İbrahim Refik

Mazhar Hoca aynı zamanda "İstanbul efendisi" tipinin son örneklerinden biridir. Meselâ bir akşam sohbet arasında, birisinin borcunun olduğu ve ödeme güçlüğü çektiği dile getirilir. O borcun sahibi hastaneden çıkarken paltosunu giyip de elini gayri ihtiyari cebine attığında içi para dolu bir zarfla karşılışır.

"Bu adam tam Mazhar Osman´lık", "Gidip bir Mazhar Osman´a görünsene!" gibi sözlerle halkın gönlünde ve hafızasında derinliğine yer edip efsaneleşen Doktor Mazhar Osman`ın ismini çoğumuz bir şekilde duymuşuzdur. Türkiye`de bir doktor ismini deyim literatürümüze sokan ve isminin önünde "ordünaryüs profesör doktor" gibi titrler bulunan bu nev-i şahsına münhasır adam, aslında Türkiye çağdaş psikiyatrisinin kurucusudur. Asıl adı Mazhar Yusuf olan Cumhuriyet`in bu bilge Nasreddin Hoca`sı, 1884 yılında Batı Trakya`da Dedeağaç`ın Sofulu kasabasında dünyaya gelir. Küçük Mazhar, zamanın ilk ve orta okulu olan iptidai ve rüştiyeyi Kırkkilise`de (Kırklareli) bitirir. Daha sonra aile 1894 büyük depreminden birkaç ay önce Üsküdar`a göç eder. Yusuf Mazhar 1895 Eylül`ünde sınıf atlamak suretiyle, Üsküdar İdâdîsi`nin ikinci sınıfına kaydolur. Burayı aliyyül`âlâ dereceli şehadetnameyle okul birincisi olarak bitirir. Genç Mazhar, liseyi bitirince Tıbbiye-i Askeriye`ye müracaat eder. Genç Mazhar, burada da kendini ispat eder ve Askerî tıp da bu okulu kazanan iki kişiden biri olma başarısını gösterir. Bu azimli delikanlı, öğrencilik yıllarında o kadar yoksuldur ki ancak ek işler yaparak tıp tahsilini sürdürebilir. Yatakhanede dolabın üzerine çıkıp meddahlık yaparak karnını doyurur, Lübnanlı hocasının tavsiyesiyle evlerde ya da hastanelerde ölü başında bekleyerek para kazanmaya çalışır. Keskin zekası, ince tahlil yeteneği, müthiş hafızası ve doymak bilmeyen bilgi açlığı Mazhar`ın arkadaşları arasında sivrilmesini sağlar. Ve 1904 yılında, yani daha 20 yaşında iken Askerî Tıbbiye Okulu`ndan yüzbaşı rütbesiyle mezun olur. Hocasının tavsiyesiyle Raşit Tahsin Hoca`nın kurduğu Akliye ve Asabiye kürsüsünde karar kılar. Gülhane`de bir yıl staj yaptıktan sonra Akliye ve Asabiye şubesine asistan olarak girer. 1906`da Askerî Tıbbiye Okulu muallim muavinliğine getirilir. 1908`de de, hocası Raşit Tahsin`in ordudan ayrılıp fakülteye geçmesiyle onun yerini alır.

