Lüks Yaşamak İster misiniz?
Ömer Öztürk
Yunanistan, Brezilya, Endonezya; Asya, Afrika, Amerika… Artık arz küresinin dört yanından yükselen hazin feryatlara kulaklarımızı tıkayamaz olduk.
Gelir-gider eşitsizliği ve dengesizliği, pasta dilimlerinin eşit ve âdilâne dağıtılmaması, dağıtılamaması v.s., v.s…
Bugün dünyanın bir kısmı rızık endişesinden muzdarip iken, bir kısmı da ‘lüks’ yaşama endişesiyle dopdolu.
Lüks yaşama endişesi? İnsanı cennete götürecek bir endişe türüne benzemiyor pek. Olsa olsa, cehenneme götürür. Hem de, maazallah, hiç çıkmamacasına…
Düşünün: Allah rızık endişesini bile kabûl etmiyor, lüks yaşama endişesine ne buyurur? Onun için, iyi tetkik etmeli Kur’an-ı Kerim’i.
Yeryüzünde, bir-iki istisnâ hâricinde (fare, sivrisinek ki onların bile bir fâideleri mevcut), hiçbir canlı biz insanlar gibi tabiî kaynakları haddinden fazla tüketme, hele hele bunlara mâlik olma hırs ve arzusu içinde bulunmuyor. Paylarına düşene rıza gösterip köşelerine çekiliveriyorlar.
Yunanistan ve benzer ülkeler lüks yaşama endişesi yüzünden bu hâldeler. Brezilya, İspanya, Arjantin gibi ülkelerin ise durumu biraz daha farklı. Bu üç beldenin üçünün de en ortak özellikleri nedir bilir misiniz? Her üçünün de en ayrılmaz özelliği futbol ve magazinle uyutuluyor olmaları.
Misâl: Brezilya’da futbol – hâşâ – bir din hükmündedir. Çıplak ayaklarıyla, kumsallarda top sektiren fakir çocuklara, durmaksızın, günün birinde bir Ronaldo, bir Roberto Carlos olabilecekleri, paraya-pula kavuşacakları ve böylece deyim yerindeyse ‘yırtacakları’ düşüncesi telkin edilir.
Birkaç kişinin yırtıp lüks ve sefahat içinde yaşadığı, büyük çoğunluğun ise yiyecek ekmek bulamadığı bir düzenin İslâmî nizam ile bağdaşamayacağı pek âşikârdır. Nitekim Brezilya’nın sağduyu sahibi yurttaşları son ayaklanmada futbola ve futbolculara yapılan yatırımın onda ikisinin bile eğitim, sağlık v.b. temel ihtiyaçlara aktarılmadığından şikâyet ettiler.
Uluslar arası piyasa hiç durmaksızın yeni pazarlar oluşturmak amacıyla insanlara aslında hiç ihtiyaç duymadıkları şeyleri ihtiyaç gibi gösteriyor. Bunu yaparken de, insanın toplumsal varlık oluşunu, tıpkı maymunlar gibi birbirini taklit etme zaafını sömürüyor. Ve bütün çakma pazarlarını da teknoloji, konfor, keyif v.s. âhir zaman zamazingolarıyla kamufle ediyor (gizliyor).
O vakit, ortalık yaşamak için yiyen değil, yemek için yaşayan; beslenmek için değil ‘haz’lanmak için yiyen insanlarla dolup taşıyor.
Hamburger, kola, bisküvi, çikolata, cips v.s. şeyleri yiyerek beslenmiyor, hazlanıyoruz. Bu sözde gıdalara, içeriklerindeki kimyasallar yüzünden, müptelâ oluyor, onları tekrar tekrar tüketme ihtiyacı duyuyoruz. Maalesef, daha çocukluk çağlarımızdan itibaren ellerimize tutuşturulan bu zararlılar bizim hayat boyu bağımlı bir hâl tarzını benimseyip mutsuzluk ve iç huzursuzluğundan bir türlü kurtulamamamıza sebep oluyor.
Keyf maddesine gelince; Boğazda çay keyfi, bilmem nerede kahvaltı keyfi, iftarda tatlı keyfi gibi Deccal’ı kıskandıracak uyduruk mefhûmlar bilinçaltımıza sinsice zerk ediliyor ve çok geçmeden hayatı keyf edilecek bir yer gibi görmeye başlıyoruz. Hâlbuki bizler çocukluğumuzda keyif lâfı ettik mi, büyüklerimiz bizlere ‘Keyif eşekte olur’ diye mukabelede bulunur ve hepimizi kahkahalarla güldürürlerdi.
Teşbihte hatâ olmaz, elçiye zevâl olmaz,; biz değil onlar söylüyor(du).
GENÇ'ın Yazısı.