Mehmet Resul Davutoğlu, Sevilay Güneş, Alican Bilgin, Eren Güney, Fatih Seyfullah Kılıç, Filiz Konca, Erdinç Çakır, M. Emre Akçay, Ömer Faruk Erdem, Şehide Cengiz, Halil Atik, R. Betül Çetin, Peyami Sami, Hasan Ferit Enişer, Fatih Yaz, Ali Özkanlı, Selen Işık, Mahmut Sami Yılmaz, Bekir Danış ürünü gelen okurlarımızın bir kısmı sadece. Köşemize gelen yazılarda ve şiirlerde ağırlıklı olarak bir şey gözlemliyorum. Hayattan kopuk şeyler yazıyor bir çok arkadaşımız. Oysa kelimelerimiz hayata dokunmalı. Bir yere tekabül etmeli.

Bazen okurlardan gelen yazıları okurken kendimi duygusal bir ortamda gezinmeye mahkum edilmiş biri gibi hissediyorum. Hayattan, hayatın tadından birkaç cümle gördüğümde sevinmekten kendimi alamıyorum.

Tabii bunu ürün gönderen arkadaşların şevkini kırmak için söylemiyorum. Aksine belki de daha hayatın içinden cümleler kurmaya başlarlar temennisiyle söylüyorum.

Kelimeleri sevmek lazım!

Halil Atik bir çok yazı ve şiir göndermiş. Yazılarında edebi denemelerde çokça kullanılmış kelimeler bolca yer alıyor. Bu bir açıdan iyi bir şey, çünkü günümüz gençlerinin kelime bilgisi gerçekten çok zayıf. Fakat meseleye gençlik meselesi olarak değil de yazarlık açısından baktığımızda iş değişiyor. Bu sefer yazarın kelimeleri kendinin kılıp kılamadığı meselesi ortaya çıkıyor. Yazar kullandığı kelimeyi kendisinin kılabilmeli. Bu nasıl başarılır. Bu zor başarılır, ama bunu başarmamızı sağlayacak şeye üslup diyoruz. Üslup oluşturmaya yönelik çalışmasında fayda var Halil Atik’in.

Mehmet Resul Davutoğlu bir yazısını göndermiş. Tam da yukarda dile getirmeye çalıştığım hususta bir fikir verebilecek enerjiye, canlılığa sahip yazısı. Emir cümleleri ile ciddi bir canlılık fışkırıyor kelimelerinden, cümlelerinden. Resul’ün yaptığını yapmaktan çekinmemek lazım. Ama tabii bunu yapabilmek için coşkun bir gönüle sahip olmak lazım. Üslubun oluşmasını anlatmanın zorluğu derken biraz da demek isteidğim buydu. Yazmak için bir ruh olacak yazarın içinde. Bunalıma batmış bir ruhu anlatmak çoğunlukla zordur. O yüzden bunalımını yazanlar genelde kötü yazarlar, yazmayı beceremezler. Bunalım öfkeye dönüştüğünde belki başarılı bir yazının önü açılmış olur ama bunu da pek önermem. Yazınızın önü açılmış olur belki ama gözünüz körleşir. Öfkenin gözün hiçbir şeyi görmemesi gibi bir yan tesiri vardır çünkü.

Sevilay Güneş kısa bir denemesini göndermiş. Bazı şeyleri yazıya dökmesi kolay değildir ama bence hemencecik kimi duygularımız için “çünküsünü boş verin kelimelerle anlatılacak bir duygu değil ki bu.” dememek lazım. Biraz daha kelimelerin ülkesine girmemiz lazım. Hatta yazarın ülkesinin kelimeler olduğunu fark etmek lazım. Açıkçası ben çok memnunum kelimeler bana açtığı geniş coğrafya içinde yaşamaktan. Dilimin bana sağladığı imkanlardan. Bu imkanları yoklamak lazım. Mürekkebi Kurumadan’ı izleyen okurlarıma bunu coşku ile söylemek istiyorum. Bir kelimenin peşine düşmek lazım belki aylarca. Bu romantik bir yolculuk değil sevgili okur. Ulus kelimesi ile millet kelimesi arasındaki farkları seçebilecek derecede bir dikkatimiz olsaydı Türkiye şimdi çok daha bir konumda olabilirdi, bunu bilmek lazım.

Bolu’dan 26 yıllık Muhammed şiir yazmış. Muhammed’e şiirimizi evreleri ile, hiç birini dışlamadan izlemesini öneririm. Bizim tamamen kendimize ait olduğunu zannettiğimiz bir metni, bir şiiri daha bir çok şairin benzeri şekilde yazdığını gözlemleyebilen bir kalem daha kendine ait bir üsluba kavuşma imkanına sahip olabilir.

Alican Bilgin de genel insanlık adına konuşan bir yazı yazmış. Genel konuşmak, genel değerlendirmede bulunmak kimi zaman büyük hakikatten bahsetmek gibi bir sonuç doğuracağı gibi kimi zaman da sözlerimizin etkisini kaybetmesine sebebiyet verebilir. Dikkat etmekte fayda var.

Eren Güney umut dolu bir şiir göndermiş. Edebiyat dergilerini izlemesinin faydalı olacağına inanıyorum. Hangi edebiyat dergisini izlemesi gerektiğine kendisi karar vermesi en doğrusu ama bence Fayrap dergisi Eren’in üslubuna en uyacak dergi gibi göründü bana.