GENÇ YAŞTA GELEN BAŞARILAR

Genç doktor, aşkla sevdiği mesleğine ilk kez Makedonya`da başlar. 24 yaşında kaleme aldığı "Tababeti Ruhiye" (Psikolojik Tıp) isimli kitabıyla psikoloji tarihine geçer. Kitap, bu alanda Türkçe olarak kaleme alınmış ilk özgün eserdir. Mazhar Osman, 1908`de üç yıl süreyle Almanya`ya, Berlin Üniversitesi`ne gider. Alman Psikiyatrisi diye adlandırılan ekolün temsilcilerinin yanında çalışır. Tıptaki son gelişmelere ilişkin mükemmel bilgi birikimi ve hırsıyla 1911 yılında yurda döndüğünde onu bir hayal kırıklığı beklemektedir. Resmi bürokrasinin kendine has realiteleriyle karşı karşıya kalan genç doktor, nihayet binbir güçlükle, Gülhane Askerî Hastanesi`ne asistan olarak atanır. Ve Doktor Mazhar Bey, 1920 yılında o dönemde Türkiye`nin sahip olduğu tek akıl hastanesi olan Toptaşı Bimarhanesi`nin baştabiplik görevini üstlenir. Mazhar Osman hastaneyi gezdiğinde gördüklerine inanamaz. Hastane dedikleri yer, sanki Orta Çağ`dan kalma bir mezbeleliktir. İçerdekilere de insan demek için bin şahit lâzımdır. Genç doktor, bimarhaneyi ilk gördüğündeki halet-i ruhiyesini satırlara şöyle yansıacaktır: "Hasta olarak üç yüz kadar canlı cenaze tesellüm ettim. Ne karyolaları, ne yatakları, ne yorganları vardı. Çırılçıplak, uyuz ve bitli, açlıktan kımıldamaya mecali kalmamış, kendi pisliklerinin içinde istirahat eden biçare hastaları o halde gördüğümüz vakit, arkadaşlarımızla beraber gözyaşlarımızı güç zapt edebilmiştik." Mazhar Osman, gerçekten de idealist genç ekibiyle birlikte canını dişine takarak yılmadan çalışır ve bu ilkel sağlık kurumunu modern bir akıl ve sinir hastalıkları hastanesine dönüştürür. Eski tedavi sistemlerini değiştirerek çağdaş yöntemlere dayalı seroloji, nöropatoloji ve deneysel psikoloji laboratuvarlarını kurar; Türkiye`nin ilk nöropsikiyastristlerini yetiştirir.

BAKIRKÖY`E BİR İKİ...

Toptaşı Bimarhanesi`nin bir akıl hastanesi olarak verimli hizmet göremeyeceğine inanan Ord. Prof. Dr. Mazhar Uzman, bir taraftan da arayışlara girer. Bu hastalara insana yaraşır bir hizmet verilebilmesi için yeni bir yer bulunmalı ve hemen taşınılmalıdır. Nihayet uzun uğraşlar netice verir ve Mazhar Osman, Reşadiye Kışlası olarak bilenen Bakırköy`deki metruk mekânlara taşınma iznini alır. Hemen harekete geçilip Toptaşı Bimarhane`si tamamen boşaltılır. Hastalar manda arabalarıyla Bakırköy`e nakledilir ve 15 Haziran 1927 tarihinde İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi resmen hizmete girer. Girer girmesine ama Mazhar Hoca`nın yapacağı daha çok iş vardır. Sefalet içindeki bir tımarhaneden çağdaş donanımlı bir akıl hastanesine geçiş çok sancılı olur. 1100 dönüm arazinin yeniden ihya süreci başlar. Adım adım iyileştirme ile hekimler laboratuarlarına, hastalar izbe hücreler yerine daha sağlıklı koğuşlarına yerleşir. Yeni mekâna taşınma, bütün hastane çalışanlarına olumlu yansır ve Türk psikiyatrisinde modern tedavi yöntemlerinin kullanıldığı `Bakırköy dönemi` başlar.

YENİLİKLERİN ÖNCÜSÜ BİR HEKİM

Osmanlı`nın, inşa ettiği bimarhanelerdeki muhteşem uygulama dönemlerinden sonra birden düşülen içler acısı durum, ancak Mazhar Osman sayesinde düzelme dönemine girer. Ve onun sayesinde "delileri, normal bir hasta olarak görme" süreci başlar. Mazhar Osman, geçmişten aldığı tedavi usullerine yeni teknikler katarak önemli mesafeler kateder. Hastaları çalıştırarak tedavi eder. Hastalarla birlikte Bakırköy`de kalacakları yerleri tamir eden Mazhar Osman, boş duran hastaların hem gücünden faydalanır hem de onları bir nevi rehabilite etmeye çalışır. Böylece boş durmayarak sorumluluk alan hastalar, kendilerine değer verildiğini anlayıp topluma daha kolay uyum sağlarlar. Böylece hastanenin çevresindeki binlerce dönümlük araziyi ağaçlandırılır, bağlar ve bostanlar oluşturulur. Mazhar Hoca, yeni bir yöntem olan bu "meşguliyetle tedavi" çalışmalarını kendi kaleminden şöyle ifade eder: "Bakırköy`ün hudutlarından geçiniz, Zuhuratbaba köşesini döner dönmez, yüzlerce adama rastgelirsiniz. .Kimi yol için taş kırıyor, beş on tanesi akasya dikiyor, üç beş kiş öküzleri traktörlere koymuş araziyi tarhediyor. Biri çamları suluyor, daha ileride sekiz on kişi baş kazıyor. Bunların hepsi hasta. Merkez binasının kapısı önünde beş on kişiye tesadüf edersiniz. Kapıcıyı elbisesinden tanırsınız. Artık burada akıllılar ile deliler haşır neşir olmuşlardır. Elinizden bastonunuzu alan bir hastadır, muşambaları silen bir hasta. Hele atelyeler hep hasta.. Terzihane, ayakkabı tamir edenler, karyolaları tamir edenler, kirli eşyayı etüve sokup temizleyenler, mutfakta kabak soyanlar, dolma yapanlar, hep hastadır. Bu adamların çalışmasından müessese çok istifade ediyor. Onlar bu felaketli günlerinde bir sanat sahibi oluyorlar. Hem de çalışma en iyi ilaç oluyor."

