Bize Derler "90 Kuşağı"
“Bu mücadele, çobanın oyu ile işbaşına gelenler ile eşit olmayanların mücadelesidir.” (Bir Gezi Parkı eylemcisi)
e büyük buhranı gördük, ne de büyük savaşı” diyordu Fight Club’taki o unutulmaz sahnede Brad Pitt. Evet biz büyük buhranı da, büyük savaşları da, soğuk savaş dönemini de, devrimleri ve darbeleri de, teknolojisiz zamanları da görmedik; 90 nesli olarak internetin ve bütün bir dijital-görsel çağın ortasına doğduk sadece.
Uzmanlara göre en büyük özelliğimiz hiç bir ideolojik gömleğe sığmayışımız. Evet doğrudur. Biz sokaklarda sağ-sol kavgası görmediğimiz için kendimizi bir tarafta sınıflandırma ve sınırlandırma ihtiyacı hissetmedik. Açıkçası bizim nezdimizde sağ ile sol arasında (dava edinecek kadar) fark da yoktu.
5-6 ağacın savunulması ve bir şehir projesine itiraz edilmesi gibi masumane niyetlerle başlayıp ‘Tayyip istifa’lara dönüşen malum Gezi Park olaylarının ardından kadrolu yorumcular, “karşımızda 90 nesli var, özgün bir yapı bu” dediler. Kolayca kategorize edilebilecek 70 ve 80 neslinden farklı bir yapı olduğunu deklare ettiler. Fakat farkımızın aslında ne olduğunu hiçbir sosyolog doğru düzgün izah edemedi. Nitekim bu olaylar bize tüm sosyolojik gözlemlerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini de göstermiş oldu.
Gezi Parkı’nda toplanan ya da toplananlara destek verip taşkınlık yapmayan genç kitle üzerinden, profesyonel yorumcuların karşılarında dumura uğradıkları yeni kuşağa dair bir tahlil yapmaya çalışarak onların mümeyyiz vasıflarının neler olduğunu tavzih etmeye çalışacağım.
Dijital Kuşak ya da Online Nesil
Dijital bir kuşağız biz. Msn, Icq, Mirc’lerle büyüdük, “Counter-Strike”sız ve “Playstation”sız bir hayat düşünemiyoruz. Şimdilerde akıllı telefonlar elimizden düşmüyor. İnternet ile çok sıkı fıkıyız. Ekmeksiz yaşar ama internetsiz yaşayamayız. İnterneti o kadar hayatî bir araç (?) haline getirmişiz ki, alışveriş yapmaktan tutun da Karl Marx ya da Marx&Spencer hakkında bilgi edinmeye kadar, hemen her şeyi internet üzerinden yapmaya yönelik bir temayülümüz var.
Gezi Parkı olaylarında 2 milyon tweet ile dünya rekoru kırmış bulunuyoruz. Bazıları bizim kuşağı Facebook ve Twitter’ın oluşturduğunu söylüyorlar. Aslında bu kuşağın Facebook’u ve Twitter’ı ürettiğini söylemek daha doğru olur. Ülkemizde 22,9 milyon internet abonesi var ve 18,1 milyonu bir şekilde gezi parkı olayları ile ilgili mesaj göndermiş. Facebook ve Twitter’da dünyada ön sıralarda olduğumuz zaten malum. Fakat muhtemelen malum olmayan şu; bu kullanıcıların en az %70’ini gençler, yani bizim kuşak oluşturuyor. Meydanlarda olanların ötesinde asıl savaş, olaylar başladığından bu yana sanal dünyadan yükseliyor.
Dindar Nesil mi Tablet Nesli mi?
Sultan Abdülhamit, Osmanlı’nın çöküşünü engellemek için Batı’ya öğrenciler göndermişti, sonra o öğrenciler pozitivist, modernist ve evrimci olarak geri döndüklerinde Sultan’ı tahttan indirmişlerdi. Başbakan bu genç kitleden yakınırken, onların kendi iktidarları dönemindeki eğitim sisteminden geçtiğini bilmiyor mu? Tüketim alışkanlıkları, küresel etkileşimle şekillenmiş geleneksel toplumsal ilişkilerden bağımsız, modernleşmiş bir nesil yumurtadan mı çıktı? Hükümet dindar nesil isterken karşılarında tablet neslini mi buldu? Akif Emre’ye kulak verelim: “Hükümetin önerdiği geleneğine bağlı, ahlaki değerlere sahip bir kuşak yerine, modernleşmenin çözücü etkisine, küresel-kültürel etkilere açık, postmodern çağa uyumlu, her şeyi sorgulayan, ciddi anlamda kimlik sorunu yaşayan genç bir kitle meydanları doldurmakta.”
