“Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar.” Cemil Meriç yaşasaydı Taksim neslinin sloganlarını acaba nasıl değerlendirirdi? Bu yeni nesil üç beş kelime etmeye bile eriniyor. Kendini konumlandırdığı yer için kafası o kadar karışık ki “ Kahrolsun bazı şeyler” deyip geçiyor.

Genç kelimesi Farsça “hazine” anlamına geliyor. Gençlik insan ömrünün hazinesidir; insan bu hazineyi değerlendirme şekline göre ya büyük bir zenginliğe nail olur ya da feci bir iflas ve hüsrana uğrar. Gençlik geleceğin tohumudur. Bu tohumun özüne bakarak yarınlar keşfedilebilir. Her devrin gençliği, kendisine yükleneni harcayacağı işler yapıyor. İslam’ın ilk gençlik nesli, insanlığa hayır, hizmet yarışında iken, sonraki dönemde Cengiz Han’ın Moğol gençleri, kestikleri başlardan kule yapmak için yarışıyorlardı. Ruhlar ve mefkûreler çarpışmasının, bundan doğan terbiye ve eğitim sistemlerinin ürünü olan genç nesil, son zamanlarda yine dikkatleri üzerine çekti. Üzerine konuşacağımız bu genç nesil “doksan kuşağı” ya da “y nesli” diye tanımlanıyor. Söz konusu tasnifi genel geçer kabul etmiyoruz, ancak zafer kazanmış komutan edasıyla takdim edilmeleri, tespitten “ideal tip”e giden bir durumu da içinde barındırıyor. İstanbul Taksim Gezi Parkı ağaçlarının kesilmesini sözde protesto etmek için bir araya gelen, ancak kontrolsüz ve istismara açık bir isyana dönüşen hareketin gençleri bunlar. Öte yandan kitle hareketine dönüşen bir düşünce ve anlayışın hangi boyutlara varabileceği, nasıl kendini kaybedip başka bir karaktere bürüneceği de bu gençlik hareketi ile ele alınmalıdır.

Kalabalıkların Ruhu

Kitle (kalabalık, yığın) kendilerini bir araya toplayan her ne olursa olsun, rastgele bireyler topluluğunu ifade eder. Kitlelerde zekâ alçalır, duygular değişir. Bu duygu onları, her biri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşüneceklerinden ve yapacaklarından tamamıyla başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır. Kitle psikolojisi, entelektüel oranla aralarında uçurum bulunan iki insanı, karakter ve inanç bakımından aynı koridora sokar. Kolektif şuur içerisinde bireylerin aklî kabiliyetleri ve şahsiyetleri silinir. Kitleler zekâyı değil, ortalama şeyleri bir araya toplarlar. Kitleler isimsiz, dolayısıyla sorumsuz oldukları için bireyin aklını da şiddete kolayca teslim ederler. Kur’ân-ı Kerim’de bağnaz, birbirini destekleyen ve elebaşı olan topluluk manasında “Usbe” kullanılmıştır. “(Peygamber’in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur… Onlardan (elebaşılık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır. (Nur -11)’’ Aslında kitleler ne kadar kalabalık olsalar da az sayıdaki seçkin insana kulak kabartırlar.

İnsanoğlunun dünyayı değiştirme çabasının tarihi oldukça eskidir. “Efendileri” “efendisizlikle” değiştirme kavgası her çağda değişik biçimler alarak devam edegelmiştir. Bu mücadeleyi, insanın kendi varoluşunu anlamlandırma düzlemine çeken, Peygamberler ve onların kutlu tevhid mücadelesi dışında gerçekten kazanan da olmamıştır. İnsanın önüne kurtarıcı olarak konulan birçok sistem, bir müddet sonra, değiştirmek istediği dünyanın bir benzerine, ulaşmak istediği amaçların önünde en önemli bir engel durumuna dönüşmüştür. Yanılgı da tam burada başlıyor. Bitmeyen bir ümide (Allah’ın ipine) yaslanmadan, ilahî olanın varlığında varoluşu duyumsamadan, dünyayı değiştirme çabası nafile kalıyor.

Kim Bu 90 Kuşağı?