MAZHAR HOCA`NIN İSMET PAŞA`YA TEKLİFİ

Hastalarının iyileşmesi için birçok yeniliği deneyen, her çareye başvuran Mazhar Osman, dinin ruh sağlığı üzerindeki tesirinin büyüklüğüne olan inancı tamdır. Bundan dolayı birçok hastasını "bu hastalar bizlik değil" diyerek okuması için ağzı dualı gönül doktorlarından Mürtaza Efendi`ye gönderir. Karababa Dergâhı`nda Ahmed Yivlik Baba`nin anlattığına göre, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi`nin kurulduğu ilk yıllarda Başhekim Mazhar Osman, bilvesile görüştükleri Başbakan İsmet Paşa`ya şöyle bir teklifte bulunur: "Paiam! Bizim hastahanelerde yer kalmadı! Çok hasta var! Bunların çoğunluğu bizim hastamız da değiller! Eskiden tekkeler vardı, şeyhler vardı. Onlar bunlara nefes eder, iyileştirirlerdi. Siz tekkeleri kapattınız, hastaları çoğalttınız! Bu hastalar bizlik hastalar değil... şimdi mademki tekkeleri kapattınız, şunu yapın hiç olmazsa; Dergâhları kapatılan bu şeyh efendileri imtihan ederek, onlardan birer, ikişer, üçer kişi verseniz hastahanelerimize, hastanede yatan hastaların dörtte üçü iyileşir çıkar! " Mazhar Osman`ı iyice dinleyen İsmet Paşa, "Ne bunu sen söylemiş ol, ne de biz bunu duymuş olalım!" diyerek meseleyi kesip atar.

HASTALARLA SAHNEYE ÇIKAN DOKTOR

Hastaları arasında; Ressam Fikret Mualla, Neyzen Tevfik, şair Abdülhak Hamit gibi şahısların da bulunduğu Mazhar Hoca`nın konferansları da çok meşhurdur. O her konferansa, otobüse doldurduğu delileriyle birlikte gider, hastalarını dinleyicilere gösterir. Konferansının konusu ne kadar sıkıcı olursa olsun, akıcı konuşması ve nüktedanlığı sayesinde zevkle dinlenir hale getirir. Dinleyiciler sadece genç hekimler ve talebelerden ibaret değildir. Abdülhak Hamid`den Cenap Şahabeddin`e, Süleyman Nazif`den Hüseyin Rahmi`ye kadar dönemin birçok kalbur üstü gazeteci ve yazarı da bu ilmî programların müdavimleridir. Bu yüzden Mazhar Bey`in konferanslarında koridorlara kadar her yer tıka basa doludur. "Delilik bir hastalıktır; zatürre gibi, sarılık gibi, apandisit gibi..." diyen Mazhar Hoca, hastaları sahneye çıkartıp onlar üzerinde nasıl tatbikler yaptığını uygulamalı anlatır. Toplum, deliyi karşısında görür. Ve giderek toplumdan dışlanmak yerine, "deli bir hastadır" bilinci iyice yerleşmeye başlar.Toplumun meseleleriyle yakından ilgilenen Mazhar Hoca, Cumhuriyet`in ilk yıllarında bir ara uygulanmakta olan içki yasağını hararetle savunur ve bunu "en büyük medeniyet eseri" olarak tarif eder. O zamanki adı Hilal-i Ahdar olan Yeşilay Cemiyeti`ni kurup uzun yıllar genel başkanlığını yapar. Kendisi sigara ve içki kullanmadığı gibi, yanında kullananlara da hiç müsamaha göstermez. Bilhassa sigaradan çok tiksinir. Talebesi Ayhan Songar`ın ifadesiyle, "Birisi sigara içmiş olursa dişlerini fırçalamadan hocanın yanına girmesi imkânsızdır. " Mazhar Hoca Hilal-i Ahdar için kaleme aldığı bir yazıda alkolün toplumdan temizlenmesi ile ilgili şöyle yazacaktır: "Yakında içkinin küre-i arzdan büsbütün kalkmasına, küulün (alkolün) en zehirli ilâç gibi renkli şişelerde eczahane dolaplarında saklanmasına muntazır (hazır) olmalıyız. Bu mes`ud günün bir an evvel tekarrübüne (yaklaşmasına) hizmet edenlere, beşeriyeti bu saadete kavuşturacaklara yardım edenlere ne mutlu... Vatandaşlar, medeniyette bütün dünyadan her hususta geriyiz. En büyük bir eser-i medeniyet olan bu içki yasağında cehlimizle, gafletimizle birinciliği, ikinciliği çoktan kaybettik. Onu elimizden fazl ü irfanı bizden yüksek Hıristiyan milletler aldı. Bari dümen neferi kalmayalım. Bin üç yüz kırk sene evvel bize içkiyi kat`iyyen men eden Ümmü`l-kitab`tan utanalım..."

