Hilal Söylemez

Bu şehrin defterine adımı yaz. Aşkın defterine… Adımları sokakları hecelerken. Kalbinin şarkısı bu. “Listede adın var” demişti adam. Kalbinin şarkısı ulaşmış mıydı?

Yanından geçerken durdu, çınarı selamladı. Çınara verilen hayatı. Ne uzundu eceli. Hâlâ söylüyor şarkısını.

Denize açılmak için sabırsızlanan şu teknenin sahibi iri ve kara karga nasıl da kurulmuş güverteye. Az ilerideki kayığın sahibi de üzerinde yatan miskin kedi olmalı. Bir martı, kanatlarını alabildiğine açıp gölgesini suyun üzerine düşürürken denizin sahibi gibi. Görüp de gülmemek işten değil. İnsan da bu kadar komik midir yukardan bakıldığında?

Çınara, kargaya, kediye, martıya, denize verilen hayata tanıklık etmek. Hürmetle yaklaşarak hayata.

Ancak aşkla. Aşk defterine yaz beni.

Hayatı kalbinde hissettiği yere varmalı. Ölümden sonra bile devam eden diriliğe tanıklık için. Kanatları açık pencereden denizi seyrederken. Önünde duran denizle ardında duran Yahya Efendi arasında. İki deniz arasında hayat istiyorum senden, ey hayatın sahibi! derken, gözü az ötede, levhada ‘Abdülhay’ adına takıldı.

Beni aşkın defterine yaz.

…………… & ………..

Az evvel dedi adam; bir gül verdim ve beyaz bir hilal gösterildi. Hikmeti buymuş meğer.

Adı, Ahmet.

Ben seni bilirim. Hızır elinden aşkı içmiş say. Ben nerden tanırım Ahmet kulunu.

Elindeki gülü koklarken, ağır ağır çıktı merdivenleri. Vefa semtinin sahibi ardında kaldı.

Süleymaniye’den aşağı inip Mimar Sinan’ın türbesini bulmalı, türbenin altından devam eden yolu takip etmeliydiler. Tarif böyleydi. Yürüdüler. Üzerinde hiçbir yazı bulunmayan Osmanlı arşivinin önünden geçtiler.

Aradıklarıyla buldukları arasında ne çok fark vardı. İlk an ve son anda mahiyet değişse de derece farkı aynı kaldı. İlk adımda buldukları aradıklarının çok uzağına düştü. Sonra; buldukları, aradıklarının çok ötesine.

Bugünde ne çok şaşkınlık, nice hayranlık vardı.

Deniz, yelkenliler, gemiler… Her açıdan görmek istemişti bu sefer. Her kıyısında durup dinlemek şarkısını. İşte yeni bir yüzünü gösteriyordu. Daha önce görmediği. Bütün resimler zihnindeydi. Elinde fotoğraf makinesi olduğunda zihninin tembellik ettiğini öğrendiğinden beri. Hiçbir resim bir diğerine benzemiyor. İki ânı bir olmayan Mevlana karşısında, ressam gibiydi.

Derse yetişmeli. Bütün bu farklı sesler, anlamlı ve ahenkli bir besteye; ânı yakalayan fotoğraflar hikmetli ve bütünlüklü bir manzaraya ancak bir insanla dönüşebilir. ‘Okuma’ ehliyetine sahip, ‘okutma’ salahiyetini taşıyan bir insanın tedrisinde bellemeli kitabı.

- Ne istedin Allah’tan diye sordu, adam.

- Kul ne istemez ki dedi, sessizce.

- Ellerimi boş sanıp çok şey isterdim dedi adam, ayaklarımın altında çiğnediklerimi bilmeden önce.

Yüzü Ebu’l Vefa hz.’de. Ardında adam. Gül uzatmadan evvel su uzattı. Bir anlık tereddüt. Rabbim senden bilirim, dedi. İçti. Dua istedi giderken. Yüzü merdivenlerde, ardında adam. Gül uzattı. Koklarken. Adını söyledi.

Ben seni bilirim. Hızır elinden aşkı içmiş say. Ben nerden tanırım Ahmet kulunu…


GENÇ'ın Yazısı.