Karşı mahalleyi bırakıp, besmele çekelim. İçki içen, namaz kılmayan insanlara bakıp kendi yerimizi beğenmeyelim. Yeniden Ebu Hanife’nin helal-haram çizgisine erişmeye çalışalım. Sıkıntılar arasında yeşeren kulluk, bol su ile gürleşmez, çürür. Bollukla imtihanımız bizi tüketmesin.

Kelli felli adamlar diyorlar ki; “birbirimizi anlamalıyız!” O kadar çok söylendi ki bu, tamam dedim. Belki bizi de anlamaya çalışanlar olur diye birkaç madde hazırlayalım. Mesela bizim gibi başı örtülü, yani en baştan “etiket”i yemiş insanları anlamak için, bir müddet şöyle uygulamalar yapılsa:

*Okullara ve özellikle üniversitelere sadece başını örten genç kızlar girebilecek, puanı ne olursa olsun başı örtülü olmayanların kaydı yapılmayacak.

*Başı örtülü kızların mezuniyet törenine gelecek misafirlerde de başörtüsü şartı aranacak.

*Kamu ve özel kuruluşlarda işe girebilmek, yükselip kariyer yapabilmek için hanımlarda aranan ilk özellik başörtüsü olacak.

*Bazı hastaneler sadece başı örtülü hanımlara hizmet verecek. Başında örtüsü olmayan hanımlar başka hastanelere sevk edilecek.

*Askeri personelin eşleri muhakkak örtülü olacak. Kur’an toplantılarına iştirak edenler, hafız olanlar kariyer basamaklarını daha kolay çıkacak.

*Mağazalar başı örtülü olmayan hanımlara ikinci sınıf muamelesi yapacak, mümkünse istedikleri şeyler, tezgaha çıkarılmayacak.

Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Bizi anlamak isteyenleri pekala bu uygulamaların geçerli olduğu bir sistemde mesela sadece üç ay yaşamaya çağırabiliriz.

Peki kimler bu, bizi anlamasını istediklerimiz?

İlk hatırımıza gelen “karşıt görüşlü” insanlar.

Malum olaylar sırasında milletimizin mizahi yönü de epey canlıydı. Nice espriler yaptı herkes. Mesela onlardan birini hatırlayın: “-28 Şubat’ta aklınız neredeydi? - Kreşteydim abi, 93’lüyüm ben.”

Hz. Ömer’in Medine’deki kuraklık zamanı “Allah’ım! Benim günahlarım sebebiyle ümmeti cezalandırma!” diyerek secdede ağladığını hatırlayalım önce. Hz. Aişe validemizin “ayağına bir taş değse, kendi günahından bil” ikazını duyalım. Yıllardır yutkunmaktan aşınmış boğazımızla yine öfkemizi dindirip, sakince sormamız gerektiğini kabul edelim: Ben ne yaptım/yapmadım?

Bizi anlamayan insanların arasında, aslında en yakınımızdakiler, kardeşlerimiz. kuzenlerimiz de var. İmtihanı “bolluk” olan kardeşlerimiz.

Bundan 16 yıl evvel üniversite sınavlarına hazırlanan bir genç vardı. Bir gün kendini çok dertli, sıkıntılı hissetti. Dershanedeki hocaları ile yaptığı kısa bir sohbet arasında “bana öyle bir dert söyleyin ki, derdim bana küçük görünsün” dedi. Beklediği en fazla bir beden daha büyük bir dert iken, ehli tasavvuf hocası sadece şunu sordu: Acaba bu dünyadan imanlı mı gideceğim, imansız mı?

Biraz daha geriye gidelim. Aynı genç lisede iken Matematik öğretmeni sınıfa iki dakika önce gelir, defteri imzalardı. Ders zili çaldıktan sonra defter imzalarsam öğrencinin hakkına girmiş olurum düşüncesindeydi. Aynı öğretmen bazen bulduğu orijinal soruları yazar, sınıfa getirir, çocuklara çözdürürdü. Soruları not almak için özel not defteri, bloknot vs kullanmaz, fatura zarflarına soru yazardı. O hoca ağacın kıymetini bilirdi. Bu hocadan sadece matematik mi öğrendi sanıyorsunuz o gençler.

O gençler gibi 28 Şubat’ta kreşte olmayan niceniz böyle örneklerle büyüdünüz. Belki de o nedenle 28 Şubat’ta yürüyen kalabalıklardan kimse incitmedi.

Fakat bollukla imtihanımız başladığından beri dershaneleri bırakın aileler bile çocuklarını sadece puanlarına göre değerlendirmeye başladılar. Uykusunu alsın diye sabah namazına çağırılmadı bu gençler. Kursunu aksatmasın diye Kur’an öğrenmeye gönderilmediler. Hevesini alsın diye giyimine karışılmadı gençlerin. Aksine moda olan ne varsa, eksik kalmasın diye tedarik edildi. Bizim hayata bakışımızı bırakın karşı mahalleyi, bayrağı teslim edeceğimiz nesil de anlamıyor.

Zannedersem Yıldız Ramazanoğlu idi. Seyyid Kutub tefsirini baştan sonra okuduğunu anlatıyordu bir yazısında. Arkadaşları ile beraber böyle okumalar yaptıklarını söylediği yaş, oldukça gençti. Şimdiki gençlerin kaçı tefsir, şerh, meal arasındaki farkı bilir?

Karşı mahalleyi bırakıp, besmele çekelim. İçki içen, namaz kılmayan insanlara bakıp kendi yerimizi beğenmeyelim. Yeniden Ebu Hanife’nin helal-haram çizgisine erişmeye çalışalım. Sıkıntılar arasında yeşeren kulluk, bol su ile gürleşmez, çürür. Bollukla imtihanımız bizi tüketmesin.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.