Orantısız Mizah
Ürettiğimiz espriler, mizah dolu muhalefet, herkesi neşelendiriyor. Yakıp yıkmalar? Onlar bizden değil, 90’larda doğmuş olsalar da bizden değiller(!) Küfürler, hakaretler, ‘‘Tayyip istifalar’’ kesinlikle bizden değil.
Mizahı seviyoruz. Orantısız güce karşı orantısız mizahtan daha iyi fikri olan var mı? Mizah dergilerinin yüzbinler satmasından anlamalısınız bunu. “Mustafa Keser’in askerleriyiz”, “yazacak slogan bulamadım”, “kahrolsun bağzı şeyler”, “Charlie Chapuling”, “GTA’da polis döven nesle sataştın”, “imdat polis” vs.
Dijital bir kuşağız biz. Msn, Icq, Mirc’lerle büyüdük, “Counter-Strike”sız ve “Playstation”sız bir hayat düşünemiyoruz. Şimdilerde akıllı telefonlar elimizden düşmüyor. İnternet ile çok sıkı fıkıyız. Ekmeksiz yaşar ama internetsiz yaşayamayız.
Prof. Faruk Birtek 10 yıl sonra Türkiye’nin istikbalini muhteşem gördüğünü söylüyor: ‘’Yaratıcılıkla örgütlenmiş bireylerin bir araya gelip bu kadar müşterek çalışarak, bu kadar espri içinde bir şey yapmaları büyük bir olaydır.’’ Prof. Ersin Kalaycıoğlu’na göre ülkemizde ilk defa gerçek anlamda sivil toplum hareketi görüyoruz. Prof. Ferhat Kentel’e göre bu olaylar bilinen ideolojik kimlik kategorilerinden uzak: ‘’Gezi parkı içerisinde çok sayıda AK Partili de var, farklı kesimlerin taleplerini dile getirmesi için bir fırsat yarattı bu olaylar, süreci yeni bir sosyal hareket olarak tanımlayabiliriz.’’
Asosyal mi, Apolitik mi, yoksa Artist miyiz?
90 kuşağının apolitik bir kuşak olduğu söylendi hep. Uzmanlara göre siyasetle ilgilenmiyor, kabine üyelerinin isimlerini sayamıyor hatta ve hatta Cumhurbaşkanı’nın bile adını bilmeyenler aramızda dolaşıyordu. Bilgisayar başından kalkmayan bir kitle idik biz. Haklı tarafları olabilir ama adaletsiz bir eleştiri bu. Bizim bir ideolojinin peşinden gitmemize, parti tutmamıza ya da siyasetle ilgilenmemize gerek yoktu, çünkü dünyayı tanımaya başladığımız yaştan itibaren her seçimin AK Parti tarafından kazanılacağı neredeyse kesindi.
Gezi Parkı protestoları bir ideolojik kalıbın içine sokulamıyor. Uzun süre gezi parkında nöbet tutulması ve bu hareketin kısa sürede tüm Türkiye’ye yayılmış olması ve farklı kesimlerin desteğini farklı dozlarda almış olması hangi ideoloji ile açıklanabilir ki zaten? Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da şaşırılacak bir şey gerçekleştirdi bu kuşak; sadece büyük bir afet sonrası birbirine omuz vermesi beklenen farklı kimlikler birbiriyle uyumlu bir eylem yaptı. Tazyikli suya, BDP’li, ulusalcı ve ülkücü eylemciler ele ele tutuşarak tepki verdi. Öcalan posterleri asılı çadırın yanında kemalistler, anti-kapitalist müslümanların hemen sağında komünistler yer aldı. Bir gün içki diğer gün kandil simidi verildi. Bu eylemler 70’lerde olsaydı, sığ ideolojik kutuplaşmalardan dolayı şimdiye kadar onlarca kişi ölmüştü.
