Mehmet Sadık

Bugün evden çıkmayacağım, hava soğuk. Birazdan bakkala iner, iki ekmek alırım. Karnımı doyurmam lâzım. Ama öyle uğraşıp da yemek yapamam. Belki yumurta kırarım, üzerine de pul biber... Yanına da çay demledim mi, deymeyin keyfime.

Yemekten sonra internette dolaşırım. Gündemi takip ederim, bakalım yine neler olmuş… O da ne! Adamın biri kendini 5.kattan aşağı atmış. Tabii oracıkta ölüvermiş ama son nefesinde yardıma koşanlara, “Sonunda kurtuluyorum” demiş. Ayrıca evinde bulunan mektupta da, çok yalnız olduğunu ve hayatta kimsesinin kalmadığını yazmış. Aksine adamın ailesi var. Hem de beraber yaşıyorlar. Diğer taraftan adam iş güç sâhibi, geçim sıkıntısı da yok. İşin en ilginç yanı da beyefendi nişanlıymış… Vay canına!
 
Sabah sabah okuduğum habere bak. Canım sıkıldı iyice. İyisi mi televizyona bakayım, belki güzel bir film bulur, vakit geçiririm. Filmleri severim ben. İzlerken kendimi filme uyarlamaya çalışırım. Kimi zaman bir kahraman olur, insanların saygısını kazanırım. Kimi zaman bir mafya babası olup korku saçarım. Bazen de çocuk karakterleri canlandırırım. Onlar çok masum olur. Ve kimse onları anlamaz…
 
Sâhi çocuk demişken, aklıma geldi; daha 10-11 yaşlarındayım, annem beni yanına çağırdı. Ve bana bir kitap verdi. Kitabın adı “Namaz hocası” idi. Böyle ufakça bir kitap, cep risâlesi gibi… O Kitaptan çok şey öğrendim. En azından şu an bildiklerimin hepsini…
 
Neyse, akşam olacak, biraz kitap okuyayım. Ya arkadaş bu kişisel gelişim kitapları gerçekten çok tuhaf. Normal olan psikolojiyi bozmaya çalışıyorlar sanki… Durmadan, “sen mükemmelsin, sen her şeyi başarabilirsin, sen sen sen sen!” Yeter tamam ben en iyiyim! Harikayım!
 
Olmuyor… Sıkıntım geçmiyor… İnternet, televizyon, kitap hiçbiri ‘derdime derman’ olmuyor. Dışarı çıkasım yok, zaten çıksam da nereye gideceğim, kimlerle takılacağım bilmiyorum. Dostum da yok ki benim. Yalnızım, çok yalnız. Ailemle paylaşabileceğim şeyler kısıtlı. Üniversiteyi kazanamamış olmam onları benden uzaklaştırdı. Babam sürekli, “bir işe gir de çalış!” diyor. Ama ne iş yapacağım ki… Becerebilir miyim çalışmayı? Bilmiyorum…
 
Sohbete çağrı
 
Az önce telefonum çaldı. Liseden, samimi olmadığım bir arkadaşım, Ahmet’ti arayan. Beni akşamleyin bir yere çağırdı. Sohbet mi ne varmış. “Gelir misin?” dedi. Ben de boş bulundum, “Gelirim” dedim. Neden dediysem sanki! Ne işim var benim sohbette. Hem kim bunlar, neyin sohbeti. Allah bilir birbirlerini zincirleyen, sırtlarına kılıç sokan insanlardır. İnşallah başıma bir iş gelmez…
 
Saat 7 gibi otobüs durağında buluşacağız Ahmet’le. Acaba ne giysem? İyisi mi, kumaş pantolon gömlek giyeyim. Muhtemelen o tarz yerlere kot pantolon, tişört, spor ayakkabı ile gidilmez.
 
