanlar yükseliyor!’
Başımı çevirip de pencereden baktığımda, The Marmara Oteli’nin tam üstünde ince bir duman bulutunun göğe kavuşmak üzere olduğunu gördüm. O dakika kararımı verdim, karşıya geçmeyecektim.’
Zihnî vehimler… Yaşayacak başka yerimiz yok ki… Bu cennet vatanı mesken edinmişiz. Türlü sıkıntılarına rağmen, yaşayıp gidiyoruz. Şimdi bir de savaşla mı uğraşacağız. Bakın Irak’a, Suriye’ye, Filistin’e, Libya’ya, vs.’ye…Oralarda hayatlarından adamakıllı bezmiş, neredeyse intiharın eşiğinde yılgın yığınlar. Hayatın ta kendisi intihar ve herkes müntehir (intihar ediyor). Bu nifak tohumları her nereye saçılsa, orayı târumar etmeden gitmiyor…
Defol git lânetli, defol git!
Ama gitmeyeceksin biliyorum. Yer küreye açtığımda gözlerimi, bomba ve silah sedalarıyla tanıştım. O yetmiş sekizler, yetmiş dokuzlar. Üç-dört yaşında bir şeyim. Geceleri tarakalarla uyanırdık. Ailece dehşet içinde kıvranırdık. Az sonra tarakalılar Ziverbey Sigorta evlerindeki dairemizin kapısını çalacak ve hepimizi sıradan geçirecekler.
Sonra bir gün sesler kesiliverdi birden enteresan bir şekilde. Kurtulmuştuk. Sâhi kurtulmuş muyduk?
12 Eylül dedikleri şeymiş bu. Nasıl hatırlarım, beş yaşındayım, beş karışlık aklım yok.
Yetmişler demişken, o Salı sabahı programımı değiştirip de bu yakada kalınca, kendimi aylardır yanına uğramayı alışkanlık edindiğim gün-görmüş bir antikacı büyüğün dükkânında buldum. O da olaylardan endişeliydi. ‘Peki o yıllar’ dedim. ‘O yıllar’ dedi, ‘bir felâketti. Bugünküler ne ki. Her yer yazıydı. Otobüsleri yakarlardı. Vapurları bile durdururlardı. Her gün birkaç nüfus eksilirdik. Mahalleler ayrılmıştı. Onu bırak polis bile ayrılmıştı.’
Hatırlamıyorum. Bomba ve silah seslerinden başka hiçbir şey. Ne kadar kitap-dergi-arşiv karıştırsak da, bizzat görmüş geçirmişler kadar bilemiyoruz hiçbir şeyi.
Gece ortalık birbirine giriyor. Radyoda İstanbul Vâlisi Mutlu’nun beyânâtını nefes nefese dinliyorum.
Ne o? İhtilâl mi oluyor yoksa?
Ve bendeniz, aylardır uykusuzluk denen karabasanı unutmuş olan ben, o gece âdeta sabahlıyorum. Sabah gün aydınlandığında, hafif yağmur bulaşmıştı İstanbul’un taşına, toprağına. Acaba gazların tesiri ile mi? Haziranda böyle yağmur? Hiç hayra alâmet değil.
Gerçeği, hayatımın en hazin gerçeklerinden birini Perşembe sabahı hem madden hem de manen müşahade ediyorum. Şemsipaşa sâhilindeyim. Taksim ufuklarında, sıra sıra, küme küme kara ama kapkara bulutlar. Olan olmuş ve yine tabiat anaya olmuş olan.
Belki milyonuncu kez… Kara bulutları kaldıralım aradan. Son olsun bu feryat!
GENÇ'ın Yazısı.