Sistem, bazen zorla, bazen alkışla kuşakları oluşturur veya tırpanlar. 68 ve 78 kuşağı, depolitizasyonun ürünü 80 kuşağı hep bu mantıkla oluşturuldu. Sistemi oluşturanlar da hâlâ kendilerini bu toplumun sahibi sayan seçkinci bir sınıftan başkaları değil. Yaklaşık bir asırdır nesil diye öne sürülen kuşaklar, daha güzel bir dünya uğrunda ömürlerini ve emeklerini harcarken günün birinde, arkalarında durduklarını düşündükleri düzenin, bu çabalarını ve emeklerini de büyük bir suç veya beyhude sayarak cezalandırılmalarını şaşkınlıkla izlediler. Şimdi harcanma sırası 90 kuşağına geldi. Örnek ve özgün bir nesil olarak öne sürülen bu kuşağın en önemli özelliği olarak âsi olmaları ve yaşam tarzlarına müdahaleye asla tahammül etmemeleri gösteriliyor. Özgürlük dedikleri şey çoktan sınırsız sermaye biriktirmeye, limitsiz tüketime ve bedensel hazların tatminine indirgenmiş durumda. 1980 ve 1999 yılları arasında doğan bu özgür(!) neslin arkasında duran anlayış, bir önceki neslin bir yaşam tarzı oluşturmasına bile izin vermemişti. Kemal Sayar’ın ifadesiyle egosu şişirilmiş, hormonlu çocuklardan oluşan bu nesil, narsizm kültürünün, kafa karışıklığının ortak meyvesi. Şımarık, sınır tanımaz, her şeyi hak ettiğini düşünen bir nesil var ortada. Bakmayın, “okumuş çocuklar bunlar” diye ayyuka çıkartılmalarına, kendilerini 90 kuşağı olarak niteleyen ve gezi parkı isyanına destek verenlerin bizzat kendi ağızlarından gündelik hayatları internet, kız arkadaşlarla muhabbet, gitar ve alkol almaktan ibaret. Entelektüel birikimleri 140 karakteri geçemiyor. Hiçbir partiye, gruba, kuruluşa üye olmamayı övgü vesilesi sayan 90 nesli, teknoloji çağının çocuğu. Aslında bu gençler, bir yere kapatılmış gibi ışıksız, yardımsız ve umutsuz yaşıyorlar. Bu nesil, ucu hiçbir yere açılmayan dünyevi/seküler bir daire içinde dönüp duruyor. Bu dairenin onları herhangi bir çıkışa götürme ihtimali de yok.

Bu neslin bireyleri, kapitalizm ve emperyalizmle mücadele ettiğini iddia eden solcu babanın oğlu, marksist dedenin torunları. Terleyince sırtına hastalanmasın diye bez koyan saf annelerini de peşlerine taktılar. Gezi parkı isyanına katılan 90 Kuşağı üzerine Bilgi Üniversitesi’nden bazı akademisyenlerin internet üzerinden yaptığı araştırmaya göre sözde neslin %81’i kendisini özgülükçü(!), %65’i laik olarak tanımlıyor. Muhafazakâr değilim diyenlerin oranı ise %75. Türkiye’de kendisini laik olarak tanımlamak eğer uydum kalabalığa türünden bir cahillik değilse, açıkça dinin (İslam) karşısında kendine bir konum belirleme tarifidir. Bu tanım, derin bir fikrî ve siyasî özellik taşımaz; kısaca “bu din benim işime gelmiyor” demektir. Her nerede, bir nesil, bir kuşak tartışması varsa orada aslında bir ruh tartışması var demektir. Bu, nesillerden ziyade ruhlar savaşıdır. Ruh eskimez; ruhun asaleti de sefaleti de kendinde saklıdır. Yeryüzünün ilk peygamberi, ilk kulu, tevhid mücadelesi vermiş Hz. Adem’den binlerce yıl sonra paganlar (putperest) türedi, sonrasında tekrar tevhid ve kıble ehli nesiller meydana geldi. Hz. Lût’un homoseksüellikten gazaba uğrayan kavminden sonra edep, namus timsali ne nesiller gördü bu yeryüzü coğrafyası. Dolayısıyla bir sona gidiyoruz. Bundan sonra “z nesli” gelecek “y nesli”’nin yerini alacak her şey daha kötü olacak veya her şey daha güzel olacak diyenlere aldırmayın. Ruhlar ölümcül bir hastalığa yakalanmış durumda. Dünyada Allah’sız, ahiretsiz, yol göstericisiz (peygambersiz) yaşamaya kalkışmanın neticeleri bunlar. Yeni nesli anlatan en ağır kelime, özgürlüğüne düşkün olması. İlahî ve üstün otoritenin denetim ve boyunduruğundan kurtulmayı vadeden özgürlük vaatlerinin bir dibi yok. İnsan, varoluşunun amacını gerçekleştirme aracı olarak kendisine sunulan dünya ile kendini aldatıp durmayı özgürlük sayıyor.

