“Çok yaldızlı hayatları vardı, yıldızdı isimleri, yalnızdı kalpleri. Ama karnelerinde yoktu hiç yıldızlı pekiyi. Bütün o alkış patlamaları bir sövgü gibi, daha yalnız bırakıyordu onları. Her tek başına olanın yalnız olmadığını, bazen de; kalabalık olanın da yalnız kaldığını en iyi onlar bilirdi. Bir dönemin magazin sulanmasından yararlanarak; televizyonlarda, bir barın arka kapısından çıkıp gitmelerin bile meşhur olmaya yaradığı dönemde; “ünlü” oldular. Üretmenin en güdük kaldığı dönemlerinde, saman alevi gibi bir harlanma evresinin akabinde; ünleri sönüverdi. Barların arka kapısı değil; tuvaletlerin camı bile yetmiyordu artık “flaş flaş flaş” olmaya. Değer yoktu, karaktere duyulan ilgi yoktu, ünsiyetlerini umursayan kalmadı etrafta. Sonra birden kendilerini “Ünlüler Sirki”nin içinde buluverdiler. Bir başka tayfa ise “Buzda dans” ederken, “Şarkı Söylemek Lazım” dedi bir başka ünsüz kalmışlar yığını.”

Evet, yazıya masal anlatır gibi girdim. Çünkü, sanki bir masalın içinden fırlamış gibi bu gerçekler, tragedya. Uzun yıllar halkın katılıp yarıştığı yarışmalarda; artık jüri yarışmacı azarlamıyor; jüri ile ünlü yarışmacılar kavga ediyorlar. Ama dikkat ediniz ki; kurgu hep aynı; birileri ile birileri kavga edecek ki yurdum insanı izlesin ağzını açıp.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için bir profesör yerine bir mankene uzatılınca mikrofon; “çocuğum bi sus bakayım bu ne diyormuş?” der ebeveynler. Evde tek konuşan var. Çocuk o gün okulda yaptığı resmi babasına gösteriyor. Babanın tek gözü “sirk”te resme bakıyor beş-on saniye; “aferin çocuğum, al”. Anası-babası ile konuşmak için televizyondan söz alan (!) çocuklar; ileride hiçbir merciye soru soramıyorlar haklarını savunmak için. Korkuyorlar...

...ünlüler sirkine reklam girdi, sekiz dakika ara, daha doğrusu sekiz dakika hayat; televizyon karşısındakilerin birisi lavaboya birisi namaza, birisi çayları tazelemeye, birisi çocuklarının ödevleri yapıp-yapmadığını denetlemeye gidiyor; dönüş zamanları belli; sekiz dakika sonra hepsi yine yerlerine oturacaklar. Ünlülerin sirkte, buzun üstünde, sahnede nasıl da bir şeyler yapamadığını izleyecekler. “Vay be bazı ünlüler de sirkte cambazlık yapamıyormuş.” “Buzda dans edemeyen ünlü de varmış.” “Sesi çirkin ne çok ünlü varmış.” “Bunlar da insanmış ya hu.” Şaşırılmaya hazır bir sürü saçmalık.

Artık hepsi bizden biri onların. Evet bizden (sizden) biri. Çocuklarımızın yüzüne baktığımızdan daha çok baktığımız, ne dediğini, ne kadar geliştiğini daha çok umursadığımız, merak ettiğimiz insanlar bizden olur tabi! Çocuğun derslerinde, karakterinde ne kadar ilerlediği mi; yoksa maruf yıldızımızın buzda dans edişinde ne kadar mesafe kat ettiği mi daha önemli?

Peki nereden geldi bu furya? Eski sanatçıların mahviyet dolu asaletleri ne çabuk unutuldu. Yarışmaların isimleri bile çok manidar oysa ki; “Ünlüler Sirki”. Ünlüler, sirkte toplanıp hokkabazlık yapacak insanlar olmayı ne zaman kabullendiler ki? Gündemimizi bu denli işgal edenler; bir sirkten fırlayıp gelenler ise; bu ülkede Cem Uzan’a kimse gülmesin; “mazot 1 YTL olacak” dedi diye.

Üretkenliğin son buluşu insana neler yaptırır bilmem ama; bunun doğrudan modern çağın tüketme ve bayağılaştırma kudretiyle alakalı olduğu kesindir. Dikkat çekiyorsa, izleniyorsa, ürün (frikik, polemik, gevezelik...) veriyorsa; o her ne olursa olsun tüketilmeli. Satın alınmalı. İzleyiciye, alıcıya sunulmalı.

İnsanlar, jüri denilen yüce(!) makama en cesur kim dik duruyorsa onu kahraman bellemeye hazır. Jüride de; bilerek “kötü adam”ı oynayan (oynamaya çalışan diyelim ki; Armağan Çağlayan’ dan sonra henüz daha iyisi gelmemiştir) insanların yapmacıklığına gülmeli mi, yoksa bunların bu kadar çok izlenmekle kalmayıp; birinciyi seçmek için gönderilen kısa iletilerin (SMS de denilebilir) bu denli çok oluşuna ağlamalı mı onu bilemem fakat; ülke hepten bir sirke dönüşmeden; kapatalım televizyonlardaki sirkleri. Biraz “hayatlaşalım.” Gerçekleşelim. Saydamlıktan kurtulalım. Elle tutulur, gözle görülür, akılla idrak edilir varlıklar ve de en önemlisi yürekle algılanır varlıklar olalım. İnsanlaşalım!

...çocuk babasının sirkteki ünlülere bakan gözlerindeki merak, özen ve parlaklığa duyduğu özlemle; yanına oturup konuşmaya uğraşır. Baba birden “sirkle” arasına giren çocuğa bir bakış fırlatır. Çocuk bu bakışlarda deminki pırıltıdan eser olmadığını anlayınca, odasına, bilgisayarın başına gider. Ve çareyi sanallaşmakta bulur yeniden...


Murat Sözer'ın Yazısı.