Aşk`la Sadece Bir Kere Karşılaşırız!
Röportaj: Mehmet Ali ARICI Fotoğraf : Murat KÜÇÜKÇİFCİ
Genç Dergi olarak çeşitli yerlede konferanslar düzenliyor, gençlerle buluşuyor ve hasbihal ediyoruz. Bir konferansın ardından Merhmet Ali Arıcı ve Murat Küçükçifci yanımıza geldi ve Genç Dergi adına röportaj yapmak istediklerini dile getirdi. İbrahim Sadri ile görüşebileceklerini ve bu işi seve seve yapacaklarını belirttiler. Genç Dergi olarak bu tür faaliyetleri her zaman desteklediğimizi belirttik ve tekliflerini memnuniyetle kabul ettik. Ve sonrasında bu iki aktif genç arkadaşımız güzel bir röportaj yaptı. Kendi ifadeleriyle belirtecek olursak, aşk ve edebiyat eksenli bir söyleşiye niyetlenmişlerdi. Bakalım öyle mi olmuş, siz karar verin.
Uzun süredir sizi çeşitli TV ve radyo programlarından, çıkardığınız şiir kitaplarınızdan ve o şiir yorumlarınızdan tanıyoruz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1963 yılında İstanbul’da doğdum. Asıl memleketim Erzincan ama İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Işık lisesi, Kasımpaşa Lisesi, İstanbul Üniversitesi`nde işletme ve tiyatro eğitimi aldım. Sanat anlamındaki faaliyetlere 1985 yılından itibaren tiyatro ile başladım. Ama genel anlamda beni kitlelere tanıtan şiir ve şiir albümleri oldu.
Şiirle nasıl tanıştınız?
Şiirle tanışıklığım aslında bütün ilkokul çocukları gibi 23 Nisan`da şiir okumayla oldu. Seçilen çocuklardan biriydim. Ama asıl itibariyle şiirle tanışıklığım ‘şiir okuma’ ile oldu. Yani okul yıllarında törenlerde, bayramlarda şiir okuma formatını ben daha sonra bir meslek haline dönüştürdüm. Edebi anlamda şiirle tanışmam ise orta okuldaki çok iyi Türkçe ve edebiyat öğretmenlerim sayesinde oldu. Lütfi Sami Akalın, Çiğdem Talu gibi edebiyatçı hocalarım vardı. Bana edebiyatı ve şiiri sevdirdiler. Dolayısıyla ben ortaokulda ve lisede Türkçe ve edebiyat derslerine bir ders olarak değil, bir zevk olarak bakmayı öğrendim. Ve daha sonra böyle devam etti. Türk şairlerini okuyarak, onların beslendikleri kaynakları keşfederek, Türk şiirini takip ederek bugüne kadar geldim.
Biz sizi daha çok ‘‘Adam gibi’’ ve ‘‘Öylesine Sevmişim’’ şiir albümleriyle tanıdık. Bu albümler üzerine ne söylemek istersiniz?
‘‘Adam gibi’’ 1998 yılında yayımlanmış bir albüm ve o zaman yaklaşık 1 milyonun üzerinde bir tiraj yaptı ki hala şiir albümü anlamında kırılabilmiş bir rekor değil. Onunla birlikte bahsettiğiniz gibi geniş kitleler tarafından tanınma imkanı getirdi. Tabi bunun öncesi de var. Birdenbire olmuş bir şey değil.
İbrahim Sadri’nin o güçlü yorumu olmasa idi sizce şiirleri bu kadar beğenilir miydi?
Yani bunun cevabını vermek bana düşmez çünkü bu zor bir soru. Ben albümlerde okuduğum sizin şiir dediğiniz şeylerin çoğunu aslında şiirsel metinler olduğunu düşünüyorum ve hiçbir zaman edebi anlamda bunlar şiirdir diye ortaya çıkmadım. Ama başından beri iyi bir şiir yorumcusu olduğumu iddia ettim. Şiiri iyi yorumladığımı zannediyorum. Bunun için çok uğraş vermiş biriyim. Benim buradaki yaklaşımım ve tarzım şudur: Ben şiir okuyan biri değilim, şiir söyleyen biriyim. Bizim halk şiiri dediğimiz yüzyıllardır uzun ve kesintisiz akan ırmağın bugünkü biçimiyle uygulayıcısı olmaya çalışan biriyim.Yani ondan tat almak için söyleyen biriyim. Onun için işin matematik kısmına fazla dikkat etmem. Belki böyle bir yorum farkından bahsedilebilir. Ama iyi bir yorumcu olduğumu düşünüyorum.