Kendinizin, anne baba olarak hangi neslin adamı, kadını olduğunu anlamak istiyorsanız, sosyal psikoloji analizlerini bir kenara bırakın, çocuklarınıza bakın, oğlunuz kızınız ne söylüyorsa, ne yapıyorsa, nasıl tavır alıyorsa siz osunuz, başka bir şey değil!

Egemenler Yine İşbaşında

Egemen sınıflar ve medya, zihinlerindeki insan ve toplum tipini en azgın hile yöntemlerini kullanarak yaşatmak istiyor. Tekniğin ve yeni buluşların doğurduğu yepyeni yaşama ve düşünme şartları da şimdilik onların hizmetinde. Tek arzuları, dinî ve tarihî değerleri tıraşlayıp geriye kendileri gibi ruhsuz bir öz ve biçim elde etmek. Bu egemenler, insan ve toplumun ilahî olana, fıtratına dönüşünü tasavvur eden değerleri ve ülkemizi kendi gerçek özüyle buluşturmaya çalışan insanları dışarı itiyor. Bu basit bir itişme kalkışma değil. Güzel ülkenin, güzel insanlarından barbar, zevkperest bir nesil oluşturmaya çalışanlarla, bu lüzumsuz asalaklardan kurtulmaya çalışanlar arasında yaşanan bir mücadeledir bu. On yıllardır inançsız, duygusuz, ruhsuz bir taş olmaya direnen bu ülkenin evlatlarıyla, taş kafalarından bir toplum yapmaya çalışanların arasındaki çatışma geleceği hazırlayacak.

140 Karakterli Slogan Çağının Çocukları

Cemil Meriç, Bu Ülke’de, “Slogan İlkelin İdeolojisi” başlığı altında slogan çağının çocuklarını ne de güzel tavsif ediyor: “İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları, ancak tehlikeli bir yolculukta harita yetmez, pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur, tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin, birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan. İlkelin budalanın, papağanın ideolojisidir Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar.” Cemil Meriç yaşasaydı Taksim neslinin sloganlarını acaba nasıl değerlendirirdi? Bu yeni nesil üç beş kelime etmeye bile eriniyor. Kendini konumlandırdığı yer için kafası o kadar karışık ki “ Kahrolsun bazı şeyler” deyip geçiyor.

Anne Babalar Siz Hangi Kuşaktansınız?

Siz onlar için çalışıp didinip eve ekmek getirmek derdine düşerken çocuklarınız yetişiyor, karakterleri şekilleniyor. Siz eve yorgun argın döndüğünüz zamanlarda çocuklarınız televizyon ve internet tarafından saatlerce beslenmiş ve eğitilmiş oluyor, hem de az bir ücrete dilediğiniz kotada. Sizin onlarla konuşmadığınız zamanlarda, onlara ayıracak vaktinizin olmadığı durumlarda televizyon, twitter, facebook daha binlerce site onlara yarenlik yaptı, ruhunu besledi. Siz de böylece eğitime para ve zaman ayırmak zorunda kalmadınız, cinsel eğitimden, rehberliğe kadar bir sürü dersi oğlunuz kızınız ücretsiz ezber yaptı. Siz, onlarla hiç ilgilenmediğiniz halde bu boşluğu doldurmak için egolarını şişirdiniz. Her şeyi hakettiklerini söylediniz, onlar da gerçek bir benlik algısına sahip olamadılar. Daha neyi bekliyorsunuz? İnsan bu, bir anda yetişmez; ahlak güzelliğinin, iradeli bir karakterin, fikri olgunluğun bir anlık bir miladı yoktur. İnsan, ulu bir çınar misali milim milim büyür, kemale erer. Bu sabır ister, emek ister; ilmek ilmek dokuma ister. Çocuklarınız sizin hayatınızın en büyük tanığıdır. Kendinizin, anne baba olarak hangi neslin adamı, kadını olduğunu anlamak istiyorsanız, sosyal psikoloji analizlerini bir kenara bırakın, çocuklarınıza bakın, oğlunuz kızınız ne söylüyorsa, ne yapıyorsa, nasıl tavır alıyorsa siz osunuz, başka bir şey değil! Geçmişin günahları bugünün erdemleri olduysa önce anne babalara gaz bombası atılsın, kelepçeler vurulsun. Köksüz, anlamsızlık salgınının pençesinde ben tarikatının üyesi, depresif, endişeli bu kuşağın sorumluları anne babalardır hâkim bey!


Ali Can'ın Yazısı.