Selman Özpınar’ın yazısının girişi gayet iyi. Hesaplaşan, anlamaya çalışan bir üslup. Sorularla karşılaştırmalara girmesi yazısına güç katmış. Karşılaştırmanın iyi yapılanı bizi zengin bir yazıya taşıyabilir. Karşılaştırmalı düşünce iyidir. Daha iyi görebilme, tahlilde bulunma imkanını sağlar bize.

Şair Adem Turan’a sorduk!

Bu sayıda bir değişiklik yapayım dedim ve 30 yıla yakın bir süredir edebiyat dergilerinde şiirlerini okuduğumuz şair Adem Turan’a köşemize gelen şiirleri değerlendirebilir misiniz dedim. Sağolsun bizi kırmadı ve M. Emre Akçay, Ömer Faruk Erdem, Mahmut Sami YILMAZ, Murat KAYA, İsa GENÇ’in şiirlerini değerlendirdi. İşte o değerlendirmeler: Sevgili M. Emre Akçay,

“Gece” şiirin, biraz daha çalışılsa, iyi bir şiir olur sanıyorum. Bir de “mesaj verme” kaygısı olmasın şiirlerinde ille de. O vakit şiirinde “daralma” söz konusu olur ve yazma sıkıntısı çekersin. “Fazla yol kalmadı ulaşıyorum menzile” dizesi bana hemen “mesaj” kaygısı olduğu izlenimi verdi ilk anda.

Şiirinde, bir de fazla sözcükler var mesela. “Dev dalgalara kaptırıyorum yürek çölümü” yerine, “Dev dalgalara kaptırıyorum çölümü” desen mesela, nasıl olur?

Şiir yazarken biraz daha “titiz” olsak diyorum ben. Fazlalıkları atsak daha güzel ürünler ortaya çıkar işte o zaman.

Mutlaka çok şiir okumalıyız bu yüzden, edebiyat dergileri takip etmeliyiz, Israrla yapmalıyız ama bunu.

Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, gibi ustaları dikkatle okumanı salık veririm. Selamlar ederim

Sevgili Ömer Faruk Erdem,

“Bulutlar Yandı” şiirin çok fazla ‘dağınık bir oda’ izlenimi veriyor insana ilk anda. Onun yerine daha “mısra” laşmış şiirler denesen ve daha derli toplu şiirler yazsan diyorum. Bir de sevgili Ömer Faruk, Sanki düz bir metin okuyormuşum gibi bir hisse kapıldım şiirini okurken. Hayır, tabii ki şiirin, biraz daha sıkı çalışılınca elle tutulur bir şiir olacaktır kuşkusuz. O vakit, hemen çok çok okumanı ve ille de birkaç dergi takibine başlamanı salık veriyorum ben. Şiir, bol bol ve çok değişik şairleri okumalısın. Sevgiyle kal Ömer Faruk

Sevgili Mahmut Sami YILMAZ, İstanbul’un fethine ya da Çanakkale zaferine şiirle yardımcı olmak gibi bir hava verdiğin şiirinle sanki, Maraş’ı Fransızlardan 2007 yılında tekrar kurtarmak için yola çıkmış gibisin. Oysa, “su ve köprü” farkı var dikkat edersen o yıllarla bu gün arasında. Bir de, şiirsellik hiç yok gibi neredeyse yazdığın şiirde; Hasan Mutlucan’ı dinler gibiyim sanki şu an.

Şimdi sevgili Mahmut Sami, Sezai Karakoç’u oku bol bol. Bir de, takip edebildiğin kadar edebiyat dergisi bul buluştur, onları oku. Ve bir müddet sakın şiir filan yazma! Önce sıkı bir şiir okuma dönemine başla, sonra tekrar yazarsın istersen.

Sevgiyle kal. Sevgili Murat KAYA,

“Hasretim Zafere” isimli şiirini bir daha gözden geçirsen diyorum ben. Çok aceleye gelmiş bir çalışma olduğu izlenimi veriyor şiirin.

Bir de, Üsküdar’dan filan bahsederken ‘pat!’ diye ‘Uhud’a sözü getirmek bence, yağmurlar yağmadan dolu yağması gibi bir iklim değişikliği duygu ve havası veriyor çalışmana. Elbette bir şiirde Üsküdar ve Uhud yan yana olabilir, buna bir diyeceğim yok, fakat tam zamanını bulmak ve kollamak gerekiyor bunun için sanıyorum. Saygı ve sevgiyle…

Sevgili İsa GENÇ,

Hemen “İntihar” ve “İsyanla” başlamamış olsaydın, şiirin daha bir ‘şiir’ olabilirdi. Oysa, hemen hemen şiirinin bütününe hakim olan ‘umudun’ bütün tonlarını kullanmışsın; böyleyken acılardan, intihar ve isyanlardan söz etmeni yadırgadım doğrusunu söylemek gerekirse. Mesela şu mısralar güzel: “son trenin ardından bakarım sonra/ alevlidir ve kaçınılmazdır beklemek”

Yine de, daha sıkı bir şiir olabilirdi diye düşünüyorum biraz bekletseydin şiirini eğer. Şiirin kelimeleri vardır ve sen onları mutlaka ele geçirirsin istersen, bir gün. Selam ile…


Asım Gültekin'ın Yazısı.