Şiiri hem yazıyor hem de yorumluyorsunuz. Hangisi daha zahmetli ve daha çok uğraş gerektiriyor?
Aslında ikisi de zor değil. Çünkü bu tür şeylere bir meslek gözüyle bakmıyorum. Bunu sevdiğiniz için yaparsınız. Ama hangisini oluştururken daha fazla zorluk çekiliyor derseniz yazmak daha zor bir şey. Çünkü yazarken bir sürü şeyin kesişmesi gerekiyor. Doğru bir ortam, iyi bir saat, yüreğinizden geçen şeylerin kağıda dökülmesi esnasında kendini tam ifade edebilmek bütün bunlar zor iş. Okumak ona kıyasla daha kolay çünkü sizi destekleyen bir sürü teknik ekipman var. Yazmak ona nazaran daha meşakkatli ama tabi daha güzel bir şey.
Yorum kabiliyeti çalışarak geliştirilebilecek bir şey midir? Yoksa tamamen yetenekle ilgili bir durum mu?
Her şey çalışmakla geliştirilebilir ama bazı şeyler ise ya vardır ya yoktur. Yani insan ya şairdir ya değildir. Sonradan ben bir gün şair olacağım diye karar verip bunun okulunu okuyup üç beş kitap okuyarak şair olunmaz. Yorumda da yine ağırlıklı payda yetenektir. Bunun eğitimiyle bunun üzerine koyabilirsiniz. Fakat hiçbir kabiliyetiniz yokken ‘ben bunu okulla ve eğitimle yaparım’ derseniz belli bir çizginin ötesine geçmeniz zor.
Kasetlerinizde sadece kendi şiirlerinizi değil başka şairlerden de eserler okuyorsunuz. Sizi en çok heyecanlandıran, okurken zevk aldığınız şairler ya da eserler hangileri oldu?
En çok heyecanlandıran Necip Fazıl’ın Kaldırımlar`ı oldu. Varisleri üstadın şiirlerinin bir şiir albümünde okunmasına karşıydılar. Ama oğlu Mehmet Kısakürek’in okuduğum yorumu beğenmesi beni çok mutlu etti. Ve okumama izin verdi. Benim için bir manevi değeri var o yorumun. Bir diğeri Attila İlhan’ın ‘‘Ben Sana Mecburum’’ şiiri. Attila usta da izin verdikten kısa bir süre sonra hayatını kaybetti. Hiç unutmuyorum telif iznini almak için gittiğimde ‘‘Sen yemek listesi bile okusan adamın kulağına şiir gibi geliyor ama sen yine oku getir, beğenirsem izin vereceğim.’’ demişti. Ondan da onay almış olmanın benim için ayrı bir önemi var. Onun ötesinde Nurullah Genç’in şiirlerini çok seviyorum. Hemen her albümde bir eserine yer vermeye çalışıyorum.
Bazı çevrelerde serbest şiirin şiirden sayılmadığı, matematiksel bir ölçünün arandığı bir anlayış hakim. Okuduğunuz şiirlerin geneli ise serbest formda yazılmış şiirler. Bu yönüyle İbrahim Sadri’nin şiir tarifi nedir?
Şiir benim için bir yaşama biçimi. Ben öyle tanımlıyorum. Teknik anlamda soruyorsanız şiirin bir matematiği olmaz. Yani sadece hece ve ölçüyle yazılanları şiir kabul etmek yanlış olur. Bir şeyi şiir kılan yazarın kendini iyi hissetmesine yol açması ve yazarı mutlu edebilmesidir. Diğerleri ise birer akımdır. Orhan Veli’nin başını çektiği Garip diye bir akım var mesela dediğiniz tarza yakın olarak.
Hiç bir şekilde kafiyenin ve ölçünün hesaba katılmadığı, tam tersine bir anlayışın olduğu ve Türk şiirinin en önemli akımlarından biridir. Tabi ki ölçü ile yazmak çok daha zor. Sadece duygularınızı anlatmak değil bunu bir matematik formu içerisinde becermeniz gerekiyor. Bu çok zor ve bana göre daraltan bir şey. Kafiye ile yazarken bazen zorlama kelime ya da hece koymak icab ediyor gibi geliyor bana. Benim hissiyatım bu yönde. Tabi bunu Necip Fazıl gibi aşmış büyük ustalar var. Ama Necip Fazıl nasıl büyük bir şairse Nazım Hikmet de büyük bir şairdir. O da serbest yazmış bir adam. Dolayısıyla burada bir ayrımdan ziyade bir tercihten konuşulabilir.