Ahmet geldi. Hiç değişmiyor bu çocuk. Hâlâ temiz yüzlü ve hep gülümsüyor. Her zaman onun, çok saf ve dünyadan habersiz olduğunu düşünmüşümdür. Lisedeyken serserinin biri yumruk atmıştı da, alttan almıştı. Kızmıştım ben, “Neden karşılık vermiyorsun?” demiştim. “Değmez!” diye bağırmıştı Ahmet… Değmez miydi gerçekten? Bilmiyorum…
 
Sohbetin yapılacağı yere geldik. Tahminlerimin aksine, çok modern ve ferah bir yer. Ben daha çok basık ve çorap kokan bir yer olarak tahayyül etmiştim. Bir de gerici ve yobaz olarak düşündüğüm insanların yerine bu insanlar çok şık giyimli ve modernler… 
 
Bayılacak gibi oldum
 
Halka şeklinde oturduk. Her gelen selâm verip elimi sıkıyor. Vallahi yoruldum. Acaba yapmacık mı bu insanlar? Ya da çok samimiler. Birazdan anlarım. Sohbeti yapacak olan adam beyaz sakallı, beyaz cübbeli, beyaz gömlekli ve beyaz çoraplı. Yüzü de bembeyaz. Bakınca gözlerim kamaşıyor. Kendimi alamıyorum. Kokusu da çok etkileyici. Yanımdan geçerken bayılacak gibi oldum. Sanırım bu kokuyu bir daha unutamam…
 
Sohbete başladık. Konumuz ‘mânevi âlem’. Hiç bilmediğim şeyler… Keşke bir şeyler bilseydim. Sadece birkaç sûre biliyorum. Kazayla sorsalar, sen ne düşünüyorsun deseler, kesin rezil olurum. Şu sohbeti atlatıp gideyim, bir daha yanından geçmem buranın!
 
Bu adam benim hayatımı anlatıyor sanki. Umutsuzluk, bıkkınlık, bezmişlik, yalnızlık. Hepsi bende mevcut… Bir de bunların çözüm
yollarını anlatıyor, çok samimi, çok içten, çok güzel. Hattâ bir ara anlatırken göz göze geldik. Farkında değilim, nefesim tutuldu, gözlerim doldu. Ahmet hemen, “İyi misin?” dedi. Cevap veremedim. Çok etkilenmiştim…
 
Sohbet bitti. Çaylar ve kurabiyeler geldi. Ahmet istersem sohbeti yapan adamla görüşebileceğimi, istediğim soruları sorabileceğimi söyledi.  Ben ise “Sonra gideriz” dedim. Ve yine farkında olmadan bir daha ki sohbete geleceğime dâir Ahmet’e söz vermiş oldum…
 
Şükürler olsun
 
Evdeyim şu an. Üzerimde tatlı bir yorgunluk var. Aklım çok karışık, bir o kadar da rahat. Sanki sorunlarım benden uçtu gitti. Kendimi çok daha güçlü hissediyorum. Sohbetten çıkınca Ahmet yatsı namazını evde kıl demişti. Gidip kılayım, en azından bugünü dîni işlere ayırmış olurum.
 
Namaz kılarken annem yanıma geldi. Şaşkındı. Ağladığını ve şükrettiğini fark ettim. Muhtemelen benim namaz kılıyor olmam onu çok mutlu etmişti. Canım annem, o benim her zaman iyiliğimi ister…
 
Şimdi yatıyorum. Kafamın içi bomboş. Ne sıkıntım, ne de yalnızlığım kalmış gibi. Nasıl oldu bu? O sohbet mi etkiledi acaba? Ama iyi ki gitmişim oraya. Kesinlikle orası rahatlattı beni. Bir de sohbeti yapan adam. Bana bakıp tebessüm etmişti. Çok sevdim onları, bir an önce yatıp, sabah Ahmet’i arayacağım. Oraya bir daha gitmek istediğimi ve haftaya kadar bekleyemeceğimi söyleyeceğim. Allah’ım sana şükürler olsun.


GENÇ'ın Yazısı.