İtirazların ekonomik temelli değil özgürlük temelli olduğunu ıskalamamamız lazım. Bu insanlar aç değil, bu hareket işsizlik ya da istihdama yönelik bir isyan hiç değil. “Özgürlük”. Temel çıkış noktası özgürlük. “Yaşam alanımıza müdahele etmeyin” diyorlar. Burada da bir ayrım yapmak gerek. “Daha fazla ağaç istiyoruz, betonarme yapılar istemiyoruz” diyenlerle “daha rahat sevişmek istiyoruz” diyenleri ayırmak lazım. “Heykeller önünde devlet büyükleri saygı dursun” gibi çağ dışı istekleri olanlar da var, “her boş yere AVM yapmayın kardeşim” diyen de. Aralarında ‘devrim’ diye saçmalayanlar olsa da fotoğrafın geneline baktığımızda hükümetten ve Başbakan’dan memnun, rahatı yerinde bir kitle bulunuyor. Siyasi gerilim, onları oldukça germiş olmalı ki “germeyin bizi” diyorlar.
“Topçu Kışlası Nedir Abi?”
Mimar Uğur Tanyeli diyor ki: “Dünya tarihinde ilk defa mimarlık aracılığıyla ortaya çıkan bir toplumsal hareket görüyorum. Bundan 70 yıl önce şu ya da bu nedenle ortadan kaldırılmış bir binayı yeniden yapacağım demenin hiçbir mantıkla açıklanabileceği kanısında değilim. Bildiğimiz İslamcı Muhafazakarlar, Oryantalizm’den nefret eder ve bu da Oryantalist bir kışla. Buna neden bu kadar hevesle yandaş olunduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Ayrıca bir projeye başlamadan önce ne yapmak istediğinizi bilirsiniz. AVM de olur, şehir müzesi de olur, otel de olur diyemezsiniz.”
Hükümetin nereye ne yapmak istediği, CHP’ye olan muhalif tutumu tarafından mı belirleniyor? Sırf CHP yıktı diye mi topçu kışlasını geri yapıyoruz? 90 kuşağının özellikle rahatsız olduğu şey şu; orada yaşayan insanlara -bırakın danışmayı-, doğru düzgün ne yapılacağı bile anlatılmadan “ne derseniz deyin yapacağız!” denmesi.
Gezi Parkı olaylarında iki farklı kitle vardı hükümetin karşısında; birincisi samimi bir şekilde bu projeye karşı olanlar, ikincisi bu olayları darbe girişimine dönüştürmek isteyen çıkarcı ve şer odağı olan güç koalisyonu. Başbakan tüm konuşmalarından ikinci kitleye hitap etti. Eyleme miting ile cevap vermek de, ‘yedirmeyiz’ gibi bir söylem de ikinciye karşı idi. Halbuki esas olarak birinci kitle dikkate alınmalıydı.
Sonuç
Artık herkese şunu göstermiş olduk sanırım: Yeni siyaseti bizi merkeze alarak yapmak zorundasınız. Kazanılması gereken en yeni cephe biz gençleriz. Herhangi bir liderimiz yok, çünkü biz bireyselleştirilmiş bir liberal piyasaya doğduk. Birey olarak her birimizin değerli olduğuna inanıyoruz. Mühendisiyle sosyal bilimcisi ile her birimiz sorgulayan gençleriz.
Tüm olayların çözüm sürecini sekteye uğratmaması en büyük temennimiz. Akil insanlardan Erol Göka, polisin abartılı güç kullanımının, iki aydır oluşturmaya çalıştıkları “diyalog yoluyla meselelerin çözümü” çabalarını sekteye uğratma riski taşıdığını belirtiyor.
Bu olayların ardından, benim gibi AK Partiye oy vermemiş ama kendini de karşısında konumlandırmamış epeyce bir kitlenin AK Parti iktidarının devamını arzuladığını da belirtmeden geçemeyeceğim.
Peki ya 2000 nesli? Onlar AK Parti iktidarına doğdular, 20’li yaşlara geldiklerinde bu iktidarı aratacak bir iktidarla karşılaşırlarsa verecekleri özgün tepkiye hazır mısınız?
Son söz: “Ey Rabbim! İçimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helak mı edeceksin?” (Araf, 155)
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.