Bazı evler var, ancak senede bir veya iki defa yolumuz düşüyor. Kısa süreli kalışların evleri. Normalde biraz da uzaklar bize. Yazlıklar, köy, yayla evleri. Gurbette okuduğumuz için ancak yaz tatillerinde, o da eğer yaz okulu yoksa gidebildiğimiz kendi evimiz.. Beyaz bir gelinlikle çıktığımız -ya da filinta gibi bir delikanlı olarak- baba evi..

Sıla-i rahim için gidip de yanında kaldığımız akraba evlerinden bahsetmiyorum. İlla ki bize ait olan, bıraktığımız bir eşyanın yine orada bizi beklediğini bildiğimiz evler. Giderken pencerelerine gazete yapıştırdığımız, koltukların üzerine büyük örtüler serdiğimiz, ortalıkta hiçbir şey bırakmamaya gayret ettiğimiz, buzdolabını boşaltıp kapağını açık bıraktığımız, son kopardığımız takvim yaprağının aşağı yukarı geçen sene bugünleri gösterdiği evler. Hayatın bizimle gidip, bizimle geldiği, biz yokken gerideki eşyanın derin bir uykuya daldığı evler…

Bir de bizim arkamızda da olsa içinde hayatın devam ettiği, bu yüzden geçen zamanın en az sararmış gazete sayfaları kadar bize hatırlatıldığı fakat bunun için insan yüzlerini seçen evler var. Evdeki çocuklar ne kadar da hızlı büyür, anne yaşlanır, babanın sırtı kamburlaşır hafiften. Alıştığımız komşular gitmiştir, yerine başkası gelir.

Kapıyı bizim açtığımız evlerde, yalnız kalmışlığın tozu her tarafın üzerine çökmüştür. Elinizle dokunmanızı bekler her eşya. Üzerindeki tozlardan arınarak uzunca bir süredir devam eden uykularından uyanmak isterler. Temizlik yaparak imzaladığınız barış görüşmeleri neticesinde her eşyanın yüzü, evin yüzü gülüverir. Sitemlerini, hasretlerini bir çırpıda dinlemiş, geriye atmış, sanki hiç gitmemiş gibi yeniden yaşamaya başlamışsınızdır onlarla. Onlar, bizden daha çabuk kaldığı yerden devam edebilen eşyalardır. Hayata bizden sıkı tutunan, ortama alışma süreleri bizden kısa olan ve normal şartlar altında bizden uzun yaşayan…

Bir Adam Yaratmak’ın Hüsrev’inin dediği gibi "bir sigara kağıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üç yüz sene sonra gel, yerinde bulursun. Belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kağıdı kadar yaşayamıyoruz. Kefenimizden evvel çürüyoruz. Duyuyorum!”

Gurbette olanların sıla bildikleri baba evleri vardır bir de. İmkan bulununca gidilecek ilk adreslerden olmasına rağmen bir türlü denk düşmez planlar. Ne kadar vakit ayrılırsa ayrılsın sayılı gün çabuk geçer ve gelinen günle gidilen gün hemen kavuşuverir birbirine. Her gidişte bütün gidişler dürülüverir. Her birinde bütün hüzünler, ayrılıklar yeniden yaşanır.

Evden gelin olarak çıkanlar, iş için çıkanlar, hizmet için çıkanlar. Her birinin hikayesi ayrı ayrı yazılmaya değerse de, her birinde benzer hüzünler yaşanır. Her şeyimi yanıma aldın mı acaba? Gelirken getirdiklerim, giderken götüreceklerim ve bir gülümsemeye, bir tatlı söze bakan gönülleri aldım mı yanıma? Yapmayı unuttuğum bir şey kaldı mı? Herhalde en az süreni bu soruların, binilen araç hareket edene kadar devam eder. İnsanın içinde bir yerleri tırmalar durur.

Gelişler ve gidişlerin arasında, sükuneti elden bırakmadan dinlemeli bu evleri. Yol üzerindeki kilometre taşları gibi bazı hesaplarımızı kolaylaştıracaklar belki. Okumasını, dinlemesini bildikçe senede bir-iki kez anca gidilebilen evler de fısıldar dururlar bize. Misafirini ürkütmek istemeyen ev sahibi gizi sesleri biraz cılız da olsa, çok şey anlatırlar.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.