Kimisi hece ile yazar kimisi içinse daha serbest ve içinden geldiği gibi yazmak daha doğrudur. Ben başından beri ikincisinden yana oldum. Çünkü benimkiler biraz daha ‘şiirsel metin’e göz kırpan çalışmalar. Ben genelde başı sonu belli olan, kahramanları olan daha sinematografik yazan biriyim. İnsanlar dinlerken hayal edebilecekleri şeyler anlatan biriyim. Dönem şiirleri yazan, insan öyküleri anlatan biriyim. Bu benim tercihim ve herkesin de tercihine saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim.
Geçen sayımızda edebiyatçının çiçekten, böcekten bahseden bir `lale devri edebiyatı` yapmacıklığında değil; suya, sabuna dokunan, halka yön veren, sosyal bir görev üslenen bir fikir adamı ciddiyetinde olması gerektiği ortaya konuldu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben, sanatta özellikle şiirde bir ``ciddiyet``in olabileceğinden kuşkulu biriyim. Çünkü insanın kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla ilgili bir şeyden konuşuyoruz. Burada tamamen bir hesap, kitap, ölçü, endazeden bahsedilseydi Şeyh Galip ``Aşk imiş her ne var ise alemde, gerisi bir kıyl-u kal imiş ancak`` diye bir laf etmezdi mesela.
Ben ciddiyetten ziyade aşktan, kalpten, yürekten bahsetmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Tabi ciddiyet kelimesini de açmak lazım biraz ama ben daha ziyade bir ideolojik bakış içinde üretmenin pek sağlıklı olmayacağı, kısır kalacağı kanaatindeyim. Bu noktada şiirin ideolojisi olmaz ama şairin kendi ideolojisi, hayata bakışı olabilir. Yani eğer bu bakış şiiri tamamen biçimlendiriyor, sınırlıyorsa orada bir tehlike var demektir. Örneğin biri ``Ben sosyalistim ama Fatmayı da sevdik işte.. Şimdi nasıl yazacağız, ne der sosyalist arkadaşlar?`` diyorsa bu olmaz. Farklı şeyler çünkü. Böyle sanat böyle şairlik olmaz.
O başka bir durum diğeri başka bir durum. Yani şairin ideolojisi eseri biçimlendiriyorsa orada bir ajitasyon, bir ideoloji pompalaması var demektir. Ancak burda ``Necip Fazıl`ın, Ahmet Arif`in, Nazım Hikmet`in şiirlerini nereye koyacaksınız?`` derseniz işte o da bu şairlerin büyüklüğünü gösteriyor.
Son kitabınız `Aşk 29 Harftir`de aşka yönelik çok orijinal tesbit ve benzetmeleriniz var. Bir yerde aşkı rüyaya benzetirken bir yerde aşka nihan diyorsunuz. Bu orijinaliteyi yakalamanızdaki etkenler arasında yaşanmışlıklarınızın bir etkisi var mı?
Tabi. Olmaz olur mu? Burada bana göre ve tabi büyük bir tasavvuf inancına göre daha doğrusu Allah`ın insanları yaratırken kendisine ait en önemli servetlerden biri olarak en başında aşkı insanın içine koymuş ve benim inancım hayatında bir kere onu onunla karşılaştırıyor. Burada anlatmak istediğim; Ali`nin Ayşe`ye aşık olmasından ziyade aşık olma yeteneğini keşfetmesinde Allah`ın ona bir şans tanıması. Ondan sonrası insanın kendi kabiliyetine kalmış. Aslında bütün külliyatın, bütün bir sanatın temelinde aşk vardır ve bunlar aşktan beslenir. Yani aşk yoksa aslında sanat da yoktur. Buna yönelik geçmiş zaman içerisinde büyük zatların hikayeleriyle dolu menakıp kitapları vardır. Burada aşkın kendisine yönelebilmek, aşkın kendisini sevebilmek esas alınmış. Doğrudan somut bir varlıktan kurtarıp aşkın keyfini çıkarabilmek, sürekli bir aşıklık haline dönüşebilmek ki bu da çok az kişiye nasip olacak bir şeydir. Çünkü çok zahmetlidir. Aşkı anlatmamın özel bir sebebi var mı derseniz...
Aşık oldunuz mu?