Nesli tükenmekte olan...

Mazhar Hoca aynı zamanda "İstanbul efendisi" tipinin son örneklerinden biridir. Meselâ bir akşam sohbet arasında, birisinin borcunun olduğu ve ödeme güçlüğü çektiği dile getirilir. O borcun sahibi hastaneden çıkarken paltosunu giyip de elini gayri ihtiyari cebine attığında içi para dolu bir zarfla karşılışır. Herkes bilir ki bu görünmez elin sahibi Mazhar Hoca`dan başkası değildir. Mazhar Osman`ın talebelerinden Ayhan Songar, "hakiki bir baba" olarak addettiği hocasının kendisi üzerindeki tesirini bir örnekle şöyle anlatır: "Bir bayram günü evine, elini öpmeye gittik. Ağustos ayı idi. Çıkarken, `Evladım sana bir zarf vereyim, bir zahmet onu üstünde yazılı olan adrese bırakıver dedi. Dışarı çıktım kendi kendime `Yahu bayram diye geldik elini öpmeye bizi Cağaloğlu`ndan, taa Karaköy`e yoracak` dedim. Zarfın gideceği ismi de hiç unutmam. `Terzi Andreo Menos...` Gittim, adresi bulup kapıyı çaldım. Çıktı Andreo Menos denen zat, mektubu verip, `Bunu Mazhar Osman Bey gönderdi bir şey diyor musunuz?` diye sordum. Mektubu açıp yanımda okudu. `Bu mektubu getiren delikanlıya benim hesabımdan, bayram hediyesi bir elbise yapınız. şimdi hocanın sürprizi, zarafeti ve hediye veriş tarzındaki babacan tarzına bakınız. Bu olayı hiç unutmam, aklıma geldikçe gözlerim yaşarır. Böyle bir insandı.

"MERHUMU NASIL BİLİRSİNİZ?”

Yaptıklarıyla sahasında bir çığır açan Bakırköy`ün bu simge ismi, yüksek tempolu hayatın sonuna doğru dudaklarından şu cümleler dökülür: ``Hiçbir vakit güneş olamadık, sadece gelip geçici bir fecri kazib (aldatıcı şafak)! Rahat bırakınız ki, sessizce gurub edelim.`` Son ana kadar zihni bulanmayan Mazhar Osman, 31 Ağustos 1951`de kalp yetmezliğinden vefat eder. Ölümü dünya bilim çevrelerinde geniş yankılar uyanan bu sıradışı doktorun bundan sonraki macerasını yine Ayhan Songar`dan takip edelim: "1951 Ağustos`unun son günü. Hocanın naaşı Ortaköy`den Cağaloğlu`na getirildi. Cağaloğlu`ndan Üniversiteye, camiye ve Zincirlikuyu`ya, son durağa gidiş. Nihayet imamın cemaate suali: `Merhumu hal-i hayatında nasıl birisiniz?` Çok iyi bilirdik... Buna dün de, bugün de, yarın da can ü gönülden şehadet ederiz. Allah rahmet eylesin." Ölümünden iki gün sonra, Bakırköy Akıl Hastanesi`nin kıdemli hastalarından meşhur "De Gaulle", servisin penceresinden bahçedeki doktorlara seslenir: "Doktor beyler, Mazhar Osman öldü diye uydurmuşlar. Hiç Mazhar Osman ölür mü? Ne saçma şey! Bir zamanlar Atatürk için de öldü diye çıkarmışlardı."


GENÇ'ın Yazısı.