Dövünür, Dövülür, Ayağa Kalkar Beşer
Hüseyin Erdoğan
Yerimizde dursak da geçiyor vakit. Hızlı da algılasak, yavaş da algılasak akıp gidiyor kendi meşrebince. Olması gerektiği gibi… Ne acele ediyor, ne de aylaklık. Tabiatına uygun hareket ediyor etmesine de kişinin tabiatına uymayanı fena dövüyor şu vakit. Dövüyor sadece, vurmuyor kırmıyor. Bir havanda dövüyor âdeta. Kıvamına gelsin diye. Bir merhamet bûsesi şu zaman… Aykırı gideni yola sokuyor. Umursamadan aldırıp geçmiyor ki…
“Mücadele et!” diyorlar ya, ne zor şu mücadele denen şey. Dimdik ayakta duranın sırtı ağrırmış. İnsanın da canı acıyor işte. Şu işi de halledeyim, şunu da yapayım derken kendi benliğimizden sıyrılıyoruz. Vakit hafifçe uyarıyor önce. Gidişâtına bakmayanı bir daha uyarıyor. Uyardı olmadı bir darbe vuruyor anında. Elini çaydanlığa atan çocuğun eline atılan tokat misâli. Acı veren ancak daha büyük acıdan kurtaran bir acı. Zor geliyor yine de o acıyı çekmek. İnsan bu acıyı yalnız yaşadıkça kıyas edebiliyor.
Sancılı dönemdir yine fıtratına dönmek. Doğrularını değiştirir insan. Kıyafet değiştirmeye benzemez doğruları değiştirmek. Tahtaya çakılı çivi misâli kimisi kolay çıkar, kimisi çıkarken iz bırakır, kimisi tahtayı çatlatır çıkar, kimisi ise çıkmaz. Çıkmak bilmez o şey. Daha çok acı çekmeni isteyen nidâlar atar durur. Çıkar bir şekilde o da. Hiç çıkmayacak tek bir çivi varsa, imandır o. Çıkmaması da gerekir. Bir bütün halinde tutar parçaları.
İman… Sır burada aslında. Vakit vakit dedik. Vakit ne ki? Rabbimin bir vâsıtası değil mi? Ne der Yunus Emre:
Hoştur bana senden gelen,
Ya hilât-ü yâhut kefen,
Ya taze gül yâhut diken
Kahrında hoş, lütfun da hoş
“Dövülüyoruz” diye başladık “Dövünüyoruz” diye devam ediyoruz öyleyse. Hoş elbet, O’ndan gelen… Fakat zor gelir beşere her acıya dayanmak. “Hoş” der “Âlâ” der de dövülür, dövünür inşallah ayağa kalkar beşer.
GENÇ'ın Yazısı.