Tabi. Aşık olmadan olur mu? Aşık olunmadan yaşanır mı? Elbette şu söylenilebilir; yaşadığımız şu modern çağda, hırsın, acımasızlığın, hesapların, çizelgelerin çok fazla işin içinde olduğu, duygularımızı ister istemez bastırdığımız bir dönemde aşkın hepimiz için çok gerekli bir şey olduğunu düşünen biriyim. Bu bizi biraz daha insan kılacak, her geçen gün üstünü örtüp kapattığımız merhamet, adalet, sevecenlik, iyimserlik gibi duygularımızı öne çıkaracak bir şey olduğunu düşünüyorum. Ondan ötesi insanın özeline girdiği için bu kadar söyleyebiliriz. Şimdi yaşanıldığı var sayılan, iddia edilen aşklar; bize üretilen pop şarkılarla, pop kültürüne ait dizi filmlerle, magazin basınıyla gösterilen seviyeli birlikteliklerin, düzeyli ilişkilerinin aslında aşkın ne kadar dışında olduğunu ve ne kadar aşkın yanında bir sürgün otu gibi durduğunu gösteriyor. Onun için bu çağda gerçek anlamda aşka çok ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Şairliğin yanında aynı zamanda bir tiyatrocusunuz. Tiyatro eğitiminiz var. Niçin tiyatroya ilginiz şiire olan ilginiz kadar güçlü ve yoğun değil?
Bu şartlarla ilgili bir şey. Ben tiyatroyla başladım ve 7 yıl kadar yaptım. Bizim tiyatro yaptığımız zamanlarda çalışma şartlarımız oldukça ağırdı. 85-92 arasında şimdiki kadar imkanların geniş olmadığı, oynayacak salon bile bulamadığımız, çok engelle karşılaştığımız dönemde turne tiyatrolarımız aracılığıyla aşağı yukarı Türkiye’nin her yerine gitme imkanı buldum. Biz çok engelle karşılaştık ama şimdi her şey çok daha kolay. Büyük kentler başta olmak üzere her anlamda amatör, profesyonel tüm topluluklar için belediyelerin tahsis ettiği salonlar var. Ancak şu var ki tiyatro çok kıskanç bir meslek. Onunla birlikte başka bir işle meşgul olma şansınız yok gibi. Bütün zamanınızı ve çokça emek isteyen bir şey. Bir de ben istediğim anlamda bir tiyatro zeminiyle birlikte olamadığım için böyle bir çabanın içinde olmadım. Ancak o hep içimde bir ateş olarak bekliyor. Belki şartlar uygun olursa tekrar yaparız.
Şairlik Bir Dil İşçiliğidir
Şairlik bir dil işçiliğidir; yani konuştuğunuz ya da yazdığınız dile hakim olma sanatıdır. Diline iyi bilen, diline ait kelime haznesi çok zengin olan insanlar ilişkilerinde ve hayata bakışlarında daha başarılı ve sağlıklı kararlar verirler. Günde 400-500 civarında kelimeyle konuşan biriyle 10-15 bin kelimeden seçip konuşan biri arasında büyük fark vardır. O nedenle ben özellikle genç arkadaşlara sizin aracılığınızla çok klasik bir öneri belki ama okumalarını tavsiye ediyorum. Özellikle Cemil Meriç, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreyya, Sezai Karakoç gibi ilk elde sayılabilecek dil konusunda çok iyi, Türkçeyi iyi kullanan yazarları okumak lazım. Bu, insana şairliği anlamında ona çok büyük katkı sağlayabileceği gibi duruş itibariyle de kişinin kendi gelişimini teçhizatlandıracak, onu donanımlı kılacak bir durumdur. Şiir yazmak kolay gibi görünür. En kolay sanattır. Ben bir dönem günde yüzün üzerinde mail alıyordum. Çok sayıda mektup alıyordum ‘‘Benim de şiirlerim var.’’ diye. Kolaydır. Başlarsınız yazmaya. ‘‘Gökyüzünde ay var, suya düştü parıltılar, bak sen yoksun yanımda bak ağlıyorum bu kadar..’’ gibi uzatın gitsin. Ben de yazıyorum. Hayır. İşte işin böyle olmadığını fark etmenin yolu okumaktan geçer. Çünkü öbür türlü insanı daraltan bir çıkmazdan konuşuyoruz demektir. Bir de her işte olduğu gibi şiirde de sanatta da, edebiyatta da mutlaka bir emek harcamanın, bir zaman vermenin gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir şey öyle birdenbire ve çabucak olmaz. Gazetelerde yazılanlara inanmasınlar.
GENÇ'ın Yazısı.