Potansiyelimizin sınırlarını henüz keşfetmedik. Potansiyelimizin nerede başlayıp nerede bittiğine dair en ufak bir fikrimiz yok. Çünkü verilenle yetindik. Gördüğümüz bizi ikna etti. İşittiğimizin ötesini merak etmedik. Hâlbuki bize yakışan açlıktı. Hakikatin açlığı… Kendi hakikatimizin açlığı…

En büyük dâvâmız, emaneti koruma dâvâsıdır. Emanet, bize verilen potansiyeldir. Hayat, bu potansiyeli keşfetme, harekete geçirme ve kullanılması gerektiği yere kadar kullanma mücadelesidir.

İmtihanımız potansiyelimiz kadardır. Kime ne verilmişse, ondan ancak o sorulacaktır, fazlası değil. Verilen kadar sorumlu olmak bir teselli verebilir. Ama tehdit şuradadır ki ne verildiğini bilmiyoruz.

Potansiyelimizin sınırlarını henüz keşfetmedik. Potansiyelimizin nerede başlayıp nerede bittiğine dair en ufak bir fikrimiz yok. Çünkü verilenle yetindik. Gördüğümüz bizi ikna etti. İşittiğimizin ötesini merak etmedik. Hâlbuki bize yakışan açlıktı. Hakikatin açlığı… Kendi hakikatimizin açlığı…

Niye gönderildik? Neden bu kadar insan içerisinde artı bir olarak yaratıldık? Bizden murat nedir? Bu soruların sadece “ben” denen ve emanetin bizatihi kendisi olan o esrarengiz nimetle ilişkisini anlayabilseydik, hakikate dair bir nasibimiz olabilirdi. O zaman kendi çeperimize doğru bir yolculuğa başlayabilirdik.

Biz böylesi bir yolculuğu göze alamadık. Bu nereden mi bellidir? Çünkü potansiyelinin sınırlarına doğru bir yolculuğu göze alanların fark edilmemesi imkânsızdır. Fark edilmenin karanlık yanımızı ifşa etmekten başka bir anlamı olmadığını düşünen yığınlar için böyle bir farkın anlamı yoktur.

Potansiyelimizin sınırlarına doğru yolculuğa cesaret edenler ancak o yolculuğun yolcuları ya da taliplileri tarafından fark edilirler. Biz onlara zamanın bahtlıları demeliyiz. Nadir insanlardır onlar. Fark edildikçe fark edilemez mesafelere sıçrarlar, çünkü potansiyellerini gerçekleştirme serüvenleri onları, sen, ben, o ve dünya gibi yatay, karmaşık ve sayısız ilişkilerden kurtarmış, “ben ve O” şeklinde dikey, basit ve tek bir ilişkiyle kurtarmıştır. Evet, onlar kurtulmuşlardır ve fakat biz onları kurtuluşlarındaki ferahlıkla bilmeyiz, çünkü böyle bir ferahlık yoktur; biz onları, hemen şimdi mahv olacaklarına dair teyakkuzla biliriz. Onların fark edilişleri teyakkuzladır, bu ise fark edilmekle edinilecek bir hal değildir. Teyakkuz, potansiyeli harekete geçirmekle edinilecek bir haldir.

Potansiyelini fark etmek, başı ile de sonu ile de bir teyakkuz halinde yaşamak demektir. Teyakkuz varsa gaflet yoktur. Gaflet yoksa hayat her anı sürprizlerle dolu bir hayret menziline dönüşür. O menzilde her gördüğümüz, her işittiğimiz, her anladığımız ve her erdiğimiz bize kapasitemizden bir pencere daha açar. O pencere, hakkımızdaki murada açılan bir penceredir. Hakkımızdaki murat, potansiyelimizin tam anlamı ile gerçekleşmesinin tarifidir.

En büyük dâvâmız; potansiyelimizi gerçekleştirme, bu insanlar arasına ve bu zamana ne maksatla geldiğimizi çözme, buna uygun yaşama ve ayrılırken sürur ve tatmin ile ayrılma dâvâsıdır.


Mehmet Köprülü'ın Yazısı.